İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddeti dert edinen ilk uluslararası belge olarak niteleniyor. Kadın örgütlerinin ve bağımsız kadınların ve uzun soluklu mücadelesinin sonucunda 2011’de imzalandı, Sözleşme’yi imzalama onuru AKP dönemine kaydedildi. Sözleşme tam da adında ifade edildiği gibi (1) kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemeyi amaçlıyor. Yaşatma ve yeni yaşam felsefesi ve pratiği ile çok uyumlu olan bu belge, Türkiye’nin yeni elitleri arasındaki görünür muhafazakâr erkek temsiller tarafından hoyrat biçimde eleştiriliyor.
Sözleşme’nin başlığındaki olumsuz olgular gerçek yaşamda yok edildiğinde, yaşamın herkes için güzellikleri ve olumsallıkları ortaya çıkıyor. Kendisi de inşa edilmiş ve önlenebilir olan şiddet ortadan kaldırıldığında, evdeki birincil ilişkiler ve sokak demokratikleşiyor, kadın, erkek, lgbti’ler; güç, yeti ve yeteneklerini engelsiz biçimde ve birlikte geliştiriyorlar. Çocuklar şiddetin olmadığı barış koşullarında büyüyor ve gelişiyorlar. Kısaca İstanbul Sözleşmesi yaşatıyor.
Belgenin bu niteliği apaçık ortada iken hangi siyasal parti, kadına, çocuklara ve trans kadınlara yönelik şiddeti olumlar ve savunur? CHP, HDP ve İyi Parti, İstanbul Sözleşmesi’nin tüm hükümleriyle uygulamaya geçirilmesini savunuyor. Peki, Sözleşme’yi imzalayan parti? İşte burada sorun var. Çünkü AKP’nin Sözleşme ile ilişkisi oldukça çelişkili! “Nasıl usulünü yerine getirerek imzalanmışsa, usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır” diyen Numan Kurtulmuş (2), Sözleşme hakkında erkek iktidarın sesini yansıtıyor. Yani iktidarın kadınlarla ilgili sınavı kapıda!
Biliyoruz ki ataerkil kodlarla çalışan AKP, taban siyasetindeki yoğun kadın emeğine karşın Sözleşme’yi samimi biçimde benimsemedi; ilkokul, ortaokullarda ve üniversitelerde toplumsal cinsiyet kavramına dair tüm çalışmaları engelledi. Yani İstanbul Sözleşmesi büyük ölçüde kâğıt üzerinde kaldı. Bu nedenle de kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel, fiziksel, duygusal ve ekonomik şiddet, çok yüksek düzeylere tırmandı.
Buna karşın imzalanan belge, ‘AKP İktidarında Kadın’ başlıklı her parti metninin en önemli propaganda maddesini oluşturuyor. Parti bir yandan evi işaret ederek “kadınlara yerini” bildiriyor. Diğer yandan AKP Grup Başkan Vekilliğine bir kadın milletvekilini atıyor; kadın görünürlüğünü sembolik de olsa sağlıyor, tabandaki kadınları ise mahalle, ilçe, il örgütlerinde çalışması için sokağa çağırıyor. Kadınlar AKP’de yerel siyasetin en önemli figürleri. Ne var ki neredeyse iki on yıldır iktidarda olan AKP, gerek partide ve gerekse seçmen kitlesi içinde etkin kadın bedenleşmelerini ataerkil kodlarla denetleyen eski günlere çağrılıyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni ‘tüm kötülüklerin kaynağı’ olarak görüp eleştirenlerin eleştirisini yapan Özlem Zengin ve feminizmlerle açık veya örtük bir biçimde ilişkilenmiş muhafazakâr kadınlar, bir yandan partideki kadın emeğini, bir yandan da güçlenen ataerkil kurumsallaşmaları görüyor olmalılar. Neo-liberalizmle eklemlenmiş para, mülk, politik güç ve kadro peşindeki erkekler, cami sayısının artırılması, yüksek ezan sesiyle uyanılan şehir mitinin yaygınlaştırılması ve Ayasofya’nın ibadete açılması vb. dışında muhafazakâr politikalarını aile, kadın ve çocuk coğrafyasında devinerek sürdürüyorlar. Yükselen işsizlik, derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluk gündemlerinde bile değil. Erkek konumları ile ‘aile kurumunun’ arkasına saklanıyor ve ayrıcalıklarını sürdürmek için çabalıyorlar.
Ne var ki çok ciddi bir sorunumuz var: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre sadece 2019’da 474 kadın öldürüldü (3). Türkiye siyasetinde İstanbul Sözleşmesi’nin bir gereği olarak toplumsal cinsiyet eşitliği kültürü geliştirilmiş olsaydı, 23 yaşındaki trans kadın Hande Kader (2016) İstanbul’da ormanlık bir alanda yanmış halde bulunmayacaktı; tecavüz girişimine direnen 22 yaşındaki Özgecan Aslan (2015) öldürülüp ormanda yakılmayacaktı; Gülistan Doku’ya ne olduğu ortaya çıkacak, adını sayamadığım her yaştan binlerce kadın için adalet sağlanacaktı.
İstanbul Sözleşmesi, her toplumsal sınıftan, her etnik ve dinsel aidiyetten, her dünya görünüşünden, her yaştan kadınların kırmızıçizgisi olmak zorunda! Çünkü Sözleşme “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışını reddediyor, şiddeti teşhir ediyor. Sözleşme, şiddet gören kadınları, farklı cinsel yönelimleri ve çocukları ‘yaşatmak’ için devlete, topluma ve bireylere görev ve sorumluluklar veriyor. İstanbul Sözleşmesi temel alınarak çıkarılan 6284 sayılı yasa, etkin uygulandığı takdirde kadınları koruyor. Çünkü şiddet uygulayanlara uzaklaştırma ve yakın koruma gibi birçok tedbiri düzenliyor; kadınları maddi olarak güçlendiriyor, kimlik değiştirmeye kadar birçok hakkı tanıyor.
Müslüman ve Alevi kadınlar, Kürt kadınları, Kemalist kadınlar, sosyalist kadınlar ve çeşitli öznellik üretimi içindeki tüm kadınlar olarak bizler aile, namus, değerler görünümü altında erkek ayrıcalıklarını koruyan ve şiddeti onaylayan ataerkinin sesine hak ettiği cevabı verebilir ve İstanbul Sözleşmesi’ni savunabiliriz.
Dipnotlar:
(1) Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi
(2) https://www.birgun.net/haber/akp-icinde-istanbul-sozlesmesi-celiskisi-307437
(3) http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/ veriler/2889/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2019-raporu, 10.07.2020
AKP içinde İstanbul Sözleşmesi çelişkisihttps://www.birgun.netKADIN CİNAYETLERİNİ DURDURACAĞIZ PLATFORMUhttp://kadincinayetlerinidurduracagiz.netehmed pelda.docxayhan erkmen.docx