Buradan hareketle, İstanbul’dan yola çıkarak, Erzurum, Sivas, Mamüratü’l-Aziz, Bitlis, Van ve Diyarbakır vilayetlerini kapsayan ‘Vilayet-i Sitte’ coğrafî bölgesi başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok köşesinde peşine düştüğü ve zengin Anadolu kültürünün, Rumlar, Süryaniler, Yezidiler, Gürcüler ve Kürtler ile birlikte önemli bir cüzü olan Ermeni kültürüne ilişkin gözlem ve yorumlarını aktarmış söyleşilerinde
Ragıp Zarakolu
Stockholm.
Bugün köşemde, Attila Tuygan’ın TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından yayınlanan, Mimarlar Odası Tarihinden Portreler dizisinde yer alan ‘Zakarya Mildanoğlu’ adlı kitap için yaptığı değerlendirmeye yer vermek istiyorum. Mimarlar Odası bu dizide birçok değerli mimarımıza yer verdi. Ve Mildanoğlu sağ olsun, bu nehir söyleşinin imzalı bir nüshasını göndererek onurlandırdı beni de Attila gibi.
“Yakın arkadaşı Saliha Arslan’ın, 12 Aralık 2017 ile 29 Mart 2018 arasında gerçekleştirdiği on görüşmede Mildanoğlu’nun aktardıklarını kaleme aldığı kitap, sadece bir mimarın portresi değil, mimarlık mesleği ile siyasetin iç içe geçtiği bir yaşam öyküsünden, ülkemizin acılı yakın tarihine; Anadolu’nun zengin kültürel birikiminden, yüzyıllara yayılmış Ermeni mimarî yapılarına değin uzanan ve fotoğraflarla zenginleştirilmiş bilgiler derlemesi…
Mildanoğlu ile tanışalı birkaç yıl oldu ama bir ağabey şefkati ve yumuşaklığıyla, yaşamıma giren en nitelikli insanlardan oluvermesine yetti bu süre. Ermeni kültürü ve mimarisi üzerine bitmez tükenmez bir enerjiyle sürdürdüğü araştırmalarının; Ermeni halkının tüm Anadolu’daki izlerini gün yüzüne çıkarmasının; bu bağlamda gerçekleştirdiği arkeolojik gezilerin ve başta Van Gölü Ahtamar Kilisesi olmak üzere Ermeni anıtlarından hâlâ ayakta kalmış olanların restorasyonu sürecine dahlinin yanı sıra Türkiye’de demokrasi ve insan hakları konusundaki çabalarını hep ilgiyle takip ettim ve etmeye de devam edeceğim. Ayrıca Agos Gazetesi’ndeki köşe yazılarının tiryakisiyim.
Arka kapaktaki yazıda ‘… Ben bir meslek adamıyım, mimarım, aynı zamanda Ermeni’yim. Bir uygarlığa, bir kültüre sahip bir ulustan, çok farklı alanlarda tarihe damgasını vurmuş, bu topraklarda binlerce yıl boyunca üretmiş, yaratmış bir halktan geliyorum. Ermeni olduğumu söyleyince ‘onlar iyi sanatçılardı, ustalardı; onlar gitti, bu topraklar çölleşti’ deniyor. Bu ve benzeri sorularla karşılaşmayı doğal sayıyorum. ‘Niye, ne oldu, ne yaşandı?’ sorularına cevap olarak yüzlerce cilt dolusu araştırma, tez var. Cevapları fazlasıyla oralarda bulmak mümkün’ diye bir tür iç çekişte bulunmuş.
Buradan hareketle, İstanbul’dan yola çıkarak, Erzurum, Sivas, Mamüratü’l-Aziz, Bitlis, Van ve Diyarbakır vilayetlerini kapsayan ‘Vilayet-i Sitte’ coğrafî bölgesi başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok köşesinde peşine düştüğü ve zengin Anadolu kültürünün, Rumlar, Süryaniler, Yezidiler, Gürcüler ve Kürtler ile birlikte önemli bir cüzü olan Ermeni kültürüne ilişkin gözlem ve yorumlarını aktarmış söyleşilerinde. Bu arada kişisel anıları üzerinden dramatik olaylara sahne olan Türkiye’nin politik ve sosyal tarihine de ışık tutmuş. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, lise eğitimimi aldığım Kuleli Askerî Lisesi’nin bir dönem Ermeni yetimhanesi olarak kullanıldığını öğrenmek de sürpriz oldu benim için.
Saydığım halklar zengin Anadolu kültürünün birer ürünü ve parçasıdır demiştim. Evet, bunlar bu yanından alıp, öbür yanındakine vererek birbirlerini beslemişlerdir. Yine, her biri çağcıllarıyla da sürekli bir etkileşime girerek hem kendisini değiştirmiş, hem de diğerlerinin dönüşmesine katkıda bulunmuştur. Öte yandan, tarih boyunca birbirleriyle etkileşirken 11. yüzyıldan itibaren de Anadolu Türk-İslam mimarisinin ve plastik eser, duvar resmi ve minyatür gibi pek çok sanatın oluşmasına katkı sağlamışlardır. Ayrıca, belki de Mimar Sinan’dan başlamak üzere, Ermeni mimar ve duvar ustaları yüzyıllar boyunca Osmanlı mimarisine damga vurmuşlardır. Yine, başta Balyan ailesi olmak üzere pek çok Ermeni’nin Osmanlı saray sanatının oluşmasında ne derece etkili olduğunu da biliyoruz.
Biraz da depreme sıkça maruz kalan bölgelerde ortaya çıkan Ermeni mimarisi, bu tehlikeyi göz önünde bulundurarak inşa etme eğiliminde olmuştu hep. Ermeni yapıları alçak ve kalın duvarlı olurdu örneğin. Büyük yapılar inşa ederlerken de pek ahşap ya da tuğla kullanmamış; sağlam binalar üretmek için kireç harcı, kırık tüf ve etrafında ince tüf tabakalarının dizildiği kaya karışımı çekirdekten oluşan bir tür betonarme yaratmışlardır. Ancak, Ermeni halkının, tehcir ya da imhası ardından, kültürel mirasına da tecavüz edildiği için, neredeyse günümüze kadar gelen süreçte Anadolu’da yüzlerce kilisesi yıktırılmış ve belki binlerce yapısının da harabeye dönüşmesine ya da inşaat malzemesi olarak kullanılması için taşlarının yağmalanmasına ya da imar gereği yıktırılmasına izin verilmiş olması hasebiyle sözünü ettiğim yapı ve anıt eserlerden zamana direnen çok az örnek vardır. Bunların da, özellikle turizm açısından önemli olanları çoğu zaman ya Selçuklu-Türk ya da en hafifinden Bizans kökenli olarak yansıtılmaktadır. Çoğunun da doğru dürüst incelemesi yapılmamıştır. İşte Mildanoğlu burada devreye girmiş, zengin kültürel birikiminin izlerinin peşinden giderek; geziler düzenleyerek; söyleşiler ve paneller yaparak bu birikimin korunması ve kayda alınması bağlamında olağanüstü çaba göstermiştir.
Elimdeki kitabın serüvenini de bu oluşturuyor zaten. Bütününde sade ve yalın bir dilin kullanıldığı yol gösterici bir kaynak olan kitabın, şahsen en hoşuma giden kısmı da, Zakarya Ağabey’in, yıllar önce Belge Yayınevi’nden çıkan Yasemin Gedik’in hazırladığı ‘Dünya Hepimize Yeter’ adlı nehir söyleşi kitabı yayımlanmış; yaşlı genç, herkesin ‘Usta’sı Sarkis Çerkezyan ile tanışmasından itibaren politik olarak etkilenip ‘solcu’ olmasına ve bunun bedelini de nasıl ödediğine dair içten ifadelerini barındıran ‘Politik Yaşamı’ başlıklı II. Bölüm oldu. Satışı engelsiz ve bol olsun..” diye sonlandırıyor Attila Tuygan değerlendirmesini.
Bu son bölüm beni alıp, hepimizin TİP Eminönü ilçesinden, hepimizin ustası olan Sarkis Çerkezyan’ın son günlerine götürdü. Sarkis Usta Kumkapı’da Ermeni vakıflarına ait küçük bir evde kalıyordu. Altta girişten sonra küçük bir oda, tahta merdivenlerle çıkılan üst katta ayrı bir oda.
Sarkis Usta Kumkapı’dan yola çıkar yürüyerek, önce Binbirdirek Sarnıcı’na komşu Belge yayınlarına uğrar, oradan yine yayan yola devam edip, Köprü’yü aşıp, Tünel ile yukarı çıktıktan sonra Aras Yayınları’na uğrardı, Sonra yine yayan yola devam edip Harbiye’deki Agos Dergisi ofisine giderdi.
Bu yürüyüşlerinde Bebek’te misyonerlere yıkılacak bir binada devasa bir 19. Yüzyıl Ermeni gazeteleri koleksiyonu bulacak ve bundan Zakarya Mildanoğlu’nu haberdar edip, çöpe atılmadan kurtarılmalarını sağlayacaktı. Belki de, Mildanoğlu’nun “Ermenice Süreli Yayınlar1794-2000” (Aras Yayınları 2014) adlı çalışmasının önü bu keşifle açılacaktı. (*)
Usta’nın 90. Yaşını, İstiklal Caddesi üzerindeki Ahmet Akif Mücek ve önceleri Belge Yayınları’nın değerli elemanlarından biri olan Kıymet Yıldırım’ın yönettiği Rengahenk Kültür Merkezi’nde kutlamıştık.
100 yaşına doğru yürüyen Meskene Kampı doğumlu Sarkis Usta artık yürüyemez, yataktan çıkamaz olmuştu.
O son döneminde artık dökülmeye başlayan Vakıf evini Zakarya ve eşi Jale Mildanoğlu, mükemmel bir biçimde restore edeceklerdi. Ve ustamız burada yaşama veda edecekti.
Kitap vesilesiyle bu restorasyonu eklemek istedim.
Zakarya ve Jale Mildanoğlu, iyi ki varsınız.
(*) Zakarya Mildanoğlu’nun bir başka değerli kitabı da “İzmir Ermenileri/Ege Kıyılarının Yitip Gitmiş Sakinleri” (Aras Yayınları 2017)