Tarih tekerrür mü eder, yoksa yaşanılması gereken ölçülerde sürer mi?
Tarih tüm yaşam mizansenleri gibi toplumsal bir gerçeklik, Toplum ise tarihsel bir olgudur. Toplumu ifade eden her kavram, kuram, anlam ve kurum tarihseldir. Bunlar ya süreç içinde oluşmuştur ya da oluşumu sürmektedir. Yönetim olgusu da böyle bir gerçeği ifade etmektedir. İnsan türünün toplumsal özelliği daha ilk gününden başlayarak yönetim olgusuyla gelişmiştir. Toplumsal formun biçimi zaman içinde değişiklik göstermiş olsa bile bu gerçeklik toplumun varoluşunun bir gereği olarak toplumsallıkla birlikte gelişmiş, değişik toplumsal formlara bağlı olarak değişimler geçirmiştir. Yönetim olgusunun değişmeyen bir yönünden bahsetmek gerekirse; o da onun topluma ait bir olgu olduğudur. Yönetimin bu yönü başta ne idiyse bugün de odur. Toplum için anlamından da öneminden de bir şey yitirmemiştir. Çünkü yönetimi elinden alınmış toplum, iradesi ve özgür yaşamı elinden alınmış toplumdur. Bunun sonucu ise parçalanma ve dağılmadır. Tarihsel olarak oluşturduğu tüm maddi ve manevi kültür yaratımlarından kopma anlamına gelir. Bu da toplum olmaktan çıkmadır. Yaşamsal ihtiyaçlar ve toplumun kendini sürdürebilirliliği için insan zekâsının ulaştıgı sonuçlar yönetim olgusunu geliştirmiştir. Tarihsel toplum en büyük kırılmayı iktidarın ve onun en gelişmiş yapısal sistemi olarak devletin gelişmesiyle yaşadı. İktidar, tarihsel toplumun inkarı üzerinden gelişirken, toplumun yarattığı tüm maddi ve manevi yaratımları, zihniyet yapısını da iktidar sahiplerinin çıkarlarına göre yeniden düzenledi. Ahlakın yerini devletin hukuku, toplumsal özyönetimin yerini ise idare aldı. Toplumsal ilişkiler artık toplumun esnek yapılı zekasına, özgürlük ve demokratik katılımına göre değil, iktidar sahiplerinin ve gaspçıların tekçi ve mutlakiyetçi anlayışlarına göre şekil aldı. Yine devletin en gelişmiş pozitif hukuk kurallarıyla idare edilmesiyle, bir diktatörün keyfi despotik idaresi altında olmasının da nitelikçe hiçbir farkı bulunmamaktadır. Çünkü iktidar ve devlet idare eder, halk ve demokrasi yönetir.
Türkiye’de bir yıl önce Afrin’de yaşanan işgalin tekrarı gibi bir tablo karşımızda duruyor. Yine savaş tellalları vatan, millet, Sakarya sloganları ile milliyetçiliği hortlatmaya çalışıyorlar. Sınırda çekimler yapılıyor, haritalar üzerinde yorum yapan sözde savaş uzmanları buralara yerleştirilerek bunlara “topraklarımızın güvenliği, devletimizin bekası” naraları attırılıyor. Halk açlıkla mücadele eder pozisyonda tutularak, onlardan çalınıp çırpılan paralar bombalara harcanıyor ve kendi evlatlarının kanlarının akıtılmasına böylece vesile ediliyorlar. Yani devlet açısından durum tekrar, fakat demokrasi ve mücadele cephesinde durum çok daha farklıdır. Ülkenin geldiği bataklık karşısında endişe içinde olan demokrasi cephesi; bu durumun kritikliğinin farkındalığıyla, yurtseverlik görevleri doğrultusunda, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmenin çabası içerisindedir. Bir toplumun kurtuluşunun ancak topyekûn bir hareketle sağlanacağının bilinciyle yaşanan bu gerilemelerin karşısında halkı ve toplumu irade kılacak mücadeleleri daha da geliştirmek önemlidir. Bu nedenle yerel seçimlerin bir sivil darbe niteliği taşıyan karakterine rağmen, bu seçimleri mücadele esaslı olarak ele almak halkı irade haline getirmenin birincil yoludur. Çünkü halkın kendi şehrini yönetme istemi özgürlük için gerekli bir adımdır. Özgür bir yaşama ulaşmak için yönetim olgusunu doğru ele almak ve kurumsallaştırmak önemli bir mihenk taşıdır. Bugün öncüsünü belirlemiş olan Kürt halkı, öncülerine yönelik gelişen saldırıları bertaraf etmek için bedenini ölüme yatırmaktadır. Tabi bunun öncülüğünü yapan DTK Eş başkanı Leyla Güven’in içine girmiş olduğu demokratik eylem, Kürt halkının öncüsüne ve şu ana kadar elde etmiş olduğu tüm kazanımlara sahip çıkma ve bu mirasları geleceğe taşırma eylemidir. Doğal olarak sonuna kadar desteklenecek ve saygı duyulacak bir girişimdir. PKK lideri Abdullah Öcalan şahsında, Kürt halkına ve tüm mücadele odaklarına yönelik gelişen saldırılara cevap niteliğindeki bu eylem, Afrin sürecine benzetilmeye çalışan bu sürecin tekerrür etmeyeceğine de en güzel cevaptır. Yani tarih tekerrür etmez, tekerrür eden iktidar ve yöntemleridir. Her dönemde tekrarlanmaya çalışılan bu saldırganlık ve işgal girişimlerine tepki verecek ve bu süreci mücadeleye evirecek bir öncü çıkar. Bu sürecin öncülüğünü de Leyla Güven yapmaktadır. Şu an ise onlarca tutuklu bu yolda yürümekte ve bu saldırılara karşı sesiz kalınmayacağını, gelişen her türlü saldırı ve tecride karşı durulacağını göstermişlerdir. Bu mücadele Türkiye halklarına da içinde oldukları durumu hatırlatacak bir uyarıcı değerindedir ve onlar da gerçeği göreceklerdir.
Bu sürecin vahameti ne Gezi olayları hatırlatılarak savrulan tehditlerle, ne Fransız ihtilalini gerici gösterecek açıklamalarla, ne de ülkeyi savaşa sürükleyerek saklanabilir. Gerçekleri ne kadar izole etseniz de değiştiremezsiniz. Gerçek metafiziktir ve her yerdedir.