Rosa Kadın Derneği Kurucu Başkanı Adalet Kaya ile çocuk istismarını ve özel savaşla bağını konuştuk: Faillik çoğalarak yayılıyor. Aslında devlet de, aile de, din görevlileri de fail
Nezahat Doğan
Bazı şeyler kanıksanamaz… Unutulamaz… Asla affedilemez…
Gazeteci Timur Soykan’ın 3 Aralık’ta yayınladığı gelinlik giydirilmiş 6 yaşındaki kız çocuğunun fotoğrafı gibi.
İsmail Ağa cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını 2002 yılında, altı yaşındayken imam nikâhıyla 25 yaşındaki müridiyle ‘evlendirdiği’ ve çocuğun yıllarca cinsel istismara uğradığı haberinin fotoğrafıydı yayınlanan…
Bu vahşetin bir de hukuki skandalı ortaya çıktı. HSYK, altı yaşında başlayan ve süre giden çocuğa cinsel istismar olayında, görevli Cumhuriyet Savcısı’nın 2012 yılında, hukuka aykırı olarak “kovuşturmaya yer olmadığı” yönünde karar verdiği ve davayı kapattığı için soruşturma başlattı. O savcı 2012 yılından bu güne kadar da hala görevdeydi.
Ama en korkunç gerçeklik, yaşadığımız ülkede bu insanlık dışı vahşetin istisnai bir olay olmaması. Tarikat yurtlarında, sözde kuran kurslarında tecavüze uğrayan çocuklar… Kendine şeyh diyen kişilerin istismarına uğrayan çocuklar… Siirt Pervari’de 11’inde evlendirilen, 12’sinde anne olan, 14’ünde ölü bulunan Kader gibi niceleri.
Ve kadınlar; bu ülkede her gün öldürülüyor, erkekler tarafından canice katlediliyor ve tecavüze uğruyor. Bunlar hiç de istisnai olaylar değil. Erkek eril sistemde, sistematik olarak uygulanan, sistematik olarak artan, sistematik olarak cezasızlıkla teşvik edilen bir şiddet sarmalıyla karşı karşıyayız. Açılmayan davalar, açılan ama sonuçlanmayan davalar, tabipsizlik kararı verilen davalar, bitmeyen davalar; sumenin altında duran kaybolmuş soruşturmalar, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilen imzalar; hangi hukuku anlatıyor bize?
İktidarın propaganda kanallarında, bolca “ama, fakat, ancak” ile başlayan cümleleriyle, bütün bunları normal gibi göstermeye çalışan, “uzman, dr, doçent, prof, yazar, gazeteci,” sıfatı takınmış algı hokkabazlarının bütün bu vahşeti normalleştirme çabası istismarın bir başka ayağı.
Sonuçta, Ensar, Hiranur ve benzeri din temelli vakıfların yurtlarında sıklıkla gerçekleşen çocuk istismarlarının, şiddetin ve tecavüzlerin görmezden gelinmesi; faillerin toplum nezdinde ve hukuk alanında aklanması için gösterilen çabalar, toplumun “dini araç olarak kullanan, yoz bir ahlak ya da ahlaksızlık” anlayışına evirilmesine yönelik bir eylemi işaret ediyor.
MHP Diyarbakır İl Başkanı Cihan Kayaalp’in 16 yaşındaki çocuğa nitelikli cinsel istismar suçundan yargılandığı davada beraat ettirilmesi ve gerekçeli kararda mahkemenin “cinsel istismar olsa dahi çocuğun rızası var” demesi bu derin vahameti ortaya koyuyor. Cinsel istismarda “çocuk” ve “rıza” kelimelerinin bir araya getirildiği bu cümle, tüm evrensel değerlerin, insan haklarının çöpe atıldığı bir yozlaşmanın resmini ortaya koyuyor.
İktidar, çocuk cinsel istismarına göz yumarak, kadına karşı erkek şiddetini meşrulaştırarak, dini vakıfların ve cemaatlerin her yaptığının üstünü kapatarak, evrensel etik değerlerin hızla erozyona uğradığı karanlık bir ülkeyi ‘başarı’yla yarattı.
Tüm bunlara karşı toplumun bütün vicdanlı, evrensel insani değerlere, insan haklarına, eşitliğe ve özgürlüğe, gerçek demokrasiye inanan kesimlerinin ses çıkarması, mücadele etmesi, bu insanlık dışı vahşetlerin sorumlularına göz yummayan adil ve evrensel bir hukuk yapısının oluşması için mücadele etmesi gerekiyor.
Kadına ve çocuğa yönelik istismar ve şiddeti, Rosa Kadın Derneği Kurucu Başkanı Adalet Kaya ile konuştuk.
- Ben soruyu bile nasıl soracağımı bilmiyorum gerçekten. Nasıl bir utançla ve vahşetle karşı karşıyayız?
Bu özellikle son 10 yılda çok yabancısı olduğumuz bir durum değil. Biz bunun işaretlerini sinsi sinsi veren bir iktidarla yaşıyoruz. Çünkü buna dair pek çok düzenleme yapmaya çalıştılar ve ayan beyan da ifade ediyorlar. Yıllardır kazanılmış haklarda ve yasal düzenlemelerde bir geriye gidiş söz konusu. Bu durumu meşrulaştırmaya dönük uygulamalar, söylemler, yasalaştırma çalışmaları da oldu ama çok şükür ki çok güçlü bir kadın hareketi var ve bunun karşısında büyük bir dirençle mücadele ediyor. Özellikle erken yaşta zorla evlendirme, çocukların istismarının ve çocuk tecavüzcünün meşrulaştırılmasıyla ilgili bir takım yasal düzenlemeler de yapmaya çalıştılar.
- Neden bu hep dini tarikatlar ve cemaatlerde yaşanıyor? Din burada nasıl bir araç haline getiriliyor?
Aslında dinin araçsallaştırılması tamamen erkeklik ve eril tahakküm ile ilgili bir durum: Binlerce yıllık korkunç ideolojik ve sistematik anlayışın bugüne kadar gelmiş olması; bunun istismar düzeyinde taciz ve tecavüz olarak gerçekleşiyor olması… Erkek iktidarı, eril olan o tahakkümü gerçekleştirmek için İslam ve aile gibi bir takım kurumların araçsallaştırılmasıyla kendilerine alan açıyor.
Biz bugün bunu lanetliyoruz, biz de mücadele eden tarafta bunu ifşa etme ve teşhir etmeye dönük pek çok çalışma yapıyoruz. Kadın örgütleriyle birlikte daha önce yasalaştırılmaya çalışılan bu durumun karşısında çok büyük tepkiler gösterdik ama bu yetmiyor, yetmez, yetmemeli.
- Yetmemelinin ötesinde ne olmalı ne yapılmalı?
Evet, “ne olmalı” hakkında konuşmamız gerekiyor. Çünkü bugün 6 yaşında bir çocuğun sistematik bir şekilde cinsel istismarı düştü gündemimize. Bunun aslında çok yaygın olduğunu biz biliyoruz. Bunun gibi nice çocuklarımız var. Bizim bunları tespit etmemiz gerekiyor.
- İşte bu nasıl yapılır?
Eğitim sistemi içerisinde bir takım düzenlemeler getirdiler. Mesela ihbar sorumluluğu denen bir şey vardı, onu yasalarla düzenleyip azalttılar. Artık rehber öğretmenleri ihbar edemiyor. Sağlıkçıların ihbar sorumluluğu var, kamu görevlileri bunu yerine getirmiyor. Topyekûn her bireyi kapsayacak bir çalışma başlatmak gerekiyor.
- İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve 6284 sayılı kanunun uygulanmaması da aynı zamanda şiddeti keskinleştirmiyor mu? Hukuksuzluk ve cezasızlıkla erkek şiddeti meşrulaştırılmıyor mu?
Kesinlikle öyle. Pek çok çözümü konuşurken aynı zamanda var olan iktidarı konuşmamız gerekiyor. Aile Bakanı çıktı “bu siyasi bir konu değildir” dedi. Tam tersine siyasi bir konudur. Aile Bakanı olarak bunun yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi emir kulu vazifesi görüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı da cemaatlerin talebiyle gerçekleşti. Bu iktidar cemaatlerin talebini gerçekleştirdi. Yıllardır cemaatlerde gerçekleşen istismar ve tecavüz olaylarının üstünü kapatmak için bir takım yasal düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Sadece Bakanlık değil, Cumhurbaşkanlığı’ndan aşağı doğru tüm alt birimlere kadar sorumluluk var.
- Devlet koruyamadığı, gerekli yasal düzenlemeleri yapmadığı durumda bir anlamda bütün bu suçların faili olmuyor mu?
Faillik çoğalarak yayılıyor. Aslında devlet de, aile de fail. İhbar sorumluluğunu yerine getirmeyen kamu görevlileri de fail. Bunu ihbar etmeyen, o konuda soruşturma yürütmeyen savcı da, doktor da fail. Dini görevliler özellikle onların önünü açıp alan yarattılar. Daha önce Anayasa Mahkemesi kararıyla erken yaşta zorla evlendirmenin önüne geçen bir düzenlemeyi ortadan kaldırdılar ve müftülüklere ve din görevlilerine buna dair ceza verilmesiyle ilgili hükmü kaldırdılar. Sonrasında 2016 yılında da bu defa müftülere resmi nikâh olmaksızın evlendirme ve dini nikâh kıyma izni verdiler. Bunların hepsi adım adım geldi İstanbul Sözleşmesi’ne gelene kadar.
İstanbul Sözleşmesi, kadınların İnsan Hakları Sözleşmesi’ydi. Aile ve aile kurumunu korumak adı altında gerçekleştirilen bu saldırı, aslında aile içerisinde gerçekleşen şiddeti meşru kılmaya dönük. Cumhurbaşkanı bir gecede kendi eliyle yaptı ve teşhir etti. Dedi ki: “aile içinde çocuğa istismar, tecavüz, kadına şiddet, kadın katliamı; bunlar benim umurumda değil, ben bu sözleşmeyi kaldırıyorum” dedi. Bunun izahı ve sonucu budur, başka da bir anlamı yoktur. Bütünlüklü olarak bu düzenlemelerin hepsi eril sistemi, erkek devlet anlayışının nasıl korkunç boyutlara ulaştığını bize gösteriyor.
- MHP Diyarbakır İl Başkanı Cihan Kayaalp’in 16 yaşındaki çocuğa nitelikli cinsel istismar suçundan yargılandığı davada beraat ettirilmesini ve gerekçeli kararda mahkemenin “cinsel istismar olsa dahi çocuğun rızası var” demesini nasıl değerlendiriyorsunuz? “Çocuk” ve “rıza” kelimelerinin bir araya getirildiği bu cümle bize neyi anlatıyor?
Yıllardır biz haykırıyoruz. Çocuk istismarıyla, tecavüzle rızanın inşası nasıl gerçekleşir? Sadece çocuklarla ilgili değil, bununla ilgili de bir yasal düzenleme yaptılar. Cinsel istismar ve tecavüz suçlarıyla ilgili somut delil hakkında… Bunu çok yakın zamanda toplu yasa içinde geçirdiler. Artık bu ülkede kadınlar ve çocuklar şiddete, istismara ve tecavüze uğradıklarında bunu suç olarak tanımlayıp cezai yaptırım uygulanmıyor.
- Hukuktaki adaletsizlik bir kez daha bu ülkede “nereye gidiyoruz,” sorusunu sordurtuyor? Çünkü 6 yaşındaki kız çocuğu 29 yaşına kadar uğradığı istismarı anlatıyor ve dava mayıs ayına öteleniyor. Failler ne gözaltına alınıyor, ne de haklarında bir işlem yapılıyor. Diğer tarafta kadınlar katledilirken failler cezasız kalıyor. Kendini korumak için özsavunma yapan kadınlar ise cezalandırılıyor. Bu nasıl oluyor?
Konuşan herkesi bu ülke cezalandırıyor, tehdit ediyor ve cezaevine gönderiyor. Bunlar tamamen toplumu dizayn etmeye, teslim almaya ve iradesini kırmaya dönük adımlar. Cinsel şiddet de bunun en önemli mekanizmalarından biri ve çok sistematik bir şekilde yaygınlaştırılıyor. Bununla ilgili erkekler özendiriliyor, çünkü tam da bu cezasızlık denen şeyi görüyor pek çok erkek. Kadını katlediyor, çocuğa cinsel şiddet uyguluyor, farklı suçlar işliyor ama bunun cezasının olmadığını görüyor. Pek çok davadan örnek verebiliriz. İpek Er davasına baktığımız zaman, Musa Orhan’ın hiç ceza almadığını biliyoruz, elini kolunu sallayarak dışarıda geziyor. Ama bugün bunları teşhir eden, bunların karşısında mücadele veren kadınlar gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Anayasal haklarını kullanan insanlar, gazeteciler, mesleki faaliyetlerini yapanlar yargılanıyorlar ve tutuklanıyor. İkili hukuk sistemiyle karşı karşıyayız.
Bu ülkede hukukun adalet üretmediğini herkes biliyor. Toplumda çok yaygın bir şekilde şiddetin arttığını; bunun toplumun iradesini kırmaya, toplumu teslim almaya dönük, özel savaş politikası dediğim şeyin bir parçası olduğunu söyleyebilirim.
- Şimdi bu özel savaş politikası özellikle Kürt bölgelerinde ve orada mücadele yürüten kadınlar üzerinde çok mu keskin? Ya da orada neler yaşanıyor?
Çok ileri boyutlarda seyrediyor. Çünkü biz saha da çalışma yürüten bir kurumuz. Kürt kadın hareketinin bu konuyla ilgili yıllardır süren çalışmaları var. Özellikle son on yılda çok sinsi, çok örgütlü, çok sistematik bir şekilde bunu yaygınlaştırdılar. Bunun bir takım araçları var. Çocuklara dönük cinsel şiddetin bunun parçası olduğunu düşünüyoruz. Bu Kurdistan’da da gerçekleşiyor. Yani aile içerisinde, sokakta ya da kamusal alanda fark etmiyor; nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, bu tür şiddet eylemlerinin tamamına özel savaş politikası diyoruz. Yıllardır çatışmayla varlığını sürdürmeye çalışan bu iktidar, bunu çok sinsi bir şekilde gerçekleştirmeye başladı. Bunun bir takım araçları var, bunu yaparken de toplumu gerçekten dizayn etmeye ve iradesini kırmaya dönük bir takım uygulamalar getiriyor.
- Nedir o araç ve uygulamalar, neler yapılıyor, ne oluyor?
Madde bağımlılığı örgütleniyor, yaygınlaştırılıyor. Madde bağımlılığı 9 yaşına düşmüş, çocuklar sokaklarda madde kullanıyorlar. Kurdistan’ın bütün kentlerinde böyle. Ya da genç kadınlara dönük bir takım saldırılar var. Kafelerde flört ederek ilişki kurmaya çalışan çok genç gönderiyorlar buraya ve hepsi uzman çavuş, özel harekât polisi, farklı farklı üniformalarla görev yapan kişiler. Bunlar kadınlarla flörtle başlayan ilişkiler kuruyor, sonunda tecavüz ediyorlar, şiddet uyguluyorlar, kaydediyorlar ve şantaj yöntemleriyle zorla fuhuş yaptırıyorlar. Bunlar gibi pek çok şey sayabilirim. Bunlarla ilgili başvurular aldığımız için çok net ifade ediyorum. Bu çeteleşme-mafyalaşma, üniformalılar ya da MHP il Başkanı’nın Diyarbakır’da bir çocuğa tecavüz etmesi olaylarının hepsi başka bir şey söylüyor.
- Ne söylüyor?
Yani topluma dönük saldırıların temeli, kadın olmanın, çocuk olmanın ötesinde toplumun Kürt olmasıyla ilgili… Senin kaç tane çocuk doğuracağını, yatak odanda ne olduğunu bile siyasetin ve kendi korkunç faşist cinsiyetçi anlayışlarının malzemesi yapıyorlar. Burada toplumu ve kadınları yok etmeye çalışıyorlar, bizi öldürmeye çalışıyorlar. O yüzden bunun adı özel savaş politikası. Seni sindirerek, kendini ifade edemeyeceğin bir hale getirmeye çalışıyor. Çünkü kadınlar toplumun en güçlü bileşenleri.
- Kadın gücünü kırmaya dönük mü?
Evet, kadın üzerinden toplumu da kırmaya çalışıyor. Çünkü karşılarında biat etmeyen bir toplum var. Yıllardır süren bir savaş gerçekliği var ve bu savaş gerçekliğinin tankla tüfekle olmayacağını gördüler. Yıllardır yaygın bir şekilde toplumu yozlaştırmaya dönük adımlarla, toplumu biat ettirmeye çalışıyorlar.
- Yozlaştırmaya yönelik bu politikalar ve uygulamaları daha somutlar mısınız?
Burada özellikle düşman hukukuyla, düşman anlayışıyla kadınlar ve çocuklar hedefleniyor. Faillere de vatan, millet, bayrak, din gibi; onlar açısından motivasyon sağlayıcı birtakım kavramlar ve düşman hukuku üzerinden kadınları ve çocukları hedef gösteriyorlar. Ve failler bunları gerçekten dine bağlı olarak ya da vatan için yaptığını söylüyor. Bunların tamamı militarizmin, faşizmin, cinsiyetçiliğin kurumsallaşması. Bu da sadece iktidarın kendi varlığını sürdürmesine hizmet ediyor.
- Rosa Kadın Derneği de sistemin hedefinde. Ama kadın mücadelesini örgütleyerek sürdürüyor. Şiddete, istismarlara karşı neler yapıyorsunuz? Ortak ve güçlü bir ses için ne yapmak lazım?
Son birkaç yıldır hem kadın mücadelesine dönük saldırılar hem de toplumdaki şiddet artıyor. Sokakta yürürken hiç tanımadığı biri tarafından kadınlar öldürülüyor. “Şiddetin bu kadar yaygın ve sıradanlaşmış olması karşısında ne yapmak gerekiyor?” diye sorduğumuzda, örgütlenmek bizim için en güçlü özsavunma. En güçlü özsavunma örgütlülüğümüzdür diyoruz. Örgütlenmekten kastımızı; bireysel olarak, zihniyet olarak, kendimizden başlayarak bilgi ve bilme halini büyütmek, arkadaşımıza, komşumuza, yoldaşımıza ve pek çok kişiye yaymak olarak söyleyebiliriz.
Komşusu şiddet görürken evinde oturan kadınlar var. Şiddet gören hep dışarıda gibi algılanıyor. Aslında sistematik olarak hepimiz şiddet altındayız. Bunun anlaşılmasını sağlamamız gerekiyor. Şiddet sadece fiziksel olarak gerçekleşmiyor, her kadın, her gün hayatının bir alanında şiddete maruz kalıyor. İşyerinde, sokakta, evde, otobüste, dolmuşta her yerde mutlaka şiddete maruz kalıyor. İşte bunların karşısında da bütünlüklü bir mücadele vermek gerekiyor. Bu da örgütlenerek olur.
- Nasıl bir ortaklaşma ve örgütlenme olmalı?
Bu sadece bir kurumda örgütlü olmakla ilgili bir şey değil. Bilmek, o bilgiyi yaymak, etkileşim sağlamak, daha çok kişiye ulaşmak ve her kapıyı çalıp aşındırmakla yapmalıyız. Kapıları aşındırıp hukuki destekleri sağlamalıyız. O zaman örgütlenme büyüyor. Sadece kendi içimizde değil, dışardan başka örgütlerle, başka kadın hareketleriyle birlikte hareket etmek için de örgütlü olmak gerekiyor. Ortak söz üretmek, ortak amaç için mücadele etmek artık elzem hale geldi. Son zamanlarda sadece şiddet karşısında değil, haklarımıza, hayatlarımıza, bir takım kazanımlarımıza saldırıldığında da harekete geçiyoruz, bütünleşiyoruz ve birlikte hareket ediyoruz. Ama bu örgütlülüğü daha geniş bir zeminde yaparak önleyici politikalar üretmemiz de gerekiyor.
- Kadınlar, şiddete karşı durmanın ötesinde, ekolojik, jeopolitik, siyasal, sistemsel ve toplumsal her alanda ortak söz ve etkinlik sağlamalı mı diyorsunuz?
Evet aynen öyle. Bunu saldırı olmadan yapması lazım. Artık hayatımızın her alanında saldırı ve savaş var. Bizim bunu görmemiz ve bunun karşısında politikalar üretmemiz lazım. Bunu da öz savunmamız için yapmalıyız. “Bana değmiyor, aman ben iyiyim” demememiz lazım. Hepimiz saldırı altındayız.
Ben şu an sokağa çıkıp bir erkek şiddetiyle karşı karşıya kalıp kalmayacağımızı kestiremem. Eğer bunu hissediyorsak, çok büyük baskı altındayız demektir. Erkekler büyük bir cesaretle şiddeti yaygınlaştırıyorlar. Çünkü cezasızlık şiddeti meşrulaştırıyor.
- Adalet Kaya’nın derdi ne?
Derdim, hayatımızın her alanında şiddetin olmadığı, barış içerisinde yaşadığımız bir coğrafya. Bütün mekanizmalarıyla, pozitif ve adalet duygusunun onarıldığı bir barıştan bahsediyorum. Umarım bizim geleceğimiz olan çocuklarımız özgürlüklerin olduğu, demokratik bir ülkede, kendi dilleri, kimlikleri ve kendi haklarıyla yaşarlar.