Kalın camlı gözlükleri üzerinden ağırbaşlı ve düşünceli gözlerle baktığı fark edildiğinde olay da kendiliğinden aydınlanmış oluyordu. Yedi yaşlarındaki çocuk yetmiş yaşındaki ihtiyarlar gibi bakıp gülümsüyor. Huysuz ve cana yakın, mesafeli ve ilgili, aldırışsız ve istekli, esnek ve geçimsiz. Tam bu anda da asıl meselenin hızlandırılmış zamanla ilgili bir şey olduğu teslim edilir. Çocuklar büyümüyor, çocuklar yaşlanıyor. Yirmili yaşlarına geldiğinde ortalama bir ömür süren herhangi bir insanın görüp göreceği her şeyi yaşamış ve tüketmiş oluyor. Yaşanan çağ ve dönüşen toplumla ilgili bir şey sanılır bozulma. Şimdiki zaman kötüdür, toplum da öyle; o halde, zamanın iyi ve toplumun da mükemmel olduğu bir altın çağ da geçmişin derinliklerinde bir yerde bekliyor olmalı. Özlem ve umutlarla ağırlaşmış bu altın çağ düşüncesi peşini bırakmaz, hüzne boğulmuş olanın. O mutlu geçmiş zamanı geri getirememenin acıklı iç çekişleri, yaşanmış gerçek bir tecrübeymiş gibi kurgulanan anılarla karışır. Asıl mesele herhalde şudur; yaş aldıkça insanın kendisindeki bozulma, toplumsal bir bozulma gibi görünmeye başlar gözüne.
Birkaç yüzyıl öncesine ait metnin göze çarpan bir sahnesinde, bugüne has can sıkıntısının aynı buhranlar eşliğinde hüküm sürdüğünü görmek teselli edici olabilir. Oradan da anlaşılacağı üzere, kendi zamanından şikâyetçi olmayan yalnızca yaşlanmaya hiç gönül vermeyen diri ruhlar olabilir. Siyasi bunalımları her zaman ahlaki bunalımlar izler. Ahlaki bunalım boy gösterdiğinde, ana ve kişiye özel olanla genele ait olan karılır. Bir an önce Paris’e gitmezse, erkekleri o kadar gülünç olan yaşadığı yerde hiçbir zaman evlenemeyeceğini dile getiren ve “Size anlatacak hiçbir şeyim yok, sizin tek yapacağınız şey, görmek” diyen güzel işçi kıza bakıp not vermesi gereken adam, bugünün herhangi bir yaşlı ağızdan konuşur gibidir.
Gözkapakları üstüne demlenmiş portakal yaprağı sermiş bu iyi yürekli ama biraz zampara yaşlı şövalye, “Yavrum, ne yapalım, toplum değişiyor, kadınlar şimdi ortaya çıkmakta olan o korkunç düzensizliğin soylular sınıfı kadar kurbanı. Yazık, yakında kadın artık var olmayacak, kendini duygusallığa kaptırarak çok şey yitirecek; sinirlerini bozacak ve utanç duymadan arzulanan, teklifsizce kabul edilen ve içinde sarhoşlukların ancak bir amaca ulaşma aracı olarak kullanıldığı, zamanımızın o güzelim zevkini artık tadamayacak; kadınlar bunu hastalık haline getirecekler, bu hastalık da demlenmiş portakal yaprakları sayesinde sona erecektir (gülmeye başladı); kısacası evlilik çok can sıkıcı bir şey olacak. Benim zamanımda ne kadar neşeli bir şeydi! Ondördüncü ve onbeşinci Louis’nin hükümdarlık dönemleri, bunu unutma çocuğum, dünyanın en iyi ahlakına veda edilen dönemler oldu.”
“Dünyanın en iyi ahlakına veda edilen dönemlerin” işçi kızın zamanından ve bizim zamanımızdan daha “üstün ve iyi” olduğunu gösteren hiçbir kanıt bulunmuyor ne yazık ki. Bütün mesele, “benim zamanım” dediği şeyle ilgili. Artık yaşlı bir adamdır ve yeni bir başlangıç ihtimali de görünmüyordur ufukta. O yüzden genç kızın acelesi, hızlanan bozulmanın çoğalan belirtileri gibi gözlerinin önünde ışıltılar saçarak dönmeye başlıyor. Onda reddettiği her şey, onda arzuladığı her şey. Talep belli aslında. Yoksa ne onca dert ettiği genç kadınların “zamanımızın o güzelim zevkini artık tadamayacak” olması, ne de ıstırap dolu o iç çekişlerde sezdirilen asil amaçlar umurunda.
Bir neslin hastalığını bir çağ bunalımı gibi görmek, kişiyi de bir şekilde hastalığından kurtarıyor. Hızla yaşlandığında yaşayamadıkları, “iyi ahlakına veda edilen eski dönemlerin” üstünlüğüne ait soylu anılar gibi zihindeki boşlukları doldurmaya başlıyor. Hüzün ve kederle anılan, artık biyolojik işlevlerine tekabül etmeyen yaşamsal içgüdülerin çözülüşüdür hâlbuki. Bütün meseleleri ele aldıktan ve onları şahane bir şekilde saptırdıktan sonra erdemler ve günahlar gibi yargılar da bir tür tarihi deneyimden kurtarılmış ve genele ait kılınmış olur. Bunalımda olan kişi değil, onun gözünde bütün bir çağ ve herkestir artık. Bu yansıtılmış bakışta tüm biçimler sararır, ay büzüşür, güneş dökülür. Her şey aşınır, hüzün de en samimi derin iç çekişler de…