Birkaç gün önce MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriyeli mevkidaşı Ali Memlük’ün Moskova’da görüştüğü haberi kamuoyuna duyuruldu. Yapılan açıklamalara göre, Suriye tarafı esas olarak Türkiye’den Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duymasını isterken, Türkiye tarafı da Rojava’daki Kürtlere karşı birlikte hareket etme talebinde bulunmuş.
“Terörist”olarak nitelendirdiği Suriye ile kesinlikle görüşmeyeceğini söyleyen Erdoğan’ın Hakan Fidan üzerinden Suriye ile görüşmesi, açık ki kendisi açısından yeni bir aşama. Zira Erdoğan’ın yaptığı ilk planlamalara göre, şimdiye kadar çoktan Suriye’yi ele geçirmiş ve kendi deyimiyle Emevi Camisi’nde namaza durmuş olması gerekiyordu.
Suriye ile yapılan ve kamuoyuyla paylaşılan bu görüşme CHP, İYİ Parti ve Ergenekoncuları da epeyce memnun etti. “Geç” ama “yararlı” bulduklarını açıkladılar. Erdoğan’ın stratejisiyle Suriye’de başarılı olunamayacağını, Kürtlere karşı ne yapılabileceğine ilişkin Suriye ile görüşmenin daha sonuç alıcı olacağını belirtiyorlar. Yani kendilerine “muhalefet” diyen bu partiler özünde Erdoğan’dan farklı düşünmüyor, her iki taraf da ne olursa olsun Kürtlerin hiçbir hakka sahip olmaması gerektiğinde hemfikir. Sadece yöntemde farklılaşıyorlar, hepsi o kadar. Zaten Rojava’ya yönelik saldırılarda muhalefet denilen partilerin AKP-MHP iktidarının bir dediğini iki etmediğini hep beraber gördük.
Ama gelin görün ki, hiçbir şey onların gördüğü ya da görmek istediği gibi değil ve olmayacak. Kürt düşmanlığı beyinlerini körelttiği için olan biteni göremiyorlar. Suriye ile şimdi yapmak istedikleri, zaten yıllardır yaptıklarıydı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1998’de Suriye’den çıkmasının ardından 2011 yılında başlayan Suriye olaylarına kadar uygulanan tek tarz-ı siyaset zaten buydu. Dahası bu sadece Suriye ile değil, İran ve Irak ile birlikte yürütüldü. Dört devlet son yüzyılda bazen birlikte bazen de ikili-üçlü bir şekilde Kürt soykırım politikalarının başarısı için seferber oldu. Dolayısıyla son Fidan-Memlük görüşmesinden yeniden TC-Suriye-Irak-İran Kürt karşıtı ittifakını geliştirmek isteyenler boşuna hevesleniyorlar.
Beyhude bir çabadır, çünkü bu politika bu sömürgecilerin en güçlü, Kürtlerin de en güçsüz, örgütsüz olduğu dönemlerde bile başarılı olamamıştır. Hele Türkiye’de dahil dört devletin halinin hal olmadığı bugünün koşullarında ve Kürtlerin ise tarihlerinin en güçlü dönemlerini yaşadıkları bir dönemde bu politikanın başarılı olması eşyanın tabiatına aykırıdır.
Suriye gibi bir devletin var olduğunu iddia etmek bile mümkün değildir. Tamamen dış desteklerle ayakta tutulmaya çalışılan, iradesiz, neredeyse her gün İsrail’in hava saldırılarına maruz kalan, ülke topraklarındaki hakimiyetini yitirmiş, dahası topraklarının önemli bir bölümü Türkiye tarafından işgal edilmiş bir ülke, Suriye. Irak en istikrarsız, geleceksiz bir ülke olarak, mevcut durumda üçe bölünmemenin yol ve yöntemlerini bulmakla meşgul. İran özellikle Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra ekonomik, siyasi, diplomatik kıskacın yanı sıra askeri müdahalelere de maruz kalan, nükleer bir güç olmaması için hegemonik güçlerin büyük özen gösterecekleri, içeride de hiç durulmayan bir ülke.
Türkiye AKP-MHP-Ergenekoncular yönetiminde, bütün yatırımını yüz yıl önceki ama gelinen aşamada artık gerçekleşmesi mümkün olmayan Kürt kırımı yapan, at gözlüklü bir ülke. Ayrıca bu ülkelerin birbirleriyle içinden kolayca çıkamayacakları onca sorunları var. TCSuriye, TC-Irak ve TC-İran ilişkilerinin oldukça problemli olduğu, giderek daha da sorunlu bir hal alacağı, karşı karşıya gelecekleri Suriye tarafının TC’den istemlerine bakıldığında hemen anlaşılır
Ortadoğu gericiliğini temsil eden bu dört devletin TC’nin istemi doğrultusunda Kürt karşıtlığı temelinde bir araya gelmesine İsrail’in, İsrail üzerinden de merkezi iktidar sisteminin sıcak bakmadığı da biliniyor. İsrail’in kendisi açısından hem yayılma alanı hem de tehlike olarak gördüğü bu devletlerin bir araya gelerek güçlenmesini istemediği, Suriye’ye, Irak’a olan saldırılarından, Türkiye ve İran’a olan karşıtlığından anlaşılıyor. Dahası bu dört devlet merkezi hegemonik sistemin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planlamalarında “değişmesi gereken” devletler sınıfında. Buna Kürtlerin dört parçada yakaladıkları gelişmeleri, kendilerine biçilen statüsüzlük kefenini çoktan yırtmaları gerçeğini eklediğimizde, muhalefetin “çözüm” diye ortaya koyduğu şeyin tam da bir çözümsüzlük olduğu kendiliğinden anlaşılır
TC değişecek, değişmeli. Bu hem başta Kürt halkı olmak üzere demokratik güçlerin verdiği mücadele hem de hegemonik dünya ile giderek çelişen yapısı nedeniyle gerçekleşecek. Osmanlıcı motivasyonla ama İttihatçı ruh ve yöntemlerle hegemon güç olma hevesleri boşunadır. Kimsenin Ortadoğu kaosunda mevcut Türkiye’ye yedireceği bir rant yoktur. O mevcut haliyle yenilmeye mahkûm bir devlettir. Sadece bu gerçekliği göremiyor o kadar. Olmasını istediği şeyin olacağını sanıyor. Kürt inkârı ve düşmanlığı gerçekten basiretini bağlamış…