Faşist zorbalığın doruklarını yaşamaya devam ediyoruz. Kayyımlarla halkın iradesi kıyılıyor, gözaltılar, tutuklamalar, ölümler başucumuzda her an. HDP, saray rejiminin ritmini bozan ve onun gerçek yüzünü ortaya çıkaran güç olmanın bedelini ödüyor. Kürt sorununu çözmek bir yana, Kürtçe bir sözcük duymak, Kürt sorunuyla sınırlı kalmayan özgürlük ve demokrasi inadı Saray Rejimi’ni kırmızı görmüş boğaya çeviriyor. Onca zorbalık karşısında kısmi gerilemeler yaşasa da HDP tek gerçek muhalefet odağı olarak ayakta durmaya devam ediyor. Saldırılar karşısında sınanmış ve asla diz çökmemiş olan HDP’yi bugünden sonra yıpratabilecek tek şey, HDP’nin kuruluş fikriyatını anlamamış olan ve en küçük tartışma anında fay hatları üzerine basınç yaparak sarsıntı yaratma peşinde olanlardır.
Ahmet Şık’a, istifa etme kararını doğru bulmadığımı, bu kararının HDP’de cisimleşen AKP-MHP faşizmine karşı mücadele kararlığına niyetten bağımsız olarak zayıflatabileceğini bizzat söyledim. İstifa konusunda kararlı olduğunu ve istifayı gerekli yerlere sunduğunu söyledikten sonra bugüne kadar onurlu bir mücadele vermiş olan Ahmet Şık’ın kararına saygı göstermek dışında elimden bir şey gelmedi. HDP üzerine yapılan spekülatif tartışmalar üzerine Ahmet Şık’ın “HDP’den istifa ettim, yoldaşlıktan değil” şeklinde açıklamada bulunması, M. Sancar’ın “Ahmet Şık bizim dostumuz” demesi olması gereken tavrı ortaya koydu. İnkâr, imha, asimilasyon, faşizmin dorukları yaşanırken yollar ayrılsa da düzeyli bir ilişki biçimini sürdürmek siyasal tarzımızın ve iddiamızın gereği. Çeşitli yol ayrılıkları, eleştiri, özeleştiri, eleştirilere cevabın mücadelenin bir parçası olduğunu içselleştirip dostları çoğaltarak, düşmanı yalnızlaştırarak buz kıran gibi yol açıcı olmak zorundayız.
Ahmet Şık’ın istifasından istifade ederek sosyal medyada HDP’nin bileşenleri arasında çatlaklar yaratmaya dönük çok sayıda yorumlar yazıldı. Sosyal şoven zihniyetin etkisinde olan bir kesim “ne işimiz var Kürtlerle” dedi. Diğer taraftan “Kürdün Kürt’ten başka dostu yoktur” diyerek mutlak yalnızlığı yol belleyenler oldu. Başka bir kesim HDP’nin sosyalist milletvekillerini hedef alarak “Kürtlerin oyuyla seçiliyorlar, bunları sırtımızda taşımak zorunda mıyız” minvalinde ayrılık rüzgârları estirdiler. Basit olan ve akıldan uzak fikirler ne yazık ki köygöçüren otu kadar hızlı yayılıyor. Kan verilerek, can verilerek kazanılan mevziler birkaç öfke patlamasına ya da düz kontak fikirlere teslim olmaz. HDP siyasi fikriyatından da öte dostluğun, yoldaşlığın, barışçıl dilin doğal olarak egemen olduğu bir yapıdır. En keskin fikri tartışmalar bile yoldaşlık hukukunun içerisinde yapılagelmiştir. Kıskançlıkla korunması gereken bu atmosferdir.
Kürt halkının ulusal taleplerine ve mücadelesine sırt dönerek “steril” sosyalizm mücadelesi vereceğini iddia edenler şovenizm çukurundan çıkamazlar. Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceyle 18 Mayıs 1973’te katledilen İbrahim Kaypakkaya şovenizm ile sosyalizm arasındaki çizgiyi en kalın biçimde çizen devrimci lider olarak tarihteki müstesna yerini aldı. 1980 Diyarbakır zindanında teslim edilmeyen ulusal onur ile İbrahim’in direnişi arasında diyalektik bir bağ var. Bunu anlamayıp “steril” ulusal mücadele önerenler, ulusal özgürlük mücadelesini var eden dinamikleri kavramayanlardır. Sosyalistlerin, Kürtlerin, demokratların kendi örgütlerini bağımsız olarak var etmeleri en temel haklarıdır. Ancak omuz omuza mücadele vermenin önünde asla engel yoktur. 1 Mayıs meydanında Mehmet Akif Dalcı’yı vuran el ile Newroz meydanında Kemal Kurkut’u vuran el aynı olduğu somut bir gerçek değil mi? Türk halkı içinde faşist zihniyetin geniş taban buluyor olmasının nedeni emekçilerin örgütsüzlüğüyle yakından alakalıdır. Ayrışmak şöyle dursun; HDP, Newroz coşkusuyla 1 Mayıs coşkusunu birleştiren siyasal güç olarak halkların, emekçilerin eşit, özgür geleceğini kurmakta önemli bir yere sahip durumu daha da güçlendirmelidir.
Kürt sorununu “ez çöz” mantığıyla hareket eden AKP-MHP faşizmine bu konuda dışardan destek veren düzen muhalefeti kendini sürekli Saray Rejimi’ne hizmet etmek zorunda bırakıyor. Saray rejimi, sistem muhalefetini “terörle işbirliği” sopasıyla hizaya getiriyor, konu HDP-Kürt meselesi olunca en cevval muhalefet “saraydan sesler korosu”na dönüşüveriyor. Sarayın siyasal ekonomik çöküntüsünün derinleştiği bu günlerde, HDP kendi hinterlandını yönetmekten öte, sistemin ideolojik etkisinden kurtulan büyük kitleler için çekim merkezi haline gelebilmeli. “Komutanlık aynı zamanda düşman ordularını yönetip, yönlendirme kabiliyetidir.” Dostların arttırıldığı, düşmanların tarafsızlaştırıldığı tarzda özgürlük mücadelesi zulmün kalelerini çökertmek için en kestirme yol olarak önümüzde duruyor.