Orta Doğu’daki ve Türkiye’deki temel siyasal-toplumsal sorunlar, daha fazla İslamcılaşarak veya bu doğrultudaki hamasi nutuklarla değil, yaşasın-kahrolsun ikilemleriyle hiç değil, ancak bu ülkelerin ve söz konusu toplumların demokratikleşmesiyle çözülebilir
Meriç Gök
Hamas’ın İsrail’de bir müzik festivalinin yanı sıra Be’eri kibbutzunu da hedef alan 7 Ekim saldırılarının ardından İsrail’in salt intikam duygusuyla misilleme babından Gazze’ye yaptığı ve şu ana kadar 3 bine yakını çocuk olmak üzere 8 bine yakın sivil insanın ölümüne sebep olduğu saldırıları devam ederken bu çatışmaları iç politikada en çok kullanan iki ülkenin İran ve Türkiye olduğu görülüyor. Yıllardır milyonlarca doları kendi halkının yararı için değil, Hizbullah ve Hamas gibi paramiliter örgütleri finanse etmek için kullanan İran, Orta Doğu’da yaşanan bu trajik hadiseleri, bir yıl önce Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesiyle başlayan, ön saflarında kadınların olduğu ve yer yer ayaklanmaya dönüşen protestoların yıldönümünde kitleleri manipüle etmek için kullanıyor. Maddi olarak desteklediği paramiliter yapıdaki örgütler aracılığıyla nüfuz alanını genişletmeye çalışan İran’ın bir Batılı düşman imgesi olarak İsrail’e ihtiyacı var–öyle ki eğer bu ülke olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdı denilebilir. Erdoğan yönetimi de Gazze’ye, 2020’den bu yana kendisini iyice dayatan ekonomik krizin içinde kelimenin tam anlamıyla yaşam savaşı veren milyonlarca emeklisi de dâhil, bir tür “prekarya”ya dönüştürülen geniş halk kitlelerinin dikkatini kendi sorunlarından uzaklaştırmak için âdeta bir can simidi gibi sarılmaktadır. Bir ‘iç sorun’ olan Kürt sorunu da dâhil içine girilmiş olan ekonomik ve toplumsal darboğazı, yirmi yıldır izlenen yanlış politikaların bir sonucu olarak değil de geçmişte Irak ve Suriye’de, şimdi de Orta Doğu’da ve Filistin’de olduğu gibi aynı yabancı dış güçlerin bir “tezgâhı” olarak göstermektedir.
Öyle ki Cumhuriyet’in yıldönümünün arifesinde “Büyük Filistin Mitingi” adıyla İstanbul’da yine devletin bütün imkânları seferber edilerek bir tür “devlet mitingi” olarak düzenlenen ve antisemit tonu belirgin olan mitingin salt bu amaçla gerçekleştirildiği söylenebilir. Retorik düşkünü Erdoğan, Mehmed Âkif’in “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz; gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz!” dizesine de yer verdiği miting konuşmasını bu kez esas olarak Mahmud Derviş, Tevfik Ziyad gibi Filistinli şairlerin dizeleriyle süslüyor.
Kendisini sık sık kaptırdığı “Büyük Osmanlı” düşünü de, İmparatorluktan bugünkü sınırlar içine “küçülme”den duyduğu üzüntüyle birlikte yine dışa vuruyor: “Hâlbuki bir asır önce bu millet için bu ülke için Adana ne ise Gazze de o idi. Tıpkı Edirne neyse Üsküp’ün, Kırklareli neyse Selanik’in, Mardin neyse Musul’un, Gaziantep neyse Halep’in o olduğu gibi Gazze de vatan topraklarının ayrılmaz sandığımız bir parçasıydı. Nereden nereye geldik.” Ardından Çanakkale’de 53 Gazzeli şehidin yattığını belirterek bu sayının bugün sınırlarımız içindeki pek çok şehrin üstünde olduğunu söyledikten sonra devam ediyor: “Ama bizi kanımız kadar, canımız kadar, sevdamız kadar kendimizden olan tüm bu topraklardan ne yazık ki ayırdılar. Sadece fiziki olarak ayırmakla kalmadılar. Zihnimizden ve kalbimizden sökmek için de her türlü fırıldağı çevirdiler.”
Tüm konuşma, devlet imkânları kullanılarak meydanı dolduran topluluğun arzu ettiği gibi İsrail’e ve bu arada yer yer Batı’ya yöneltilmiş, tümüyle hamasi bir söylemden ibaret. Konuşmasında külliyen kötü bir Batı var. Bu bağlamda Mahmud Derviş’in Filistinli Sevgili şiirinden bir bölüm aktardıktan sonra bu bölümde bulunan “Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit” dizesini kullanarak “Batı’nın vicdanından merhamet çıkmaz” kesin yargısını ifade ediyor. Mitinge katılan yüz binlerin çoğunluğunun, antisemit bir anlayışta olduğunu ve gerçekte İsrail ve Filistin topraklarında kalıcı bir barıştan yana olmadığını sıklıkla atılan sloganlar bariz şekilde göstermektedir: “İşte ordu işte komutan”; “Mehmetçik Gazze’ye”; “Ya Allah bismillah, Allahüekber”…
Erdoğan bir yandan Osmanlı sınırlarının 1923’te küçülmesine üzülürken – bunu yüzüncü yılda vurguluyor olması da hayli düşündürücü – öte yandan sınır ötesindeki kimi operasyonlarda, askeri müdahalelerde de parmağı olduğunu da gizlemiyor: “Bu millet dimdik ayakta. Yine aynı şekilde aynı kararlılıkla Libya’da neysek Karabağ’da neysek bilesiniz ki Orta Doğu’da da oyuz.” Bir de şu ifade: “Öyle büyük bir millet ve devletiz ki ne gücümüz ne derdimiz ne mücadelemiz sadece kendi sınırlarımızda kaimdir.” Görüldüğü gibi bu tür karışmaların, Gazze’yi de içine alabileceğini doğrudan belirtmemekle birlikte en azından kesinlikle imâ ettiği açık. Hamas’ın siyasi liderliğinin Katar’ın yanı sıra Türkiye’de bulunuyor olması düşünüldüğünde bu imânın büsbütün temelsiz ve yersiz olmadığı görülür.
Erdoğan olayların başında nispeten itidalli bir dil kullanırken ve Yahudi demekten özenle kaçınarak İsrailli diyerek belirttiği çocuklarla Filistinli çocuklar arasında bir fark yoktur derken ve bir tür arabuluculuğa soyunurken İstanbul mitingine artık açıkça Hamas yanlısı olarak gelmiş ve Hamas’ı desteklediğini ortaya koymuştur. Öyle ki söylemleri, İsrail devletinin kuruluşunu sorgulamaya kadar varmıştır. Dahası bir ara İsrail’i, Kürt sorunuyla da ilişkilendirerek antisemit söylemini kendince tahkim etmeye çalışmıştır.
Türkiye’nin özellikle son yıllarda içine girdiği ekonomik krize yukarıda değinmiştim. Ancak ülke bu krize koşut olarak ayrıca siyasal özgürlükler bakımından da son derece vahim bir durumdadır. Bir sivil toplum kuruluşu olan World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) tarafından hazırlanan hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada yer alıyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in basın özgürlüğü endeksinde ise 180 ülke arasında 165. sırada yer alabilmektedir.
Orta Doğu’daki ve Türkiye’deki temel siyasal-toplumsal sorunlar, daha fazla İslamcılaşarak veya bu doğrultudaki hamasi nutuklarla değil, yaşasın-kahrolsun ikilemleriyle hiç değil, ancak bu ülkelerin ve söz konusu toplumların demokratikleşmesiyle çözülebilir. Ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması için; küresel iklim krizi çağında bir ülke olarak çevreden yana uygulamalarla krizin çözümüne katkıda bulanabilmek için; kadın sorunu ve toplumsal cinsiyet sorununun çözümü için ve son olarak (önem bakımından son değil) Kürt sorununun çözümüne yönelik gerekli adımların atılabilmesi için demokratik bir cumhuriyet elzemdir. Başka bir ifadeyle ülkenin ve toplumun yukarıda sıralanan tüm temel sorunları, yüzüncü yılı kutlanmakta olan Cumhuriyet, ancak bir demokratik Cumhuriyete dönüştürülmesiyle kalıcı biçimde çözüme kavuşacaktır.