İsrail’in nasıl yıllardır abluka altında tutarak bir tür gettolaştırdığı ve bu süreçte siyasal bakımdan büyük ölçüde Hamas’laşmasına katkıda bulunduğu Gazze şeridi varsa Türkiye’nin de, uluslararası güçler dengesine bağlı olarak, bu çerçevenin sınırları içinde benzer uygulamalara tabi tuttuğu bir Rojava’sı var
Meriç Gök
Erdoğan zaman zaman kimi söylemleriyle birçok insanın –CHP ve meclisteki CHP eksenli muhalefetin kesinlikle– belki de daha önce hiç düşünmediği, düşünmek bir yana bir an için bile aklına dahi getirmediği bir tür tetikleyici denilebilecek hassas konuları gündeme getiriyor. Son günlerde İsrail’de yaşanan gelişmelerle ilgili kendine özgü kimi saptamaları, üzerinde durmayı hak ediyor. Retoriğe hayli düşkün bir politikacı olan Erdoğan, olayların başında “İsrail devleti bir örgüt gibi davranırsa, örgüt muamelesi göreceğini” söyledikten sonra bu benzetmeyi çok beğenmiş olmalı ki birkaç kez yineledi. Burada devletin de bir örgüt olduğu, dahası imparatorluklar zamanındaki çok uluslu devletlerde olduğu gibi on dokuzuncu yüzyıldan itibaren uluslaşma süreciyle birlikte kurulan ulus-devletlerde de gerek ordu ve polis gibi güvenlik kurumlarıyla gerek eğitim ve sağlık gibi “hizmet” kurumlarıyla ilgili toplumun en büyük, devasa örgütünün tartışmasız biçimde devlet olması gerçeği bir yana, onun bu sözleri bağlamlaştırıldığında örgütü, tıpkı 12 Eylül dönemi cuntacıları gibi kriminal bir hadise olarak anladığı, yani örgütü bir terör organizasyonu olarak gördüğü ve şiddet kullanma tekelinin devlete ait olduğunu ve böyle olması gerektiğini düşündüğünden buna olumsuz bir anlam yükleyerek kullandığı açıktır. Bu konudaki bir başka açıklık da ona göre şiddete başvuran örgüt, ideolojik-siyasal bakımdan sol ise olumsuz, fundamentalist İslamcı ise olumlu nitelemeyi hak etmektedir. Nitekim AKP meclis grubunda dün yaptığı konuşmasında “Hamas terör örgütü değil, kurtuluş ve mücahitler grubudur” demiştir. Onun buna benzer değerlendirmeleri daha önce de gerek Türkiye içinde oluşturup Esad’a karşı gönderdiği, bu girişim başarısız kalınca Rojava’da Afrin’e yolladığı paralı-cihatçı çeteleri (vaktiyle ÖSO denen) Kuvayı Milliye’ye benzetmesinde, gerek Afganistan’da iktidara gelen Taliban için “Taliban’la ters yanımız yok” sözünde de görülebilir – belki biraz daha modern olmanın dışında gerçekten de ters yanı yok.
İsrail Savunma bakanının Gazzeliler için kullandığı ve aslında orada olan biteni de, sözüm ona izah etmeye çalışan o Nazi dilinden farksız “insansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre davranıyoruz” sözü haklı olarak tüm dünyada büyük bir tepki gördü. Ancak özellikle başta Hamas, İslamcı cenahın büyük bir kesimi de Yahudileri böyle görmektedir. Hamas militanlarınca “Aksa Tufanı” adı verilerek 7 Ekim’de bir müzik festivaline katılan 1000’e yakın sivil insanın öldürüldüğü katliam ancak böyle bir ideolojik tasavvurla mümkün olabilir. Başka bir ifadeyle Yahudilerle ilgili böyle bir ideolojik algının –bu algının tarihsel kökleri ve nedenleri ayrı bir yazı konusudur– katliamı gerçekleştiren silahlı Hamas güçlerinin başlıca sâiklerinden biri olduğu söylenebilir.
İsrail’de 1948’den beri yaşanan trajedi, bu topraklarda da Cumhuriyet temel alındığında 1923’ten beri, tam yüz yıldır yaşanmaktadır. Şimdi sormak zamanıdır: Burada devlet, 80’li ve 90’lı yıllarda yüzlerce, binlerce insanın kaçırılıp öldürülmesi sırasında bir ‘devlet ‘gibi mi yoksa bir örgüt, düpedüz bir terör örgütü gibi mi davranmıştır? Peki, şimdi yıllar sonra her Cumartesi, Galatasaray Lisesi’nin İstiklâl Caddesi’ne bakan tarafında bunu hatırlatan insanları, Anayasa’nın açık hükmüne ve bu konuda verilmiş AYM kararına rağmen derdest edip saatlerce, hatta bazen günlerce nezarette tutan devlet nasıl davranmaktadır? Herhangi bir çatışma bile olmadan havadan düzenlenen operasyonlarda öldürülen insanlar için bir tür ‘bilanço’ verilirken şu kadar “terörist etkisiz hale getirildi” kalıbı, sonuçta insanı yok eden bir dil değil mi? Şu kadar “hedef başarıyla vuruldu” derken sözü edilen yerlerin ne bakımdan hedef olduğu, bunların ne ölçüde “askeri” bir hedef olduğu hep bir muamma değil mi? Örneğin Roboski’de katledilen 17’si çocuk olan 34 insan da, bundan 12 yıl önce o katliam gecesi savaş uçakları için bir hedefi değil miydi? Retorik devam ediyor: “Bizim için Gazzeli, Filistinli, Suriyeli çocuklarla açık söylüyorum İsrail’deki çocuklar arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü çocuk tüm kimliklerden, tanımlardan öte çocuktur. Çocuklar öldürülürken sessiz kalmanın utancını kimse bize yaşatamaz. Gözlerimizin önünde bir mezalime imza atılırken kimse bizden sükût etmemizi bekleyemez.” Evet, sadece kulağa hoş gelen bir retorik. Fakat ölen Kürt çocuklar olunca bir “fark” oluyor demek ki; katilinden veya katillerinden bugüne kadar hiçbir hesap sorulmadığına bakılırsa…
İsrail’in nasıl yıllardır abluka altında tutarak bir tür gettolaştırdığı ve bu süreçte siyasal bakımdan büyük ölçüde Hamas’laşmasına katkıda bulunduğu Gazze şeridi varsa Türkiye’nin de, uluslararası güçler dengesine bağlı olarak, bu çerçevenin sınırları içinde benzer uygulamalara tabi tuttuğu bir Rojava’sı var. Yazıya buradan devam edeceğim.