Küçücük bir ülkede yetişen Kadare, insanlığın evrensel boyutlarını yakalayan bir yazar olmayı başardı. Pek çok eser kaleme aldı ama en çok ilk romanı ile tanınıyor: Ölü Ordunun Generali..
Devrimciler 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi öncesinde Soyvetçiler ve Maocular olarak ikiye bölünmüştü. Bu durum, işçi sınıfını önceleyen Sovyet tarzı bir devrim anlayışı ile köylüleri önceleyen ya da köylerden gelip, şehirleri kuşatan Çin’dekine benzer bir devrim anlayışı olarak da anlatılabilir.
Sovyet yanlılarının arasında TKP ve Dev-Yol ve türevleri vardı; Maocuları ise THKO ve türevleri temsil ediyordu. Ancak Maocular arasındaki çizgi mücadelesinde bir grup kendine ayrı bir devrimci odak buldu: Enver Hoca’nın küçücük ülkesi Arnavutluk…
Hem Sovyetler Birliği’nden hem de Çin Halk Cumhuriyeti’nden ayrı durmaya çalışan Enver Hoca, uzun yıllar Arnavutluk’u yönetti. Bizim cenahtaki devrimciler, sadece Maocuları değil, Enver Hoca’cıları da pek sevmediğimizden bu küçük ülkenin büyük yazarını çok geç keşfetti.
Dünyaca ünlü Arnavut yazar İsmail Kadare Arnavutluk’un güneyindeki Gjirokastër kentinde 1936 yılında doğdu. Babası bir mahkeme mübaşiriydi, annesinin babası varlıklı ve eğitimli bir aileden geliyordu. Kadare çocukluğunu ve doğduğu, büyüdüğü Gjirokastër kentini, “Taş Kentin Günlüğü” isimli romanında anlattı.
Arnavutluk’ta II. Dünya Savaşı sonrası komünist rejim kurulduğunda Kadare 8 yaşındaydı ve bu rejimin içinde yetişti. Romanlarında komünist toplum konuları sık sık geçer. Öğrencilik yıllarındaki yazı denemelerinden sonra, Tiran’da edebiyat fakültesinde ve kısa bir süre için Moskova’da Maxim-Gorki Edebiyat Enstitüsü’nde okudu.
1960’lı yıllarda Kadare şiir alanında ün kazandı. Esas ününü ise 1964 yılına yayınlanan ve başrolünü dünyaca ünlü İtalyan aktör Marcello Mastroianni’nin oynadığı bir filme de uyarlanan “Ölü Ordunun Generali” isimli romanıyla kazandı. Bunu yurtdışında da büyük ilgi gören pek çok başka romanı izledi.
Arnavutluk’taki komünist yönetim romanlarına sansür uyguladıysa da, ünü dolayısıyla belirli ölçüde bir dokunulmazlığa sahipti. 1990 yılında Ramiz Alia yönetimine karşı protesto olarak daha önceleri de pek çok kez gittiği Fransa’ya iltica etti. Arnavutluk’a 1999 yılında geri döndü ama Paris’te de halen bir dairesi bulunmakta.
Cino Del Duca ödülünü 1992 yılında kazanan İsmail Kadare’ye, 1996’da Fransa’daki “Academy of Moral and Political Sciences”a ömür boyu üyelik hakkı verildi. 2005 yılında Man Booker Uluslararası Ödülü’nü, 2009’da Asturias Prensliği Ödülü’nü, 2015’te Kudüs Ödülü’nü kazandı. Adı birkaç kez Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında geçen Kadare’nin kitapları 45’tan fazla dile çevrildi.
Kadare’nin Türkçe olarak yayımlanmış eserleri şunlardır: Ölü Ordunun Generali (1963), Taş Kentin Günlüğü, Taş Kentin Düşüşü, Düğün (1968), Kuşatma (1970), İbret Taşı (1978), Rüyalar Sarayı (1981), Şenlik Kurulu, Canavar, Piramit (1992), Kosova’ya Üç Ağıt (1998) ve Kaza (2010).
Şimdilerde mafyatik bir yönetime sahip olan Arnavutluk’un devrimci odak olma durumu kalmadığı gibi, komünist bir ortamda yetişmiş olsa da Kadare’nin solculuğundan söz edilemez. Ancak evrensel bir yazar ve değer olan İsmail Kadare’nin eserlerini okumakta yarar var.