Bölgede ve ülkede ortalık toz duman. Bunun böyle olması kadar doğal bir şey yok. Çünkü tüm bölge devletlerini içine alan ve tüm dünyanın ilgi odağına oturmuş ve başta global devletlerin hesaplaşması olmak üzere herkesin boğuşması bu topraklarda olmaktadır. Ön cephe, ana siper Suriye’de, özellikle de Rojava’da (Kuzey Suriye) yaşanıyor. Bütün stratejiler Suriye’nin kuzeyine yoğunlaşmış, herkes kendine göre konuşuyor: “Kürtler böyle yaptı, şöyle yaptı, yok ABD’li emperyalistlerin işbirlikçisidir, yöneticileri istihbarat örgütlerinin ajanlarıdır, bunların Kürt halkına bile bir faydaları yoktur, bölgeyi karıştıran Kürtlerdir, Esad’ın yeniden Suriye’ye egemen olması için herşeyi yapıyorlar…” vb. denilerek Kürt mücadelesini “sıkıştırmak” ve prestij kaybına uğratmak istiyorlar. “Türkiye’nin istikrarını ve geleceğini” bile Kürtleri etkisizleştirmede görmektedirler. Hemen söyleyelim kimi sol ve legal siyaset içine yuvalanmış çıkarcı ve bulanık çevreler de bilerek ya da maksatlarını aşarak bu politikalara çanak tutmaktan geri durmuyorlar. Kuşkusuz siyasi partilerin kendi yakın ve uzak amaçları için ittifak yapmaları kadar doğal bir şey olamaz. Ancak yapılan ittifakların ilkelere dayanması ve kamuoyu açısından şeffaf olması, en önemlisi de tüm yapısının fikir üzerinden kararlaştırılması gereklidir. Bu yapılmazsa kitlesinde karamsarlık yaratabileceği gibi genel amacına da zarar verir. Legal siyasetin bunu herkesten daha iyi bilmesi ve omzundaki yumurta küfesinin bilincinde olması gerekir. Bu yazının amacı legal siyasetinin kimi eksiklerine dikkat çekmekten öte yürütülen “ittifak çalışması” varsa ilkeli olması ve kamuoyuna şeffaf olarak yansıtılması için uyarı yapmak değildir.
Konumuza dönersek: Suçlamalara bir göz atalım.
a-) Dün Suriye’de bir kimlikleri bile olmayan Kürtlerin bugün demokrasi güçleriyle birlikte yarattıkları kazanımlara dayanarak başta demokratik hakları olmak üzere tüm yöntemlerle kıran kırana pazarlık yapmaları mı Esad’ı desteklemek, ABD ve İngilizlerin “kuklası” olmaktır?
b-) Kendisini özgürlüğe götürecek sayısız halk meclislerini kurmuş, sömürüyü daha şimdiden sınırlandıran ekonomik paradigmasını üretimle birleştirmiş ve olabildiğince hakça bir dağılımı gerçekleştirmiş bir ekonomik üretim mi ABD’nin kuklasıdır?
c-) ABD ve Esad başta olmak üzere bölge devletlerinin arasındaki en küçük çelişkiyi kullanarak “kendi çıkarı ve geleceği için şeytanla bile işbirliği” yapan demokratik direniş noktaları mı ABD’nin kuklasıdır?
d-) Tüm dünyadaki devrimci güçlere mücadele alanı açan, günümüzün “Madrid direnişi” olan ve enternasyonal duyguları yeniden yaratan demokrasi ve direniş hareketi mi ABD kuklasıdır?
e-) Bölge devletlerinin tüm müdahale ve provakasyonlarına karşın, hatta kimi çevrelere sağladığı rantlara rağmen geçmişte olduğu kadar Kürtler ve onların yapılarını kanlı çatışmalar içine sokamadıkları için, Kürt halkı “kendisi için bir halk olma” yolunda büyük mevziler katettiği için mi ABD kuklasıdır?
f-) Hem bölgede hem de kendi içinde “düşünce kalıplarını” ve klişe söylemleri yıkan Kürt paradigmasının yaratılması mı ABD kuklası olmaktır?
g-) İran’daki merkezi otoriter devletin etkisini azaltmak için Kürtlerle “ilkeli” bir işbirliğine yönelen güçlerin ittifakı mı Kürtleri ABD’nin kuklası yapıyor?
Bölgede yaşanan çok yönlü yoğun savaştan dolayı çoğu insan, hatta halklar bu reel durumun farkında olmasa bile -ki öyledir- savaşın sığlaşmasında, yani suların durulması zamanında birçok kimse Kürt halkının ve onunla birlikte yürüyen demokrasi güçlerinin konumlarını ve bölge halklarına kazandırdığı mevzileri ve yeni yöntemlerini anlayacaktır. O zaman Kürt halkının ustaca yaptıkları manevraları ABD ile “işbirliği” olarak değerlendirebilecekler mi? Bu ve benzeri konularda kimi yanlış değerlendirmelerin doğmasında ve gün geçtikçe de büyümesinde Kürt mücadelesinin eksiği yok mudur? Kürt özgürlük hareketinin legal mücadeledeki kimi eksik ve zaaflarının doğmasında kendisinin kimi eksikleri olmamış mıdır? Yanlışları “kerhen”de olsa kabullenmenin ya da onlara kayıtsız kalmanın tüm toplumsal gelişmeye ciddi zarar verdiği görülmüyor mu? Sorunların “karşıtlar” üzerinden ve kutuplaşmalar yaratarak “çözülmeye” çalışıldığı bir süreçten geçildiğini de hesaba katarsak, acil olarak “edilgen” olan bir konumdan çıkıp katkıcı ve “müdahaleci” bir tavır takınmanın zamanı gelmedi mi? Kürtçede bir deyim var; “Wexta ba tê her kes kuma xwe dibe xwedî” (Rüzgar estiği zaman herkes başındaki şapkaya sahip çıkar).