Ülkemizin adı uzun, bu yüzden mücadelesi de uzun. Böyle başladı hikâye. Yaşananlar hikâye olur mu? Hikâye yaşamdan yana mı? Burada bu denli sıradan bir soru değil. Her gün şahit ol, her daim tanık gibi yaşa, her yerde anımsa. Tüm bunlar olurken yani dünya dönerken, yaşamak nerede saklanıyor, diye diye kahreden bir soru daha peyda oluyor.
Cevabını bulamamış her soru başka sorular doğurur. Bu bir gerçek. Yıldızlar kadar uzak gibi görünen ama her zaman yakınımızda bir mayın gibi patlayan, insanı sarsıp dağıtan bir alışkanlık. Alışmak, alışverişten, alıp veremeyişten güç alıyor. Sıradan bir hengâme, ömür boyu sürer. Hem de burada ömür hiçbir yerdekine benzemezken.
Dünyanın dışına çıkıp baktım bir an. Dedim bu nasıl çirkin bir hapishane, burada mı kalıyoruz? Dünya evdir diyenlere sinirlendim, evi yakmak istedim. Dışında olunca, yakamıyorsun, içeriye dönmek lazım, dedim yine. Bir evi, bir devleti, bir dünyayı içindeyken yakmak lazım.
Sonra insan olduğumu hatırladım, acziyetimi dünyaya baka baka bir daha gördüm. Dışarıda olmak, içeride kalmaktan beterdir dedim. Dediğime inanarak dünyayı taklit ettim, döndüm ben de. Hayıflanmak kâr etmiyor, kahrolmak derman olmuyor. Düşünmek ve düşünemediğini aramak, budur ayna, dünyaya bakıp ona benzemek.
Kafestir bir ömür, bu kadar çırpınan bir söz, kanat çırpıyor işte. Uçmak aslında bir sanmak. Düşerken yanıldığını anlamak. Bu da bir sanat, birçok benzeri var; anlatmak, yazmak, resmetmek, ses vermek. Ölüye ağıt olan bir uğurlama da artık bir sanat. Bizim iflah olmamız için yeni bir Big Bang şart.
Huyunu vurup üzerine toprak atmalı bugünün, buraların. Nefes aldığımız her yere anıtlar dikip, hepsinin yerle bir edilmesini alkışlamalıyız. Vahşetin dehşet veren rengini, beklemenin unutma kuyusunda kaldığını, özgürleşmenin hassas dengesini, henüz keşfedilmiş bir kefede tartmak borcu olduğunu birbirimize tembihleyelim.
Israr bir istikbal vaat eder, istikrar bir sıkılmaya tekabül eder. Hayıflanalım inşa edilmiş her umuda, iftira atalım her kaygıya. Çürümüş tesellilere bir dua, bir serenat hatta bir sitem bulalım. Bu çöl gibi bir gelecek. Bilemediğimiz her şeyde kaybolmanın sıradanlığı ve bildiğimiz her yerde asimile olmanın örgütlü anahtarı elimizdeyken, hey biz, nereye böyle?
Ziyan edilmiş bir milyon yıl, mahvedilmiş milyonlarca yıl diler. Budur sakındığından saklanmak. Ağrı bölüşülmüyor burada. Ağrı hissedildiği yerde coğrafyanın kederi gibi kendini gösteriyor. Doğru ya, göstermek gösteriye dönüşmüştü kaç zamandır.
Bakmalar ve görmeler birbirinden ayrılalı çok oldu. Görmenin serencamı, bakmanın hezeyanı, iç içe karışarak yitirildi. Yitirilmek veya yitirmek, ayrı ayrı acıların beşiği. Sersemleten bir tokat, rüzgâr gibi esiyor. Kimisi üşür, kimisi serinler. Mevsimleri ayrıcalıklı ve ayırımcı diye ikiye bölen yıllar, herkese ayrı yollar çiziyor.
Bahtiyarız, kahrımızda kaybolmadık, kahrımızla kaydolduk diye. Gelsin gelsin, sakınmadan, ezberi ile yavşamış dünyanın alacakaranlığı, gündoğumu ve bizi temsil eden günbatımı. Hoş geldin aynı hayat, ezberinden sıkıl artık.
Haftanın kitap önerisi: Walter Benjamin, Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocuk Olmak / Çeviri: Tevfik Turan, Yapı Kredi Yayınları