24 Haziran seçimlerinden bu yana tüm temel ihtiyaç kalemleri en az yüzde 40 oranında zamlandı. TÜİK verilerine göre Ağustos’ta yıllık enflasyon oranı yüzde 18, yılsonu öngörüsü yüzde 21. İşsizlik oranı ise yüzde 12’lerde. Türk lirası yüzde 100 değer kaybetmiş durumda. Dolar krizi, ekonomik durgunluğu, durgunluk da işsizliği ve yoksulluğu artırmaya devam ediyor. 22 milyon insan yoksulluk ve açlık sınırı altında yaşıyor, daha doğrusu 22 milyon yoksul, zamlar, işsizlik ve hayat pahalılığı altında eziliyor. İşçi ve emekçiler için mutlak yoksullaşma var.
Bu yılın başında bir dolar 3.78 TL iken, asgari ücret 1.600 liraydı. Yani dolar bazında 424 dolardı, aynı asgari ücret, şimdi sadece 221 dolar. İşçilerin neredeyse yarısı asgari ücretle çalışıyor. Krizin etkileri giderek daha ağır bir şekilde görülüyor. Günü kurtarmaya çalışan Erdoğan’ın “kriz miriz yok” demesine karşın, gelecek 3 yıl için Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklayan Berat Albayrak, ekonominin 2013’den itibaren bozulmaya başladığını söyleyerek ve bir kurtuluş programı sunarak krizin varlığını kabul ediyor. Ekonomistler ise krizin daha başında olunduğunu, önümüzdeki aylardan itibaren daha da derinleşeceğini iddia ediyor.
24 Haziran sonrası yapılan tasarruf açıklamalarına karşın israf ekonomisi bütün hızıyla devam ediyor ve bütçenin kara delikleri kapanmıyor. Yap-işlet-devret modeliyle iş yapan müteahhitlere, kullanılmayan köprüler, otoyollar, sürekli yenilenmek zorunda olan karayolları için yapılan ödemeler bütçe kaynaklarını tüketiyor. İçeride ve dışarıda sürmekte olan savaş nedeniyle “Güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları” bütçenin en yüksek harcama kalemlerini oluşturuyor. Özel sektörden kiralanan binalara taşınan kamu kurum ve kuruluşların kira bedelleri, kiralanan lüks araçlar, uçaklar ve Saray için yapılan muazzam harcamalar, “İtibarda tasarruf olmaz” anlayışı ile artarak devam ediyor.
İtiraz edeni, haklarını arayanı baskı ve terörle susturan iktidar, “milli ve yerli” söylemlerle krizin yükünü yoksulluk sınırında yaşayanlara yıkmaya çalışıyor. Ücretlerin düşürülmesi, işçi hakları gaspı ile işçileri ve emekçileri sindirme veya işten atmalar giderek artıyor. Her zaman olduğu gibi bu kez de krizi fırsata dönüştüren patronlar, vergi affı, borç erteleme ve düşük faizle para temin etme gibi hükümetin teşviklerinden yararlanırken, aynı zamanda işçi ve emekçi eylemlerinin şiddetle bastırılıp yasaklanmasından da fayda sağlıyor.
İşçi ve emekçilerin çıkarları doğrultusunda siyaset yapmak için “Krizin yükünü krizi çıkaranlar ödesin!” demek yeterli değil. Demokratik siyaset, krize karşı kararlı bir duruş sergilemeyi, özellikle de krizin yükünü reddetme ve sisteme itiraz etmeyi gerektirir. Sendikalar, emek ve meslek örgütleri, sol ve sosyalist kesimler, adeta sistem adına krizden nasıl çıkılacağını tartışıyor. Oysa kapitalizmi krizden çıkarmak işçilerin, sendikaların, sol ve sosyalist kesimlerin işi değil. Kapitalizmin krizi, işçiler ve emekçiler için zam, zulüm, işsizlik ve yoksulluk demektir. Onların yapacağı tek şey var: krizin yükünü kabul etmemek, egemenlerin kendi sınıf çıkarları doğrultusunda krizden çıkış tedbirlerine karşı itiraz etmek ve bir mücadele hattı oluşturmaktır. Bu bağlamda en geniş eylem ve güç birlikleri kurmaktır.
İtiraz etmek, “Ortaya atılan bir düşüncenin ya da alınan bir kararın karşıtını ileri sürmek, o düşünceye ya da karara karşı çıkmaktır.” Bazı kesimler, kitlelerin sessiz kaldığı, itiraz etmek yerine biat etme eğilimi taşıdığı savını öne sürerek kitleleri suçlama eğilimi taşıyor. Sorun, kitlelerin egemenlere karşı itiraz etmeme ve tevekkül olma tavrında değil, sınıf ve kitle hareketinden kopuk olan sol ve sosyalist siyaset anlayışının zaaflarından kaynaklanıyor. Ancak, 16 yıllık siyasal İslamcı iktidarın, Diyanet’in, eğitim ve öğretim kurumların, cemaatlerin, tarikatların baskısının kitleleri giderek artan oranda tevekküle (her şeyi oluruna, Tanrı’ya, kadere, yazgıya bırakma) sevk ettiği için kitlelerin bıçak kemiğe dayandığında harekete geçtiği de bir gerçektir.
Bir zamanlar Müslüm Gürses’in anlamlı sözleri olan “İtirazım var!” şarkısı, işçilerin, emekçilerin, varoşlarda gençlerin dilinden düşmezdi. Ama şimdi her yer tekbirler, ilahiler, mevlütler ve “Tevekkeltü alallah!” sesleri ile çınlaması, din ve siyaset anlayışındaki radikal değişimin ve İslami biat kültürünün artan gücünü gösteriyor. Bu değişimin farkında olmak, her şeye karşın itiraz etmek ve “İtirazım var!” diyebilmek, özgür ve demokratik bir gelecek için mücadele etmenin bilincinde olmak demektir.