Pakrat Estukyan
6- 7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da korkunç bir talan ve yıkım operasyonu yaşanmıştı. General Sabri Yirmibeşoğlu’nun yıllar sonra “Muhteşem bir Özel Harp dairesi operasyonuydu ve başarıya ulaştı” ifadesiyle itiraf ettiği tertip, üzerinden ancak elli yıl geçtikten sonra konuşulur oldu.
Son 17 yıldır 6- 7 Eylül tarihinin yıldönümünde yaşanan olaylar medyada tekrar tekrar işleniyor, ön hazırlıkları ve uygulamaları kâh tanık anlatımlarıyla, kâh siyasi yorumlarla enine boyuna irdeleniyor. Tanıklar yaşananları ayrıntılarıyla anlatırken, meselenin siyasi yönünü anlamaya yönelik değerlendirmelerde bulunanlar ise, Londra’da Kıbrıs müzakereleri yürüten T.C. diplomatlarının elini güçlendirecek, halkın konuya duyarlılığını ifade edecek bir işarete ihtiyaç duyulduğunu anımsatıyorlar.
Meseleye tarih biliminin analitik penceresinden bakıldığında ise görünen, 6-7 Eylül tarihinin İstanbul’un ‘kurtuluş’ günü olduğudur. Bir anlamda ‘Kurtuluş Savaşı’nın mütemmim cüzü, yani tamamlayan parçasıdır 1955 yılının Eylül ayı.
Sultan 2. Mehmet’in Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentini 1453 Mayısında ele geçirdiği tarihsel bir gerçek olsa da, şehrin düşmesi için bir 500 yıl daha geçmesi gerekmişti. Konstantinopolis kimin egemenliği altında olduğundan bağımsız bir şekilde ruhunu, özgün dokusunu korumuş, Türk yönetiminde olduğu halde Türkleşmemişti.
Milliyetçilikle sakatlanmış aklın kolay kolay anlayamayacağı bir durumdur bu. İşgal ettiği her yerin artık kendisine ait olduğu sanrısına kapılan bu akıl, günümüzde de Doğu Anadolu Bölgesi denen araziye Batı Ermenistan veya Güneydoğu Anadolu Bölgesi denen araziye Kürdistan ya da Asuristan dendiğini duyunca kırmızı görmüş boğaya dönüyor.
6-7 Eylül tarihi ve sadece üç gün sonra kutlanacak olan 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu arasındaki tek fark ilkinin 33 yıl kadar gecikmiş olmasıdır. Her iki kentin de tarihinde Eylül ayı anılan şehirlerin sahiplerinden arındırılmasını ifade eder. Hemen bir asırdır ‘Yunanı denize döktük’ naraları arasında kutlanan İzmir’in kurtuluşunu düşününce, 6-7 Eylülü de ‘şehirlerini tepelerine yıktık’ nidalarıyla İstanbul’un kurtuluş günü olarak kutlamak son derece anlamlı olacaktır.
Üstelik de şehri herhangi bir direnişle karşılaşmadan işgal eden İngiliz birliklerinin yine kendi iradeleriyle 6 Ekim’de çekilmelerini kutlamaktan daha anlamlı bir yere oturuyor 6-7 Eylülün ‘kurtuluş günü’ olarak anılması. Ne de olsa burada 6 Ekim’e kıyasla daha yüksek bir şevk, talan, yağma ve çapuldan oluşan daha yoğun bir çaba var.
İstanbul’un geçen 67 yılda uğradığı değişimi, yaratılan rantı, muhteşem yapılaşmayı, surlarla sınırlı kente eklemlenen her biri şehir ölçeğindeki mahalleleri düşündükçe şehrin gerçek sahiplerinden kurtarılmasının ne denli hayırlı sonuçlar doğurduğunu görmek daha da kolaylaşıyor.
Türkiye, tarihinde hiç düşman işgali yaşamamış kentlerin, kasabaların bile kurtuluş günü kutlamaya teşne olduğu bir milli histeri ortamına sahiptir. İstanbul’u anlı şanlı bir kurtuluş bayramından mahrum bırakmak her şeyden önce 6-7 Eylül’de cengâver bir ruhla kiliseleri, okulları, mezarlıkları, evleri ve işyerlerini harabeye çeviren, papaz linç eden, kadınlara tecavüz eden, mezardan çıkardığı naaşın göğsüne Türk bayrağı saplayan ecdadın hatırasına saygısızlık olacaktır.