Ekonomik kriz ne alemde? Hep birlikte nasılız?
Halkın büyük acılar çektiği bir hadiseyi böyle bir “hafif” üslupla gündeme getirmek size ayıp görünebilir. Ama kendi düşen ağlamaz, durumunun hafife alınmasıyla dalga geçilmesine kızmaz. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonunda Alman halkı gibi, krizden çıkışı demokratik bir siyasi devrimle sağlamayınca, benzetmek gibi olmasın führer gibi bir kişinin iktidarına destek verenler “kriziniz ne alemde” iğnelemesine ses çıkarmaz.
2015 yılı, krizin başlangıç yılıdır. Öyle sanıldığı gibi Erdoğan’ın “tek adam” olması krize neden olmadı. 2010 Arap Baharı’nda girilen küresel güçlerin vasiliğindeki bölgesel savaşta Türk devletinin yenilmesi krizin temel başlangıç nedeniydi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarlarına sahip olma amaçlı bu savaşın sonunda, şimdi İsrail’le savaşa tutuşan Müslüman Kardeşçi Hamas benzerlerinin yenilgisi, onların rengine para yatıran Erdoğan iktidarının da yenilgisi oldu. Muazzam pazarlar kaybetti. Erdoğan’ın iktidarı tek ele alması krizin sonucudur. Sen alamazsan o alır. Kanun böyle…
Hep böyle olur. Kriz Almanya’da Hitler’i doğurdu. Bizde ise Birinci Erdoğan gitti, İkinci Erdoğan geldi. Şimdi sıra Üçüncü Erdoğan’da. Birincisi Avrupa Birlikçiydi. İkincisi Şanghaycı. Üçüncüsü ise yeni transformasyonun geçiş aşamasında. Allah “yönünü” açık etsin.
Olur mu? Aynı adam aynı anda hem gelir, hem gider, hem gider hem de gelir mi? Gelmez elbette. Devlet “aklı” deniyor ya, o “akıl” önce birini denedi, olmadı, ikincisini denedi, yine olmadı, şimdilerde üçüncüyü deniyor. Akıl değil neredeyse dönme dolabın “müteharrik beyni”. Erdoğan devletin dönme dolabında tek müşteri. Rakibi yok. Devlet de ne yapsın? Dönme dolabın bir oturağındaki müşteriye çalışıyor. Öyle olunca devlet dönme dolabı bir o yana dönüyor, müşteri de o yana doğru dönüyor; dönme dolap tersine dönmeye başlıyor, müşteri de o yana dönmeye başlıyor. Dön baba dönelim yani…
“Devlet” deyince Devlet Bahçeli aklınıza gelmesin. O devlet adına Luna Park’taki dönme dolabın kahyasıdır: “Hade binen var mı” diye müşteri kızıştırıyor. Erdoğan biniyor, Devlet Bahçeli de şartele basıyor.
Dönme dolaba çocuklar biner demeyin. Aziz Nesin’in bir öyküsünde iki bekçinin gece yarısı Luna Park’taki dönme dolaba, şartele basıp zıplayarak binmesi, haliyle mekanizmayı durduramayınca sabaha kadar içleri dışlarına çıka çıka dönmesi anlatılır. O öykü insanı güldürür, lakin bu öykü milletin anasını ağlatıyor.
Normal olanı, her yeni dönme aşamasında bir başkasının dönme dolaptaki oturağa oturmasıdır. CHP’nin, İyi Parti’nin, diğerlerinin haline bakın. Düz yolda yürüyecek halleri yok. Nerde kaldı dönme dolaptaki oturağa otursunlar. Oturacak gibi yapıyorlar, lakin her defasında şapa oturuyorlar. Seçmene gelince, Luna Park’ı çevreleyen dikenli tellerin dışındalar. Bilet alacak paraları yok. Lakin dönme dolabı merakla izliyorlar. Tam dolapta döneni çürük domates yağmuruna tutacaklarken, bir bakıyorlar, adam tam tersi istikamette dönmeye başlamış. Olacağı bu, vatandaşın da aklı karışıyor. Kimisi “çürük domatesime yazık” deyip, seyretmekten vazgeçip, evinin yolunu tutuyor.
Dem Parti ne yapıyor? Size bir sır vereceğim ama, sakın kimselere anlatmayın. Gördüğüm kadarıyla Dem Parti, Luna Park’ın kuytu bir köşesinde elindeki metal kesme makasıyla dikenli telleri çaktırmadan kesmiş, “piyade” mi desem, “gerilla” mı desem, onlar gibi şeylerin yöntemiyle içeriye süzülüyor. Sanırım şarteli durdurmayı hedefliyor.
Evet, evet… Nedim Şener gibi zırzopların dediği gibi… Erdoğan’ı “kurtaracaklar”. Adamcağızın hali hal değil. Göz bebekleri yuvalarından belermiş. Kolay mı, yirmi yıldır dönüyor. Bu kadar dönseniz sizin de diliniz bir karış ağzınızdan sarkar, şorikleriniz sel olur akar, bir papucunuz uçup gider, yırtık çorabınızdan baş parmağınız fırlar. Midenize kramplar girer, etrafa yediğiniz herzelerin kusmuğunu saçarsınız. Olacak şey mi? Bir ana yavrusuna bu kadar yapılır mı? Vicdan. İnsanlık.
Bizim Quto dikenli tellere tırmanmış, iki avucunu boru yapıp bağırıyor:
“Reis dayan, yakında bu eziyet biter diye düşüniyem”…
Ne diyecektim, vallahi unuttum. Şunu diyecektim:
1929 dünya büyük ekonomik buhranı İkinci Dünya Savaşı’yla aşıldı. Topu topu on yıl sürdü.
Bizim kriz “buhranın” yanında devede kulak. Ama şu anda dokuzuncu yılında ve onuncu yılının ortasında güya, aşılacak da değil, aşılmaya başlayacakmış. Tevatür böyle.
Neden aşılamıyor dersiniz? Büyük buhran büyük savaşla aşılmadı mı? Savaşsa savaş. Yapmıyor muyuz? Neden krizden çıkamıyoruz ya hu?
Çünkü savaş devam ediyor etmesine de, artık bu savaşı devam ettirecek, Emevi Camii’nde namaz kıldıracak, Güney Kürdistan’ı yutup, Misak-ı Milli sınırlarına ulaştıracak, Mavi Vatan’da Barbaros paşaların yelkenine rüzgar dolduracak, Kudüs’te ezan okutacak para kalmadı. Gri listeden çıkma mecburiyeti, savaşın finansman kaynağı kokain, eroin, fuhuş, kumar mafyalarını, geçici de olsa durdurma önlemlerine yol açtı.
Ve… Koskocaman Ortadoğu’yu, Kuzey Afrika’yı yutma hedefinden elde kala kala kadim savaş alanı Kürdistan kaldı. Ha bitti, ha bitecek diye diye şükürler olsun, neredeyse yarım asrı devirdik.
Devirdik ama bu savaştan Türkiye’ye ekmek çıkmıyor. Ekmek küçülüyor ve kriz on yıldır bitmek bilmiyor. Bir HPG savaşçısını vurmak için bir milyon dolarlık “akıllı füze” fırlatan devlet aklında bir arıza olmalı. Ondan ki bu devlet aklının yerine “halk aklını” koymak tek çare iken, arızayı yine “alavere, dalavere Kürt Mehmet nöbete” hesabı zavallı Mehmet Şimşek’e tamir ettiriyorlar.
Apê Musa yaşasaydı bu “tamirci Kürdü” kulağından tutar, ensesine şaplağı yapıştırır, ona şu fıkrayı anlatırdı: “Hoca evin önünde kaybettiği anahtarını, sokağın başındaki fener direğinin dibinde arıyormuş, soranlara evin önü karanlık, burası aydınlık dermiş”. Apê Musa ardından kıssadan hisse çıkarırdı, “krizden çıkışın anahtarı İmralı’da, sen dönme dolabı birkaç yıl daha döndürmek için mekanizmanın anahtarını Türk’ün Luna Parkı’nın sahte ışıkları altında arıyorsun” derdi. Bir şaplak daha atar, “yazık değil mi zavallı adama, iyilik yaparken kötülük yapıyorsun”, diye geçer giderdi.
Apê Musa yaşasaydı, Mehmet Şimşek kulağının ve ensesinin acısıyla, belki aslına döner ve “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” diye bar bar bağırırdı.
Kimbilir?