Kenan Kırkaya
İktidar bloğu ve Cumhur İttifakı fokurduyor. Son hamle Bahçeli’den geldi. Sedat Peker’in ifşaatlarıyla yeni paralel yapılanmaları açığa çıkan Soylu’yu açık bir şekilde himaye etmeye başladı. Üstelik bu kez sadece muhalefete karşı değil, iktidar ortağı AKP’ye karşı da.
Erdoğan’ı göklere çıkararak, onun yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla saltanatını sağlamlaştırmaya çalışan Soylu da, kendisine AKP’den yükselen tepkilere karşı Bahçeli’nin kanatlarının altına sığındı. Böylece Cumhur İttifakı içinde güç savaşları yeni bir boyuta ulaştı, ittifak içinde ittifak meselesi iyice su yüzüne çıktı. Soylu’ya bağlı olan Emniyet Müdürlerinin yerlerini değiştiren, bir kısmını merkeze çeken Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, MHP ve Soylu’nun çıkışına karşı bir hamle mi bilinmez ama Erdoğan’ın ortaklarıyla tutuştuğu her kavgada önce emniyeti ve yargıyı garantiye aldığı biliniyor. 17-25 Aralık restleşmesinden sonra Cemaate karşı da bunu yapmıştı.
Tam da böyle bir dönemde Erdoğan yönünü Diyarbakır’a çeviriyor, 2,5 yıl sonra yeniden Diyarbakır’a gidiyor. Erdoğan, Ağustos 2005 Diyarbakır ziyareti ve “Kürt sorunu vardır benim sorunumdur” çıkışıyla “müesses nizam” dışında bir görüntü sergilemiş ve bununla da iktidarını sağlamlaştırmanın yolunu açmıştı. Köprünün altından çok su aktı. Erdoğan, 2005 çıkışından 10 yıl sonra 180 derece döndü, 2015 yılından bu yana Diyarbakır’a yaptığı her ziyarette “Kürt sorunu yoktur” diyerek eski ezberi, inkarı tekrarlıyor. Derin devletle, 90’lı yılların aktörleriyle, MHP’ye uzlaştı ve buna dayalı imha konseptine sarıldı.
Son dönemlerde kendi ittifakı içinde sıkıştıkça bazı çevrelerde Erdoğan’ın manevra yapacağına ilişkin beklentiler oluşmaya başladı. Kimi liberal çevreler, MHP’nin vesayetinden bunalan Erdoğan’ın, çıkış yolu aradığını savunuyor. Bu beklenti birkaç nedenden dolayı boş bir beklentidir. Öncelikle bu beklentiye kapılanlar güç merkezli düşünen, toplumu değil iktidarı değişim adresi olarak gören, toplumun dönüşüm beklentisini ve bunu yapabilecek gücünü yadsıyan çevrelerdir. Ayrıca, AKP ve Erdoğan hiçbir zaman demokrasiye inanmadı, demokrasiyi savunmadı, aksine demokrasiyi bir araç olarak gördü. Cumhur İttifakı içinde MHP vesayeti oluştuğu AKP’nin ve Erdoğan’ın bundan bunaldığı doğrudur. Ancak bu vesayet iktidarını sürdürebildiği oranda Erdoğan için katlanılabilir bir durum olmaya devam edecek. Erdoğan iktidarını tehlikede gördüğü anda bu duruma itiraz edebilir ya da bununla çatışmayı göze alabilir. Fakat böyle olsa bile Saray’ın ve AKP’nin yönü demokrasi olmaz, olamaz. İstese de demokratikleşemez. Çünkü sistemini otoriterlik üzerine kurdu ve buradan geri dönemez. Otoriter yapılar doğaları gereği katıdır, serttir, esnemeye, yumuşamaya elverişli değildir, esnediği anda kırılır.
O yüzden Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti olumlu bir gelişmenin değil, ancak yeni saldırı konseptinin bir parçası olabilir. Zaten programı fazlasıyla bunun ip uçlarını veriyor. Erdoğan, İzmir katliamıyla birlikte işlevi ortaya çıkan HDP karşısındaki çadırı ziyaret edecek. Her koşulda iktidar, otoriter rejimini sağlamlaştırmak ve sürdürmek için düzenin bütün kodlarıyla çatışan HDP’den kurtulma planlarını sürdürecek. Ama bir kez daha yanlış hesap Diyarbakır’dan dönecek, herkes demokrasinin, değişimin, vesayetten kurtulmanın yolunun Diyarbakır’dan geçtiğine mutlaka iman edecek.