Ekonomi çökmüş, halk hızla yoksullaşıyor… Olabilir! İşçiler, emekçiler kölelik koşullarında çalıştırılıyor… Olabilir! Öğrenciler, gençler barınamıyor, yurt dışı hayalleri kuruyorlar… Olabilir! Çiftçiler, köylüler harp-bitap, tarım can çekişiyor… Olabilir! Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ayyuka çıkmış, adalet yok… Olabilir! Sokaklar, meydanlar polis işgali altında, işkence her yerde… Olabilir! Kürt Bakan olabilir mi? Hayır, olamaz, asla!!!!
Saraylılar, han-ı yağma düzeninin devamı için basit ama işe yarar bir seçim tuzağı kurmuş durumdalar. Bu basit planın içeriği, ekonomik çöküntü, yoksulluk, yolsuzluğu gündemden silmek; Altılı Masa denen sistem muhalefetini “iç ve dış düşmanlar” retoriğine mahkûm etmek, onları milliyetçi-militarist çizgide propaganda yapmaya zorlayarak tek kale maç kıvamında seçimi kazanmak! Bu basit plan belki dünyanın başka bir yerinde gülünç bulunabilir ama demokrasi ve özgürlüklere düşmanlıkta Saray Rejimi’ne rakip olan Altılı Masa göz göre göre bu tuzağa düşmeyi tercih ediyor.
Daha doğru ifade biçimiyle, demokratikleşme ve Kürt sorunun çözümü ihtimali karşısında Tayyip Erdoğan’ın iktidarını yeğliyorlar. MHP, devlet aygıtının Kürtlere karşı inkâr-imha siyasetine ve emekçilere karşı maksimum sermaye kârlılığına dönmesi koşuluyla Saray Rejimi’nin ortağı olmuştu. MHP’den fiziken ayrılan ama fikren MHP’nin ikizi olan İyi Parti’nin Altılı Masa’ya dahli, MHP’nin Saray’a kapaklanma gerekçesiyle birebir aynı. Devlet Bahçeli, müesses nizam adına RTE’yi kontrol ederken, Meral Akşener ise RTE’nin olası bir seçim yenilgisi durumunda hiçbir şeyin değişmediği, sadece bir kişinin değiştiği düzeni koruma adına Kemal Kılıçdaroğlu’nu kontrol ediyor. MHP-İyi Parti, bölünmüş otoyol misali Saray Rejimi’ne gidenleri ya da dönenleri “yolda” tutma görevini icra ediyorlar.
Saray Rejimi’nin çözülmekte olduğu ve devletin derinliklerinde bu çözülüşün demokratik bir dönüşüme yol açmaması için tedbirler alınmakta olduğunu sağır sultan bile biliyor artık. 2015 yılında devlet tarafından başlatılan topyekûn savaş konseptinin kesintiye uğramadan sürdürülmesi gerektiği fikri devletlûların ortak fikri. Emekçiler, Kürtler, devrimciler üzerinde kurulan büyük baskının bir an gevşemesinin “beka sorunu” yaratacağı korkusunu iliklerine kadar hissediyorlar. Demokratik bütün kazanımların ilga edildiği, sokağın mühürlendiği, Kürtlere çöktürme planının işlediği koşulların devam etmesi gerektiği fikrindeler; çünkü Kürt ulusal bilincinin hiç olmadığı kadar uyandığını görüyorlar. Diğer yandan, işçi ve emekçilerin mücadelesinin gerilemiş olmasının şovenist politikaların uygulanması için fırsat ve sermaye sahiplerinin devlet erkine daha fazla destek vereceğini hesaplıyorlar.
Bu elbette ikiyüzlü bir hesap, Saray Rejimi, Kürtlere “AKP geçmişte Kürt açılımı yaptı” diye fısıldayarak açılım umudunu sömürmeye devam ederken; Türkiye’nin batısında da “Altılı Masa’nın gizli ortağı HDP” şeklindeki faşist sayıklamalar ekseninde şovenizmin nimetlerinin keyfini sürüyor. Altılı Masa’nın, AKP-MHP ile milliyetçilik yarışına girmesi doğal olarak HDP’lilerde “bunların AKP-MHP’den farkı yok” fikrini uyandırıyor. RTE, içi boş “Kürt kardeşlerim” sözüyle Kürtlere karşı Altılı Masa’dan daha “makul” bir poz veriyor. Sistem muhalefetinin Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı vermesini kimse beklemiyor ancak temel insan haklarından, seçme-seçilme hakkından bile kazara bahsedilse “olmaz-olamaz” naraları atan sistem muhalefetinin çapsızlığı karşısında, muhalefetin Saray Rejimi’nden kurtulmayı pek de istemediği yönündeki endişeler giderek pekişiyor.
Meral Akşener’in geçmişteki karanlık icraatları bir yana, Susurluk çetesinin mensubu, kirli savaş ağası Sedat Bucak’ı ziyareti, olası iktidar değişimi durumunda Kürtlere ve devrimcilere karşı kirli savaş yöntemlerinin devletin dehlizlerinde yeniden ısıtıldığına delalet. CHP’nin bu gelişmelere söyleyecek bir sözünün olmaması, M. Akşener’i kızdıracak söz söyleyen Gürsel Tekin’e ayar vermeye çalışması, CHP’nin İyi Parti’nin uydusuna girdiğini iyice ortaya serdi. K. Kılıçdaroğlu’nun, Diyarbakır gezisinde söylediği “Kürt sorununu biz çözeriz” sözleri İyi Parti mensuplarının ırkçı söylemleriyle çoktan berhava oldu bile.
İktidar ve sistem muhalefeti “İyi’den İyi’ye” faşizm kulvarında koşa dursunlar, Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerine özgürlük mücadelesini omuzlamak gibi tarihsel bir görev düşüyor. Kürt halkının seçme-seçilme hakkını “o bölgede sandıktan çıkanı irade olarak görmemek gerekir” diyerek yok sayan, seçtiği belediye başkanlarına kayyım atayan, seçtiği milletvekiline işkence yapan ve hatta bir mezarı bile çok görerek insan kemiklerini kaldırıma gömen ırkçı zihniyet aynı zamanda yolsuzluk ve yoksulluğun müsebbibi. Sistem sahiplerinin “beka beka” diyerek ortada dolaşması sadece taktik bir söylem değil. Maddi ve fikri olarak tükenmişlik sendromu yaşayan, şiddetten başka çıkar bulamayan fasit bir daire içinde kendi kuyruğunu kovalayan iktidar-muhalefet, demokrasinin tam anlamıyla tıkacı halindeler. Egemen siyasetin bütün kanatlarıyla birbirine benzerliğinin boğucu bir hava yarattığını inkâr etmek mümkün değil. Diğer yandan devlet paradigmasının artık esneyemediği gün gibi ortada. Saray Rejimi’nin her yanından yükselen ve yer yer muhalefeti de ürküten çatırtılar, bu kırılmanın sinyallerini veriyor. Bu koşullarda devletlûların endişeli, halkların-emekçilerin umutlu olması için çok sebep var. Umutlu olmak güzel ama unutmamak gerekir ki; Umut, birleşik mücadeleyle kaimdir.