M. Ender Öndeş
O kahvaltı tabağını gördünüz mü? Üç beş dilim domates, birkaç zeytin, yanında karton bardakta çay… Büyük resim büyük resim diye yırtınanların hiç ama hiç görmediği, görse de anlayamayacağı “küçük resim”dir işte o. Basit, sıradan bir şeydir ama HDP’nin ta kendisidir. Gazetecilik hayatım boyunca Edirne’den Ağrı’ya kadar gittiğim her HDP binasında görmüşümdür. Adı Fehime’dir, Deniz’dir, Ahmet’tir, Mehmet’tir ama hep vardır onlar. Sabahları erkenden gelir, çay demler, akşamdan kalmışsa çöpü boşaltır, fırından sıcak ekmek, simit, dağıtımcıdan gazeteyi alır. Sonra ‘rojbaş’lar başlar toplantı saatine doğru, her gelen mutfağa geçer sıcak çay için… “Çarıklı Erkan-ı Harp” denirdi eskiden; çoğu öyledir. Gazeteyi en derinlemesine onlar okur, televizyon haberlerini en çok onlar izler; yerel siyasetin üstadıdırlar ama geneli de boş geçmezler, yakaladıkları herkesle “paradigmasal” tartışmalar yaparlar. Yakayı kaptırırsan, yandın! Röportajlarına gecikirsin, araçları kaçırırsın ama çok şey de öğrenirsin.
Üsküdar’da Cemal Abi vardı, nasıl bir sıcaklıkla karşılardı insanı anlatamam; zehir verse içersin, o kadar yani. 7 Haziran sonrasında, 1 Kasım’a doğru giderken, “Olsun yine kazanırız” diyordu. Kasım’ı göremedi. Ekim’de aldılar aramızdan onu; 10 Ekim’de!
Denizi vurdular şimdi de. Dahası var; sonradan öğreniyoruz ki, aslında sabah gelip partiyi açması gereken kişi annesi. Anne Fehime Poyraz rahatsız olduğu için kızı Deniz geliyor. Bahçeniz bahar görmesin sizin, bir genç kadını vurmakla kalmadınız, bir annenin sırtına koca bir dağ yüklediniz.
Kimse boş liberal gevezelikler uydurmasın artık. O devir kapandı. Kimse “provokasyon” gibi aptalca laflarla, “bizi sokağa çekmek istiyorlar” soytarılıklarıyla ve “az kaldı gidecekler” üzerinden umut tacirliğiyle kafa ütülemesin. Yeter!
“İzmir’imiz huzur kentidir. Bu huzura zarar verecek her türlü girişimin karşısındayız” diyor şarlatanın biri dün. Senin de bahçen bahar görmesin, ne huzuruymuş o öyle? Kimse âşık olmadı senin betondan metropolüne! Canlarını kontra katillerin elinden kurtarmak ya da kör boğaz nafaka uğruna yollara düşüp geldi bu insanlar; gelip de Kadifekale’leri kendilerine yurt yaptılar. Göç nedir bilir misin sen? Yanmış bir köye son kez baktın mı hiç acıyla? Zindan kapılarında sıra bekledin mi hiç? Asit çukurlarından kemik topladın mı?
Kimse üzerimize “bu saldırı hepimize, demokrasiye yapılmıştır” gibi gevezelikler de püskürtmesin artık! Kimse “her türlü terör” şaklabanlıklarının ardına sığınıp gözümüze perde çekmeye kalkışmasın! Deniz’i vurdular Deniz’i! Genelleştire genelleştire bu somut gerçeği bulanıklaştıramazsınız. Deniz Poyraz isimli gencecik bir kadın dün aramızdaydı, bugün yok. Somut ve çıplak gerçek bu! Herifin biri elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin kapısından içeri girdi ve bir kadını katletti. Bu kadar yalın her şey!
Yeter artık! Kimse bize ‘helalleşme’den, ‘sabır’dan, gelecek güzel günlerden söz etmesin. Şimdiyi yaşıyoruz hep birlikte, şu anı yaşıyoruz. O kahvaltı tabağı orada duruyor; o soğumuş çay hâlâ orada.
Huzur mu dediniz? Eyvallah, tamam. Ama önce adalet! O yoksa, evladını yitirmiş bir annenin uykusuz geceleri kuşatıyorsa hayatı; yere batsın sizin huzurunuz! Zehir olsun içtiğiniz su, zıkkım olsun yediğiniz ekmek!
O tabağa, o karton bardağa ve dimdik duran o annenin içinde kopan fırtınalara andolsun ki hepinizi defedeceğiz!