İstanbul Sözleşmesi, gece yarısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla feshedildi. Peki, şimdi ne olacak? Feminist hukukçu Selin Nakıpoğlu, kararın sonuçlarını değerlendirdi: Bu bir Pirus zaferi olur. Bu mu isteniyor?
Nevin Cerav
AKP iktidarının uygulamadığı ve son birkaç yıldır da açık şekilde hedef aldığı İstanbul Sözleşmesi, 19 Mart gecesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla feshedildi. Karar Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla açığa çıktı. Kadınlar, ilk andan itibaren yaşamlarını hiçe sayan, erkek şiddetine yol veren bu kararı tanımadıklarını ve kabul etmeyeceklerini açıkladı. Bölgede ve batıda aralıksız şekilde her gün sokaklara çıkan kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen imzanın iade edilmesini ve etkin şekilde uygulanmasını istedi. Kadınların yanı sıra toplumun çeşitli kesimleri, barolar, sendikalar, sağlık kurumları, siyasi partiler ve dünyanın birçok ülkesi de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını eleştirerek tepki gösterdi.
Kadınların ve toplumun karara tepkisini, eylem ve eleştirileri görmezden gelen AKP iktidarı ise yeni bir sözleşmeden dem vurmaya başladı hemen. Yangından mal kaçırırcasına hareket eden iktidar, ortaya bir “Ankara Sözleşmesi hazırlıyoruz” cümlesi bıraktı… Bundan sonrasını feminist hukukçu Selin Nakıpoğlu ile konuştuk. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılma sürecini, kadınlara yansımasını, “Ankara Sözleşmesi”ni ve daha fazlasını Nakıpoğlu ayrıntılarıyla gazetemize anlattı.
İstanbul Sözleşmesi tamamen kaldırıldı mı Selin Hanım?
Hayır kalkmadı. Temmuz ayına kadar da yürürlükte olacak. Konseye bildirim yapıldıktan sonraki 3 ay boyunca yürürlükte olduğunu Sözleşme’nin kendisi de söylüyor.
-Nasıl geldi Türkiye bu sürece?
19 Mart’ta yaşadığımız aslında tam bir siyasi intihar Türkiye açısından. Ve eğer bir zaferse bu, ancak bir Pirus zaferi*. Pirus zaferi çünkü kaybedeni Türkiye ve kadınlar, kız çocukları, LGBTİ+’lar aslında. 19 Mart’tan önceki süreç şöyleydi: 2011’de imzalanan Sözleşme, 2014’te yürürlüğe girene kadar hep bir reklam çalışması yapıldı Türkiye tarafından, ilk imzacısıyız diye. Dönemin başbakanı ‘İmzalamakla da kalmıyoruz, diğer ülkelerin de onaylanması için taşları bizzat ben döşeyeceğim’ bile dedi. Bunları Türkiye başbakanı söyledi, Angela Merkel söylemedi. Bu Sözleşme bize dayatılmadı. Sözleşme ile ilgili birtakım yalan operasyonları 2019’da başladı. 2014 ila 2019 yılları arasında ise Sözleşme yokmuş gibi davranıldı siyasi iktidar tarafından. 2019’un Haziran’ında Erdoğan ‘Sözleşme nas değildir’ dedi ve bu söz bir domino etkisi yarattı. Oysaki 2011’de Sözleşme’ye imza atmak için koştura koştura gitmişlerdi.
Toplum nasıl bakıyor Sözleşme’nin kaldırılmasına?
2020’nin Temmuz ayında Numan Kurtulmuş’un, ‘Sözleşmeye nasıl imza atılmışsa yine imza atılarak çıkılır’ demesinden sonra Erdoğan, ‘Halk isterse kaldırırız’ diye bir açıklama yapmıştı. Sonrasında Ensar Vakfı, İsmailağa Cemaati, İmam Hatip dernekleri filan ‘Sözleşme kaldırılsın’ demeye başladı. Bunun üzerine KONDA bir araştırma yaptı Ağustos 2020’de ve araştırmanın raporunu yayınladı. KONDA’nın raporunda, halkın yüzde 93’ünün İstanbul Sözleşmesi’nin kalkmasını istemediği çıktı ortaya. Sözleşmeden çıkılmasını isteyen oran ise sadece yüzde 7’ydi. Yani KONDA’nın araştırması, Cumhurbaşkanı’nın ‘Halk isterse kaldırırız’ sözünün de cevabıdır.
Daha önce birçok hukukçu İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak o kadar da kolay değil diyordu…
Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı var ya, o karar 2018’de çıkarılan bir kararnameye dayanıyor, 9 No’lu Kararname’nin 3. maddesine. O yüzden biz Danıştay’a gidiyoruz, karar olduğu için. Kararname olsa Anayasa Mahkemesi’ne gidecektik. Biz Sözleşme tartışmaya açıldığında uyarmıştık aslında. Bir yetki verme durumu var, kendisi de çıkabilir Sözleşme’den demiştik. Özellikle ana muhalefet partisini bu konuda çok uyardığımızı hatırlıyorum ben. Fakat buna ‘Hayır kadınlar, abartmayın. Bu bir gündem değiştirme, kaldıramaz’ cevabı verildi bize. CHP bu kararname için Anayasa Mahkemesi’ne gitmedi. Teknik olarak bunu yapabilmeleri başkanlık sisteminde olduğumuz için karşımıza çıktı. Parlamenter sistem var mı? Otokrasi sistemindeyseniz bunlarla karşılaşabiliyorsunuz. Bunu ana muhalefet partisine bir konuşmamda söylediğimde, ‘Öyle kolay değil’ cevabı aldım. Nasıl değil? Yaptılar işte.
O zaman hem muhalefet partileri hem de Meclis görevini yapmadı bu konuda.
Evet yapmadı, muhalefet partisi de yapmadı, lideri de yapmadı. EŞİK’in dilinde tüy bitti anlata anlata. Hatta şimdi de şunu diyoruz: ‘Bir araya gelin, daha ne bekliyorsunuz bir araya gelmek için?’ Sadece EŞİK’in söylediklerini dikkate alsalardı dahi belki şimdi bu duruma gelmeyecektik. Bu bir. İkincisi: Bakıyorum televizyonlara, bu kararnameden, Sözleşme’den bihaber erkekler yine çıkmışlar irade gösteriyorlar, fikir beyan ediyorlar. Bizlere sözümüzü soran olmadı yine. ‘Siz bugünleri anlattınız, karantinada bile kampanyalar yaptınız, İstanbul Sözleşmesi yaşatır dediniz. Gelin, buyurun, siz konuşun’ falan yok. ‘Öyle bir kararname mi varmış’ diyen adamlar konuşup duruyor. İnanamadım izlerken. Bu da aslında şunu göstermiyor mu? Kadına yönelik erkek şiddeti siyasi malzeme haline geliyor çoğu zaman. Esasında laik erkekle siyasal İslamcı erkeğin bu konuda el sıkışabileceğinden eminim ben. Yani benim için hiç şaşırtıcı bir durum olmaz bu. Benim için bir turnusol oldu bu süreç. Yani ‘Ben de hükümet karşıtıyım’ diyorsun ama işin muhataplarına mikrofon uzatmıyorsun. ‘Gündem değiştirme bu’ diyorsun. Ne demek gündem değiştirme ya? Gündemin ta kendisidir dedik biz, hepsine söyledik. Bunun devamı da gelecek çünkü.
8 Mart’ın hemen öncesinde onlarca firma kadınlara yönelik reklam yayımladı. İstanbul Sözleşmesi için ise sessizler…
Hepsi şov. Hepsi popülizm, içi boş. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü sadece yüzde 70 indirim günü olarak ele alıyorlar. Tıpkı Sevgililer Günü, Ana-Baba günü gibi kapitalizm için düzenlenmiş günler onlar. İstanbul Sözleşmesi için çırpınanlar umurlarında bile değil onların. Vicdansızlık da var aynı zamanda. Sözleşme’nin kaldırıldığı konuşulmaya başlandıktan sonra 12 saatte 6 kadın öldürüldü. Bu bir tesadüf mü? Bence kesinlikle değil.
İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyordu ama yine de çok önemli bir yasal dayanaktı. Bu yeni durumun kadınlara yansıması nasıl olacak?
Tabii ki bu çok önemli bir durum, bir milat hatta. Çünkü Türkiye ilk defa insan haklarını düzenleyen bir regülasyondan ‘Ayrılıyorum’ dedi. Ve bir gün ışığı Sözleşmesi’ni, benim için bir gün ışığı sözleşmesidir İstanbul sözleşmesi. Çok aydınlatan, yaşatan, iç ferahlatan düzenlemeyi, gece karanlığında gelen bir kararla elimizden almaya çalışıyorlar. Ha bizim başka düzenlemelerimiz de var. Birleşmiş Milletler’in Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi (CEDAW) var yürürlükte. Ama tabii farkındaysanız, CEDAW da hedefe konuldu siyasal İslamcılar tarafından. Yani bunun devamının gelme ihtimali var. Bence şimdi asıl buraya odaklanmak gerekiyor. Evet, İstanbul Sözleşmesi kararı yok hükmünde, hukuken geçersiz bir idari işlem. Tamam, fakat burada Türkiye’nin göze aldığı siyasal sonuçları düşündüğümüzde; kaybedenin biz olduğumuzu kabul ederek buradan geri adım atılmasını talep etmektir benim geldiğim nokta. Bu adım kimseye bir şey kazandırmıyor. Türkiye uluslararası hukuktan kendini çekip bir boşlukta gezmek mi istiyor? Çünkü bu o demek.
Başka düzenlemelerimiz de var dediniz. İstanbul Sözleşmesi’ne dayanılarak hazırlanan ev içi şiddeti önlemeye yönelik 6284 sayılı kanun da kullanılmaya devam edecek mi?
Bakın bu çok önemli. 6284 sayılı kanunun uygulanamayacağı ile ilgili çok söz dolaşıyor ortada. Bu sözleri sarf eden hukukçular var, özellikle erkek şiddetine maruz kalan kadınlarda yarattıkları güçsüz, umutsuz, yılgınlık haline karşı onlara dikkat etmelerini öneriyorum. Cümleleri kurarken böyle yılgınlık havasını beslemeyelim. Evet, 6284 İstanbul Sözleşmesi’ne dayanak olarak hazırlandı ama Sözleşme kalkınca bizim yasalarımız da kadük kalmıyor. Yani siz 6284 sayılı yasaya bir tedbir istediğinizde ‘Vay efendim İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildi, o yüzden bunu uygulayamayız’ diye bir şey yok. 6284 kanunu uygulanmaya devam edecek, uygulamayan görevini suistimal etmiş, suç işlemiş olur. Asla böyle bir şey yok. Bence her ne kadar içinde bulunduğumuz durum hepimiz için zor olsa da mücadeleye devam etmek durumundayız. Bizim öyle enseyi karartıp bir kenarda her şey yandı bitti, kül oldu deme hakkımız yok. Biz İstanbul Sözleşmesi kararı öncesinde de mücadele ediyorduk, şimdi de mücadele ediyoruz. Şimdi imzanın çekilmesi noktasındaki hatayı göstermek için mücadele ediyoruz. Zaman zaman mücadelelerimizin başlıkları değişebiliyor ama hep aynı aslında, biz erkek egemen zihniyetle mücadele ediyoruz. Şunu da görmek lazım: Bu süreç devam edebilir, daha da can sıkıcı noktalara gelebilir. Bunun gelmemesi için birleşmemiz, birlikte olmamız, safları sıklaştırmamız gerekiyor.
Toplumun çok büyük kesimlerinin tepki gösterdiği birçok kadın ve çocuk karşıtı düzenleme uygulamaya sokuluyor. Nasıl olabiliyor bu?
Çünkü toplumun tepkilerinin anlık olduğunu biliyorlar, çözmüş durumdalar bunu ve bunun üzerinden yol alıyorlar, aldılar da işte. Şu çok net ve çok da acı: Kadınlar hayatta kalma mücadelesi verirken, erkeklerin siyasi hesaplarında bu durum sadece bir başlıktan ibaret, ben bunu gördüm Mart’ın 19’unda. ‘Bu sadece bir gündem değiştirme’ lafı edilebiliyor bize. Gündem değiştirme ne demek? Türkiye’de gündem eksikliği mi var? Biz Finlandiya’da mı yaşıyoruz da gündem değişikliğine ihtiyacımız olsun?
Sözleşme’den çekilme kararının cemaatlere, tarikatlara hizmet ettiği ve bir erken seçim için yapıldığı ifade ediliyor. Sizce de öyle mi?
Ben bunu sadece bir seçim hamlesi olarak yorumlamıyorum, bunun topyekûn kazanılmış haklara bir saldırı, kadının toplumdaki yerini farklı tahayyül etmek isteyen, siyasal İslam perspektifinden bakıp ‘aile, itaat, fıtrat’ üçlüsünden hareketle kadınları cendereye almaya çalışan bir zihniyet var. Bu zihniyet sadece seçim hamlesi olarak nitelendirilemez. Belki çoklu hukuk sistemine geçmek için bir adım, bakın yazıyorlar zaten. ‘Hilafet ilan edin’ diye. Biz bunları zamanında dile getirdiğimizde, ‘Aman uçuruyorsunuz, atıyorsunuz’ dediler. Kim bunları atmak ister? Sadece görünüyordu bazı şeyler. O yüzden birlikte güçlü olduğumuz için kadınlar olarak başka çaremiz yok, birlikte mücadele etmemiz lazım. Biz hep mücadele ettik, yine edeceğiz. O yüzden umutsuz değilim. Bu ülkede hiçbir şey gökten zembille inmedi. Aldığımız her nefesin mücadelesini verdik. Hiç pabuç bırakacak niyetimiz yok, öyle bir lüksümüz de yok.
Kadınlar, dernekler kararın iptali için Danıştay’a başvuruyor. Sizin böyle bir adımınız olacak mı?
Elbette, ben de bireysel dava açacağım. Karara itiraz için 60 günlük süre var. Çok fazla başvuru var Danıştay’a. Çok dava açıldı, açılacak da. Deva Partisi açtı, CHP de açacak sanırım. 13-14 baro dava açtı, devamı da gelecek. Çeşitli kadın örgütleri, STK’ler açıyor. HDP’den Feleknas Uca da kararı konseye taşıdı, bu da çok önemli bir adımdı.
HDP ‘Kadın partisiyiz’ diyor ve epey çaba da harcıyor bu konuda…
HDP’den öğrenecekleri çok şey var tüm partilerin. Bence ellerinden geleni yapıyorlar. Ana muhalefet partisinin de yapması gereken çok şey var ama kendinden bekleneni hiçbir şekilde gösteremiyor. Şu aşamada çok hızlı bir plan yapıp tüm partilerle birlikte çalışmak durumundalar. Belki bu çağrıyı ana muhalefet partisi yapar, bilemiyorum fakat yani ‘Bu iktidarı kadınlar yıkacak’ deyip kenara çekilmek gibi bir lüksleri yok. Biz ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz zaten de siz ne yapıyorsunuz? Ana akımda programlara çıkan pek çok erkek İstanbul Sözleşmesi’ni konuşuyor. Nasıl ki HDP’nin olmadığı yerde HDP aleyhine konuşuyorlar, İstanbul Sözleşmesi’ni bilen, mücadelesini veren kadınların olmadığı yerde de Sözleşme’yi konuşuyorlar. Çıkın canlı yayında karşımıza bizimle konuşun.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan diyor ki: ‘Sözleşme 10 yıldır var, çok da istifade ettik ama şiddet arttı.’ Hayır, bu Sözleşme 7 yıldır yürürlükte ve hiç istifade etmediler, etselerdi böyle olmazdı. Evet, cinayetler arttı ama siz ne zaman Sözleşme aleyhine konuştunuz, cinayetler o zaman arttı. Ne zaman şort giydi diye bir kadına tekme atıldı, Binali Yıldırım kadına tekme atan kişiye ‘Ya ne tekme atıyorsun, mırıldan geç’ dedi o zaman arttı. Cinsiyetçi sözler ağızlarından çıktıkça yükseldi erkek şiddeti. Hükümetin yasaları uygulaması azaldıkça şiddet artıyor, bunların arasında böyle bir oran ve bağlantı var. Son olarak şunu söyleyebilirim: Türkiye’nin evrensel hukuk değerlerinden bağının koparılmasına yönelik hamleden geri adım atılmalı. Bu uluslararası hukuk değerlerinden bizi ayrı bir yere koyan gelişme çok olumsuz, çok tehlikeli. Bu bir siyasi intihar olur ama en önemlisi bu bir Pirus zaferi olur. Kaybeden Türkiye olur. Bu mu isteniyor?
Ankara Sözleşmesi: Aile, itaat, fıtrat
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılma kararının hemen ardından iktidar cephesi ‘Ankara Sözleşmesi hazırlıyoruz’ diye bir açıklama yaptı. Sizce ne demek istiyorlar?
Vallahi yerli ve milli uluslararası sözleşme olmaz herhalde. Ankara anlaşması derken neyin anlaşması, kimin anlaşmasından bahsediyorlar bilmiyorum. Ama ben zemininin Boşanma Komisyonu raporunda öne çıkarılan başlıklar olacağını düşünüyorum. Bu arada hiçbir duyumum, bilgim yok. Sadece öngörü bu, bu öngörüyü de bize zaten hükümet verdi. Neden Boşanma Komisyonu raporu diyorum? 4 satır ismi var komisyonun. O da şöyle: ‘Mecliste Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu.’ Bu komisyon 2016’da kuruldu, mayıs ya da haziran ayında da raporu çıktı. 479 sayfalık bir rapor bu. Ben birkaç kez okumuştum, üstüne yazı da yazmıştım. İlk gözüme çarpan şuydu: ‘Aile, itaat, fıtrat.’ Diyanet İşleri Başkanlığı Aile İrşat büroları, vaizeler, milli kültüre duyarlı uzmanlar, çok geçiyor bu ifadeler raporda. Raporun danışmanlık hizmetini dini temele oturtan bir bölümü var, diğer bölümünde de nafaka hakkının sınırlandırılmasına ilişkin öneriler var. Bu Ankara düzenlemesi her neyse, bu rapordakilerin yer alacağını tahmin ediyorum.
NOT: *Pirus zaferi: Yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zafer. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder.