İlk defa bir dernekte Jineolojî üzerine verdiği bir seminerde onun bu heyecanına tanıklık ederek karşılaştık Zilan’la. Heyecanına şahitlik eden herkeste bir hayranlık uyandırırdı kişiliği. Tüm heyecanına rağmen sadeliğini ve konuşma disiplinini koruyabilmesi herkesi etkilerdi.
Heyecanla anlatıyordu deneyimlerini ve öğrendiklerini. Kalbi ağzında, Jineolojî bilimi çerçevesinde yaptıkları çalışmalardan örnekler veriyordu. Özellikle Rojava’daki deneyimlerinden söz ediyor, bilimin yıllardır ötekileştirdiği hakikatin, Rojavalı bilge kadınlarda nasıl vücut bulduğunu anlatıyordu.
Zilan’ı tanımayan var mıydı gerçekten Güney Kürdistan ve Rojava topraklarında? Hiç sanmıyorum. Jineolojî’nin Zilan’ı olarak bilirdi herkes. Jineolojî, Zilan’ın kimliğine dönüşmüştü. Güney Kürdistanlı kadınların, siyasi göçmenlerin, katledilenlerin Heval Zilan’ıydı.
Jineolojî’nin Zilan’ı, herkesin yazılarını büyük bir hayranlıkla okuduğu Nagihan Akarsel’di. Doğduğu topraklardan sürgün edilmiş ama ülkesini kalbinde taşıyan her Kürt kadını gibi özünü filizlendirmişti Jineolojî’de. Düşlerinin peşinde dağ, bayır, dere, tepe gezmişti. Söze değil anlama inanıyordu Zilan. Anlam olmuştu Jineolojî’de ve anlamını bulmuştu orada. Var olmayı, kendi olmayı başarmıştı çünkü. Çevresindeki tüm kadınları da buna duyduğu inançla sarıp sarmalamıştı. İnanç ve anlam Zilan’ın yaşamının dinamikleriydi. Onlar olmadan yaşamanın imkânsız olduğuna hepimizi inandırmıştı. Çünkü Zilan, hakikatin çağlayan bir nehri gibi akıyordu tarihten bugüne…
Hep hayalleri vardı gerçekleştirmek için emeğini ince ince işlediği. Her anı emekti Zilan’ın. Emeği ve yaratmayı birbirinden ayrı düşünmezdi. Heyecanı hep diriydi. Yıllarca düşlerini kurduğu bir projesi vardı son zamanlarda. Karşılaştığı herkese Kurdistan’ın dört parçasındaki kadınları buluşturacak olan bir ulusal kütüphane projesinden söz ediyordu. Bir çocuk gibi yerinde zıplardı adeta kütüphane konusu açılınca, bir kelebek gibi kanat çırpardı.
Rojhilatlı, Başurlu, Rojavalı kadınları bu proje etrafında topladı. Sadece Kurdistan’da değil, Ortadoğu başta olmak üzere birçok ülkeden kaynak taramasına başladı. Bütün zarafetiyle dokuduğu bir evde kütüphanenin çalışmalarına başlamıştı bile. Kütüphaneye gelen misafirlerine heyecanla anlatırdı kafasında tasarladıklarını. Her santimetresine emeğini nakşetmişti Zilan.
Büyük bir sevinç taşıyordu. Kadınlara ait bir kütüphane yaratmak çok büyülüydü onun için. Kaybedilmiş 5 bin yıllık tarihin üzerindeki betonu söküp atmaya hazırlanıyordu bu projeyle. Bir çiçek filizlendirecekti unutturulmak istenen tarihin kuytularında. İnanıyordu, çünkü kadınların gücü ve inancıyla ilerliyordu.
Vaktiyle dokunduğu her kadının rengiyle boyuyordu kütüphaneyi. Hiçbirini unutmadan nakşediyordu emeğiyle duvarların soğukluğuna. Kütüphaneden içeri adım attığınızda sizi saran sıcaklık bundandı. Emeği karşılık bulmaya başlamış, kadınlar kütüphanenin etrafında çember olmuşlardı adeta. Zilan’ın emeği, kadınlar arasındaki en güçlü bağdı çünkü.
4 Ekim sabahı da aynı heyecanla uyandı Zilan. Her gün gidip geldiği yola koyuldu yine. Projesini bir an önce hayata geçirmeliydi. 4 Ekim sabahı evden çıktı ve alçakça bir şekilde arkadan vurularak katledildi. Katillerin Zilan’ın gözlerine bakabilme cesareti yoktu elbette. Çünkü kaybedilmek istenen bir tarihin emekçisiydi Zilan. Düşman, kendisinden güçlü biriyle göz göze gelecek kadar cesur olmadı ki hiçbir zaman!
Kuzey Kürdistanlı siyasi göçmen Zeki Çelebi, ondan 5 ay önce, 2 sokak ötede katledilmişti. Tam bir yıl öncesinde ise şehit ailelerinin Mam Şukrî’sini (Şükrü Serhed) vurmuşlardı Süleymaniye sokaklarında. Sonra Zilan’ı vurdular, sonra Hüseyin’i…
Zilan’ı katletmelerinin üzerinden tam bir yıl geçti. Zilan, asla yok edemeyecekleri bir hakikatin dervişiydi. Dilinde hep aynı cümle vardı Zilan’ın: ‘Emeğin adaleti vardır.’ Ondandır ki bugün Zilan emeğiyle dilden dile su gibi akarak destanlaştı. Yankısını bulan ses misali çağlardan günümüze, şimdiden geleceğe aktı. Akmaya da devam edecek.