Umut Kitapevi’nin devlet içindeki derin yapılarca bombalanmasının üzerinden 14 yıl geçti. Halkın suçüstü yaptığı JİT elemanlarının devlet tarafından korunduğunu söyleyen kitap evinin sahibi Seferi Yılmaz yargılamadan umutsuz. Dönemin AKP’li vekili A. Faruk Ünsal ise Erdoğan ile derin devletin anlaştığını vurguladı
Adnan Bilen/Hakkari-MA
Türkiye’de ilk kez “derin devlet” yapılanmasının küçük bir bölümü bundan 14 yıl önce 9 Kasım 2015’te, Hakkari’nin Şemdinli ilçesindeki Umut Kitapevi’ni bombalarken suç üstü yakalanmıştı. Kitapevinin bulunduğu Özipek Pasajı’nın içine atılan 2 el bombası ve sonrasında yaşananlar, Türkiye’nin karanlık tarihi için adeta bir turnusol kağıdı olacaktı. Halk tarafından suçüstü yakalanan bu derin ve karanlık güçler ya ortaya çıkarılacak ya da Şemdinli tıpkı Susurluk, Yüksekova Çetesi ve benzeri yüzlerce karanlık olay gibi Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybedilecekti. Yargılama süreçleri, sanıkların aldığı cezalar, yapılan açıklamalar ve en nihayetinde tüm sanıkların beraat etmesi Şemdinli Davası’nın seyrinin nereye gideceği konusunda da yol gösteriyor. Sonuç olarak; halkın suçüstü yakalayarak, bizzat devlete teslim ettiği bu karanlık güçler, “olay mutlaka açığa kavuşacaktır” söylemini ortaya koyan AKP hükümeti döneminde aklandı. 14 yıllık sürecin ardından devletin “iyi çocukları” görevlerine geri döndü.
Umut Kitapevi bombalanması Hakkari ve ilçelerinde 4 ay içerisinde yaşanan patlamaların son halkasıydı. Özellikle 1 Ocak- 9 Kasım 2005 tarihlerinde çoğunluğu Şemdinli olmak üzere, 6’sı kamu binalarına yakın yerler, iş merkezleri, askeri alanlar, lokantalar ve otobüslere yönelik tam 22 bombalı eylem yaşandı. Bu patlamalarda 5 asker yaşamını yitirmiş, onlarca asker ve sivil yaralanmıştı. Art arda patlayan bombaların adresi ise; 2005’in Temmuz ayında Yüksekova’da dağıtılan tehdit bildirilerinin arkasındaki “Türk İntikam Tugayı” (TİT) isimli gizli örgütü işaret ediyordu. Hakkari’de son 4 ay içerisinde yaşanan bunca karanlık olayı yapanların son bombası ise Umut Kitapevi’nde patlatıldı.
Bir gün önce geldiler
Umut Kitapevi bombalanmadan bir gün önce yani 8 Kasım’da 3 kişi 30 AK 933 plakalı bir araçla Şemdinli’ye geldi. İlçe merkezinde park edilen bu araçtan inen bu kişilerin, ilçe merkezi ve özellikle Özipek Pasajı’nın önünden defalarca geçmesi ilçe halkının dikkatinden kaçmadı. Nitekim bombalama sonrası dinlenen tanıklar, 8 Kasım’da hiç tanımadıkları bu 3 kişinin ilçe merkezinde yaptıkları incelemeyi, kişilerin hareketlerini oldukça dikkat çekici bulduklarını söylemişti. 9 Kasım sabahı aynı araç yine ilçe merkezine gelecek ve tam AKP ilçe binasının önünde park edecekti. Daha sonra ortaya çıkan ifadelere göre plan şöyle işleyecekti: Pasajın içerisine girilecek, bomba atılacak ve dışarıda bekletilen araçla hızla bölgeden uzaklaşılacaktı. Ancak planlamada hesap edemedikleri bir şey vardı: Halk!
Halk suçüstü yaptı
Kitapevinin sahibi Seferi Yılmaz ve Özipek Pasajı’ndaki esnaflar her gün yaptıkları gibi birlikte öğlen yemeğine oturacaklardı. Yılmaz ve arkadaşları sofraya oturdukları an pasajın içerisine bir bomba atıldı. Seferi Yılmaz’ın “bomba” diyerek, bağırmasıyla esnaflar dışarıya kaçtı ve tam o sırada ilk bomba tam kitapevinin önünde patladı. Ardından ikinci bir bomba daha pasajın içerisine atıldı. Bombalama olayında kitapevinin sahibi Seferi Yılmaz sağ kurtulurken, Mehmet Zahir Korkmaz hayatını kaybetti. Metin Korkmaz isimli yurttaş ise ağır yaralandı. Yaşanan arbede ve kaçışmalar sonrası bu kişiler, park ettikleri araca doğru koşmaya başladıkları sırada halk aracın önünü keserek, üçünü alıkoydu. Yakalanan 3 kişi, ilçe halkının bir gün önce yüzlerine aşina oldukları aynı kişilerdi.
Halkın araca ve kimliklere el koymasının ardından bu kişilerin Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nın (JİT) iki elemanı Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş olduğu ortaya çıktı. Şemdinli halkının suçüstü yakaladığı 3 kişinin üzerlerinde askeri kimlik, araçlarında ise kroki ve silahlar bulundu. Hakkari Jandarma Komutanlığı’na ait olan 30 AK 933 plakalı Renault 19 marka otomobilin bagajında 3 kalaşnikof, 10 şarjör, bomba malzemeleri, polis ve asker yelekleri bulundu. Olayın duyulması üzerine binlerce Şemdinlili sokağa dökülerek, kentin tüm çıkış noktalarına barikatlar kurup, yolları kapattı.
Halk ayaklandı
Kısa bir süre sonra olay yerine gelen İlçe Kaymakamı ve İlçe Emniyet Müdürü olayları yatıştırmak için halkla konuşmak istese de olaylar yatışmadığı gibi daha da artarak devam etti. Yakalanan 3 kişinin emniyet yerine jandarmaya götürülmesi olayların daha da büyümesinin fitilini ateşledi. Aynı gün olay yerine gelen savcı tam tespite başlayacağı sırada olayın yaşandığı yerin hemen ötesinde yine silah sesleri yükseldi. Tanju Çavuş adlı uzman çavuşun ilçe dışına çıkmak istemesi üzerine halk tarafından durdurulmuş ve bunun üzerine kitlenin üzerine ateş açılıyordu. Bu olayda da 6 kişi silahla yaralandı. Yaralılardan Ali Yılmaz hastaneye götürülürken yolda hayatını kaybetti. Halk geçen saatlere rağmen içerisinde bomba ve krokilerin olduğu aracın başından ayrılmadı. Gece saat 22.00 sıralarında olay yerine gelen savcı yarım kalan incelemesini de tamamladı. İlçede yaşanan olaylar bir anda kentin diğer ilçelerine de yansıdı. Yüksekova’da yapılan protestolarda İslam Bartın, Ergin Mengeç ve Abdulhalik Geylani de 10 Kasım’da polislerin açtığı ateş sonucu hayatlarını kaybetti.
Büyükanıt’ın ‘iyi çocukları’
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan olaydan 3 gün sonra yaptığı açıklamada olayın üstüne gideceklerini söyledi. Şemdinli Davası’nın belki de seyrini belirleyen açıklama ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın sanık Ali Kaya ile ilgili yaptığı “Tanırım, iyi çocuktur” açıklaması oldu. Davanın sonraki dönemlerinde ise Büyükkanıt, Ali Kaya ile birlikte çalıştığı, hatta birlikte bir kooperatif kurdukları ve bu kooperatifin başkanlığının da bizzat Ali Kaya tarafından yürütüldüğünü söylemişti.
Tepki üzerine tutuklandılar
Olayın ardından gözaltına alınan Ali Kaya ve Özcan İldeniz tutulduklarını Jandarma Taktik Komutanlığı’nda, itirafçı Veysel Ateş ise ilçe Emniyet Müdürlüğü’nde iki gün boyunca tutuldu. Kısa bir süre sonra ise üç kişi savcılık tarafından ifadeleri alınarak, serbest bırakıldı. Halkın serbest bırakılmaya karşı tepki göstermesi üzerine bu kez sanıklar yeniden hâkim karşısına çıkarılarak tutuklandı. Dava süreçlerinde ortaya çıkan belgelere göre; Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in gözaltında oldukları jandarmada “resmi görev için Şemdinli’de olduklarına” dair resmi bir yazı hazırlattıkları; ancak bazı yetkili personellerin imzalamaması üzerine bu planın gerçekleşmediği ortaya çıkmıştı.
Dava karanlığa gömülüyor
Umut Kitapevi, saldırı sonrasında sahibi Seferi Yılmaz tarafından yeniden açılsa da tekrar kapanmak zorunda kaldı. “Umut Kitapevi” tabelasının 14 yıldır asılı durduğu Özipek Pasajı’nın girişinde o günden kalan bir yazı hala yer alıyor, o da “Unutma üzerine git! Şemdinli bombası” yazısı. Kitapevinin bulunduğu pasaj, o günden bu güne ilçe sakinleri için artık bir doğal müzeye dönmüş durumda. Nitekim bombalı saldırıda bir arkadaşını da kaybeden Seferi Yılmaz, pasajın gerçekten bir müzeye dönüştürülmesinden yana. Saldırının sadece bir işyerine bomba atılması olarak yorumlanmasının yanlış bir bakış açısı olacağını dile getiren Yılmaz’a göre saldırı, Şemdinli’nin 50 kilometrelik güney sınırının “güvenli bölge” haline getirilmek istenmesinin ön adımıydı.
Tüm bunlar nedeniyle yaşananların geçmişini, nedenlerini, sonuçlarını iyi incelemek gerektiğini söyleyen Yılmaz, o gün suçüstü yakalanan çetelerin amaçlarının bugün bakıldığında tamamen ortaya çıktığını söyledi. Yılmaz, mahkeme heyetlerinin, Genelkurmay yetkililerinin ve Ankara Terörle Mücadele Müdür Yardımcısı’nın o gün Şemdinli’de olmasının da tesadüfi bir şey olmadığının altını çizdi.
Saldırganların suçüstü yakalanmasının önemi üzerinde de duran Yılmaz, “Bu kişilerin üzerlerinde belgeler, ajandalar, cami ve okulları nasıl bombalayacaklarını gösteren krokiler çıktı. Kamuoyu tarafından bu aydınlığa kavuştu fakat iktidarın o dönemde yaklaşımıyla şimdiki yaklaşımı çok farklı. O zaman belli açıklamalar yapıp ‘olay aydınlansın’ dediler ama bugün gelinen süreçte Şemdinli bir karanlığa doğru götürülüyor” dedi.
Beraate doğru gidiyor
Yaklaşık çeyrek asırdır devam eden Şemdinli Davası, yüzlerce klasör delil, bilgi, belge, suçüstü ele geçirilmiş bomba, kroki ve ölüm listelerine rağmen üç devlet görevlisinin önce tahliye ve sonuç olarak beraatine doğru bir seyir izliyor. Mahkemeden mahkemeye fırlatılan dosyanın içerisine konması gereken belgelerin posta aracında kaybettirilmek istenmesi, siyasi ve askeri yetkililerin üç zanlıyı sahiplenme açıklamaları, iddianameyi hazırlayan savcı Ferhat Sarıkaya’nın önce ödüllendirilmesi, sonra tutuklatılması ve “FETÖ kumpası” tartışması davanın nereye varacağının işaretleri gibi.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, sanık astsubaylar Kaya ve İldeniz ile itirafçısı Veysel Ateş’e “İnsan öldürmek”, “Örgüt kurmak” ve “İnsan öldürmeye teşebbüs” suçlarından 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezası verdi. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanıklar hakkında verilen kararı, usul ve görev yönünden bozdu. Birçok mahkeme arasında gidip gelen dosya 2011’de yeniden Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Sanıklar 9 Haziran 2011’de yeniden tutuklandı. 10 Ocak 2012’de her üç sanığa da 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezası verildi. Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen son duruşmada ise mahkeme önce tutuklu bulunan 3 sanığa “örgüt kurmak” suçundan beraat, ardından ise “İnsan öldürmek ve yaralamak” suçundan dosyanın tekrar görülmesine karar vererek, üç sanığı da tahliye etti.
Davayı başından sonuna kadar takip eden avukat Murat Timur, süreç boyunca dosyadaki resmi belgelerin yok edilmek istendiğine dikkat çekti. Timur, günün sonunda zanlıların tümünün bu davadan beraat edeceği kanısında. Timur, “Aslında bu kadar deliliyle birlikte açık, net başka bir olay Türkiye’de yoktur. Ancak davanın başından sonuna kadar şahısların ceza almaması yönünde bir çaba harcanıyor. Devletin içerisindeki kamu görevlileri baştan itibaren bu kişilerin ceza almaması için çaba harcadılar” dedi.
AKP derin devletle anlaştı
AKP milletvekili olarak o dönem Meclis’te kurulan Şemdinli Komisyon’da yer alan isimlerden Ahmet Faruk Ünsal, Erdoğan ile Büyükanıt arasında gerçekleşen Dolmabahçe görüşmesinin kilit rolüne dikkat çekti. Ünsal, o görüşmede derin devlet ile AKP’nin anlaştığı düşüncesinde. Derin devletten kurtulmak için tarihi bir fırsatın kaçırıldığını vurgulayan Ünsal, “Türkiye tarihinde derin yapılarla hesaplaşmak için böyle bir fırsat ele geçmemişti. Türkiye’de ilk kez derin bir yapıya halk tarafından suçüstü yapılmıştı” diye belirtti.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün yakalanan iki askerle ilgili “kefilim” sözünü hatırlatan Ünsal, yargı sürecinin zanlılar için gerektiği şekilde çalışmadığını belirterek, bunda ise “kefilim” sözünün önemli bir etkisinin olduğunu ifade etti. 2007 yılı seçim sürecine girilen bir süreçte Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşen o görüşme üzerinde duran Ünsal, “Şu an bile ikisinin halen ne konuştukları kamuoyuna açıklamadı. O toplantıdan sonra AKP içerisinde muhalefet yapan milletvekilleri tasfiye oldu ve Türkiye çok önemli bir fırsatı kaçırdı. O dönem AKP demokratikleşme fırsatını elinden kaçırırken, Türkiye, derin devletle yüzleşme imkanını kaybetti.
Bu karanlık hala Türkiye’de toplum, devlet ve siyaset üzerinde devam ediyor. Bu vesayet; demokratik seçimlerle halktan yetki alan insanların cezaevine atılmaları, belediye başkanlarının yerlerine kayyum atayarak yerlerinden alınmasıyla devam ediyor. 2007-2008’lerde sistem üzerinde ordunun vesayeti vardı. Şimdi sistem üzerinde AKP’nin vesayeti var” değerlendirmesi yaptı.