Mehtap Sert*
G.Ç. 15 Aralık tarihinde Resul Erkmen’in işkencesine maruz kaldı. Bu işkence esnasında cinsel şiddete uğradı, yaralandı. Sanık Resul Erkmen neticeten yaptığı eylemlerin bir kısmından toplamda 10 yıl ceza aldı. Ancak uyguladığı cinsel şiddet kadının beyanına itibar edilmediği için aklanmış oldu. Yürütülen hazırlık soruşturması ve kovuşturma aşaması şiddete uğrayan kadınların devlet eliyle ikinci kez istismar edildiğinin en somut örneğiydi.
G.Ç., şiddetin gerçekleştiği gün olayın sıcağı sıcağına götürüldüğü hastanede cinsel şiddete uğradığını beyan etmesine rağmen buna dair hiçbir tespit yapılmamıştır. Acilde cinsel saldırı sonrası bir adli muayenenin nasıl yapacağına dair Sağlık Bakanlığı’nın genelgeleri mevcuttur. Buna göre mağdurun yaşadığı şiddetin fiziksel öyküsünün dinlenmesi, ruhsal yakınmalarının tespit edilmesi gerekirdi. Sistematik bir genel muayenenin yapılması sırasında kişinin vücudunda travmatik lezyonların tespitiyle olay yerinde tıbbi kanıt bulunabileceği gözetilerek öykü sırasında olay yeri sorulmalı yatak örtüsü, çarşaf gibi materyallerin alınması gerekmektedir. Kan ve idrar örnekleri, gebelik ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların tespiti açısından da alınması gereken vücut örneklerinin alınması elzem olan delillerdir. G. Ç.’nin yaşadığı cinsel şiddetin öyküsüne uygun mide sıvısından örnek alınması, olayın yaşandığı evde meniye dair inceleme yapılması gerekirken bu hususlar araştırılmadı.
Ülkemizde düzenlenen cinsel muayene algoritmasında başvurulması geren 3 ayrı konsültasyon daha vardır. Bunlardan biri bu kişinin gebeliğinin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, diğeri cinsel yolla bulaşan bir hastalığının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve yine son olarak cinsel saldırı sonrasında gerekli psikiyatrik desteğin alınması ve psikiyatrik belgelemenin yapılması için psikiyatrik konsültasyonun yapılması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesi doğrultusunda bu raporlarda iki seçenek mevcuttur. Ya muayene eden uzman hekim psikiyatrik bir patoloji saptanmadı şeklinde bir tespitte bulanacaktır, ya da böyle bir tespitte bulunamıyorsa psikiyatri konsültasyonda yönlendirilme seçeneğini seçerek kişiyi psikiyatri konsültasyonuna sevk edecektir.
Yapılan araştırmalar neticesinde cinsel saldırıya maruz kalanların büyük oranda kadınlar olduğu, çoğunluğunun tanıdığı biri tarafından cinsel saldırı yaşadığı, bu sebeple cinsel saldırı sonrası korku, utanma, kendine suç atfetme gibi duygular nedeniyle bir süre bunu inkâr ettiği tespit edilmiştir. Fiziksel bulguların zamanla kaybolabileceği ancak psikiyatrik bulguların bu kadar kolay kolay kaybolmadığı, şiddet sonrası travma sonrası stres bozukluğu depresyon, anksiyete ve cinsel işlev bozukluğu gibi bazı sağlık problemlerinin yaşandığı ortadadır. Cinsel şiddetle mücadele ve kadının kamusal alanda güvenle hareket edebilmesi için şiddet akabinde tüm bu tıbbi prosedürün işletilmesi gerekir. G. Ç.’nin yaşadığı cinsel şiddet olayında Sağlık Bakanlığı’nın genelgesi uygulanmamış, yüzü kızgın yağla dağlanmış haliyle verdiği ifadeye itibar edilmemiş, failin her aşamada değişen ifadesine itibar edilmiştir. Şiddet faili cezasızlıkla ödüllendirilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin önleme, koruma, kovuşturma ve bütüncül politikalarla hareket etme özelliği nedeniyle şiddet durumunda kadını iyileştirici düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan biri de Cumhuriyet Savcılıklarında aile içi şiddet birimlerinin kurulması ve şiddet mağduru kadınların kadın savcılarla muhatap olması durumudur. Ancak G. Ç., olayında kadının yüzü tanınmayacak halde olmasına ve cinsel şiddete maruz kalmasına rağmen aile içi şiddet savcısı ifadesini kolluk personeline aldırtmış, kendisi dinleme ihtiyacı hissetmemiştir. Altı saat bir kadına işkence yapan failin beyanına itibar etmiştir. Toplanan tüm delillere rağmen “ben şiddet uygulamadım” diyen failin beyanı olayın sıcağı sıcağına ve her aşamada delillerle tutarlı beyanda bulanan G. Ç.’den üstün tutulmuştur. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesine rağmen cinsel şiddet prosedürünün işletilmemiş olması da fail lehine değerlendirilmiş ve itirazımız reddedilmiş, eziyetten dava açılmıştır.
Kovuşturma esnasında failin “ben erkeğim, namusum, ahlak, gelenek, görenek, nişanlım benim evim” gibi hakimin erkek tarafına hitap eden cümleleri yasaya aykırı lehine bir yargılama sürecine dönüştü. Beyanlarının hiçbirinin dosyada delillerle gerçek olmadığı tespit edilmesine rağmen mahkeme tarafından ilk duruşmada tahliye edildi. Başsavcılığın itirazı ile aynı gün yeniden tutuklandı. Adli Tıp kadının psikolojik mağduriyetini belgelendirmesine rağmen kadının da bulunduğu duruşmada failin her türlü hakaret, aşağılama ile sıvanmış beyanlarına savunma sınırını aştığı konusunda hiç ihtar etmeden dinledi ve dinletti. Cinsel şiddet mağdurlarının şikayetçi olmamalarının önündeki engellerden biri de aslında mahkemede rencide edilmeleri ve tekrar tekrar aynı travmayı yaşamalarıdır. Ceza Kanunu’na göre neden-sonuç ilişkisi olmayan, işlenen suçla ilgisiz savunmalar hükme esas alınmaz. Ancak erkek yargı 2005 yılındaki değişikliklere rağmen hala “o saatte ne işi vardı, ne giyindi” gibi cinsiyetçi kodlara göre kararlar veriyor. Kadınlar fiziksel, cinsel şiddete uğruyor, rapor alıyor, şikayetçi oluyor ancak erkek yargı yine faili aklayacak bir gerekçe buluyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kadını yeniden yaşama katacak bütüncül politikalarının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Ceza kanunları eşitlikçi de olsa cinsiyetçilikten arınmamış erkek yargı ibreyi failler lehine çeviriyor.
*HDP Kadın Meclisi