Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da bir araya gelen Ekoloji Hareketleri Konferansı, hem üzerinde yükseldiği toplumsal mücadele dinamiklerinin özgül gündemi hem Türkiye siyasal gündemi açısından ön açıcı ve esinlendirici bir etkinlikti.
Her şeyden önce yeterince temsil ediciydi: Batıdan ve Kürdistan’dan kırk sekiz çevre ve ekoloji örgütünce çağrılmış ve yüzü aşkın kuruluştan gelen temsilcilerin ve diğer izleyicilerin katılımıyla gerçekleşmişti. Son yıllarda madencilik, enerji, inşaat ve turizm sermayesinin yanı sıra devlet güvenlik siyasetlerinin yıkıcı ekolojik-askerî saldırıları karşısında kararlı direnişleriyle adlarını duyuran İkizdere, Kazdağları, Hasankeyf, Van, Artvin, Şırnak, Sinop, Antalya, Mersin, Turgutlu ve başka pek çok kırsal direniş dinamiklerinin yerel temsilcilerini, ekoloji ve çevre odaklı inisiyatif, kuruluş ve meslek örgütü sözcüleriyle bir araya getirmeyi başarmıştı.
Konferans sonunda yayımlanan “Tutum Belgesi”, bir araya gelişin gündem ve misyonunun da yerellikleri aşacak, ekolojik mücadele dinamiklerini diğer toplumsal mücadele dinamikleriyle buluşturacak bir etkinlik perspektifinden hareketle geliştirildiğini gösteriyordu: “[…] 20 yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak tutum alıyoruz.
“[…] Parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin sönümlenmeyeceğini biliyoruz […] Programında ekolojiye yer vermeyenleri de ekoloji programları yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. […] Çalışma Grubumuz, bütün siyasi partilerin ve ittifakların programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi ilan edeceğiz.”
Ekoloji Hareketleri Konferansı, “Tutum Belgesi”nde yalnızca siyasal süreci ve güncel odağı olan 2023 seçimlerini genişliğine göz önüne almakla yetinmemiş, siyasal çerçevenin değiştirilmesi başarıldığında yeni bir mücadele döneminin açılacağının farkında olduğunu da ortaya koymuştu.
“Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta olduğumuzun bilinciyle davranacağız.”
Ekoloji Hareketleri Konferansı içerdikleri ve ima ettikleriyle tek adam rejimi karşısında aşağıdan bir demokrasi ittifakının süratle örülmeye başlamasının imkanlarını da işaret eden yenilenebilir bir model olarak dikkate alınmayı hak ediyor.
Rejimin baskısı ve “Altılı Masa”nın ataleti arasında sıkışmış, kendisine akacak mecra arayan toplumsal muhalefet güçlerinin, hiç vakit kaybetmeksizin emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, kent yoksullarının, LGBTİ+’ların vb. bu örnekten hareketle, tüm siyasal aktörler karşısında özgül varlık ve taleplerini ortaya koyacakları ve kendi gündemlerini paydaşlarının gündemleriyle ilişkilendirecekleri konferanslar, forumlar, meclisler ya da başka şekilde adlandırılabilecek siyasete müdahale kanalları açmaları hem mümkün hem gerekli.
Böyle bir aşağıdan “ittifak” süreci aslında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın zeminini genişletmesi, çoğullaştırması ve hepsinden önemlisi “ultra siyasal” bir karakter kazanmaya başlamış olan “ittifak” sürecini toplumsallaştırmaya yardımcı olması açısından sahici bir potansiyeli ima ediyor. İki anlamda toplumsallıktan söz ediyoruz: Hem tek tek “ittifak partileri”nin kendi dolaysız temas alanları çevresindeki ilk halkanın ötesine geçecek bir toplumsal genişlikle temasa gelmeleri hem de “ittifak”ın siyasal taktik ve hedeflerinin toplumsal ölçekte sınanabilmesi anlamında.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve tek tek bileşenlerinin önümüzdeki bir ayı hummalı bir biçimde ve eş zamanlı olarak memleket çapında bir “kadın konferansı”, “emek konferansı”, “Alevi konferansı”, “gençlik konferansı” vb… toplanmasına yardımcı olacak şekilde değerlendirilmesi yalnızca ittifakın meşruiyetini pekiştirmekle kalmayacak aynı zamanda onu halkı dinlemeye sevk edecek, duyarlıklarını daha yakından hissetmesine katkıda bulunacak ve “ortak duyu” ile de kuşatacaktır. Söylem, taktik ve hedeflerini her an “ortak duyu”nun mihengine vurarak daimî bir denge ve kontrol mekanizmasıyla donanması için de eşsiz bir fırsat sunacaktır.
Son birkaç yıl içinde -geriye doğru giderek- Brezilya, Kolombiya, Şili, Bolivya, Peru, Arjantin ve diğer Latin Amerika ülkelerinde toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerini iktidara taşıyan yeni “sol dalga”ya biraz yakından baktığımızda iki önemli öge görüyoruz: Birincisi, tek tek siyasi partilerden çok, partilerden oluşan bir tür konglomerasyonun, yığışma halindeki siyasal öbekleşmelerin üzerinde beliren bir yeni siyasal harita. İkincisi bu siyasal dışavurum zemininde yer alan sonsuz sayıda toplumsal öznenin bir araya geldiği ve özgül taleplerini, varoluş ve mücadele tarzlarını politik gündeme taşıdığı, siyasal programların kurgusuna akıttığı taban örgütleri ve onların zeminindeki taban dinamikleri: İşçiler, çiftçiler, atık toplayıcılar, sokakta çalışanlar, ormancılar, balıkçılar, öğrenciler, kadınlar, Yerliler, siyahlar, LGBTİ+lar, tüketiciler, öğrenci velileri, emekliler, vb. vb… ve onların on yıllara yayılan mücadele ve deneyimleri.
Yakın sosyo-politik ve ekonomik özellikler gösteren Türkiye ve Kürdistan’ın toplumsal demokratik mücadele panoramasını oluşturan yapılar, rejimin durmak bilmeyen saldırıları altında berelenmiş olsalar da Latin Amerika’daki muadillerinden hiç geri kalmayan yaklaşık en az 50 yıllık bir süreğen mücadele, örgütlenme ve deneyim birikimine, mücadele alışkanlıklarına ve “ortak akla” sahipler: Biz de yapabiliriz. Geçmişte yaptık. “Olmaz” denilen ne varsa oldurduk. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ima ettiği siyasal çıkışın çevresini “toplumsal ittifaklarla” kuşatmak için yalnızca “yekinmek” yeter. Bütün dinamikler kendilerini aynı hızla ve güçle örgütleyemeseler de sergileyecekleri yola koyulma kararlılığı eşitsiz gelişmekte olan sinerjiye katkıda bulunacaktır. En çok bu sinerjiye ihtiyaç var.