Ne İdlip çevresinde kopan fırtına, ne Reis’in fındık fıstık yediği Tahran toplantısı ne de damadın Cem Yılmaz’a nazire yaparcasına ortaya koyduğu kürsü performansı bu gerçeği gölgelemeye yetmiyor. İşler gerçekten kötüye gidiyor. Havuz medyasına demeç veren patronlar, ekonomistler, bankacılar hepsi, bu gerçeği satır arasına sıkıştırıyorlar. Ve şimdi kriz sokağa yansımaya başlıyor. Zamlar peş peşe gelirken alım gücünün erdiğinin farkına varan vatandaş, esnaf, işçi, sıkıntıyı derinden hissetmeye başlamış bulunuyor. Daha kötüsü bunun daha başlangıç olduğunun bilinmesi. Esas fırtınanın sonbaharda kopacağı kışın çok sert geçeceği öngörülüyor. Ücretsiz izinler henüz küçük işletmelerde başlamış olsa da, büyüklerin daha konuşmaya başlamadığı şimdilik sadece mırıldandığı görülüyor. Geniş çaplı işten çıkarmalar başlamamış olsa da vardiya iptalleri ve mesailerin kaldırılması başlamış bulunuyor.
Gelmekte olan uzun süredir biliniyordu, işin kötüsü gelecek olan da büyük oranda biliniyor. Sarayın ve sermayenin faturayı halka yıkmak gibi bir çözümü var. Hatta krizi kazanca dönüştürüp bir yandan yoksullaşan kitlelerin öfkesini yöneterek kendi tabanını sağlamlaştırma, sermayenin el değiştirmesini sağlayarak sınıfsal tabanını güçlendirme hesapları da var. Hatta tüm paralarını dolara yatırmış oldukları için, halk batarken kendilerinin, daha da zenginleşerek krizden çıkma rüyaları bile var. Bireyler gibi toplumlar da müdahale imkânlarından yoksunsalar yaşanmakta olanı izlemekle, gelecek olanı beklemekle yetinirler. Bireyler gibi toplumlar da kendilerini yaşanmakta olan karşısında çaresiz hissettiklerinde mucizelere veya kurtarıcılara bel bağlarlar. İnsanlar çözebilecekleri şeyleri sorun olarak önlerine koyar kazanabileceklerine inandıkları kavganın peşine koşarlar.
Nasıl ki kriz sokağa daha yeni iniyorsa ve hala tüm boyutlarıyla daha hissedilmediyse devletin olağanüstü karakteri de sokağa gerçek boyutlarıyla henüz yansımadı. Baskının ağırlığı devletin zora dayalı karakteri yeni yeni hissedilmeye başlandı. Sokak yasaklanırken tüm eylemler salonlara sıkışmaya zorlanıyor. Meclisten AKP-MHP ittifakı ile geçirilen ve valilerle kaymakamlara OHAL yetkisi veren yasanın sokağın yasal olarak daraltılmasının ve her çeşit demokratik muhalefete kapatılmasının temel aracı olarak kullanılacağı açığa çıkmış bulunuyor.
Zayıf düşmüş, hegamonik gücünü büyük ölçüde kaybetmiş solun önemli bir kısmı uzun süredir iktidar hedeflerini bir kenara bırakarak kendisi hak arama eylemleriyle sınırlamış, iktidar değişikliğini sağındaki güçlere havale etmiş bir görüntü veriyor. Şimdilerde derinleşen krizin sarayın sonunu getireceği umuduyla yürünüyor. Oysa krizler devrimci imkânlar kadar karşı devrimci saldırılar için de olanak yaratır. Örgütlü bir sınıf hareketinin müdahalesi ve yönlendirmesi olmadığı takdirde, sermaye krizden kendini yenileyerek çıkar. Bunun gibi baskıcı hükümet ve iktidarlar da güçlenerek çıkar. Tarihsel örnekler bu yazılanın kanıtlarıyla doludur. Kitlelerin kendiliğindenliğe teslim olması anlaşılır ve aşılır bir duruma tekabül ederken devrimci hareketlerin kendiliğindenciliğe teslim olması sonuçları çok ağır olacağı için kabul edilir bir durum değildir.
Mesele tam da burada başlıyor. Zira siyasal ve ekonomik gelişmeler bir yanıyla sıkıntılı bir süreci işaret ederken öte yandan ciddi mücadele imkânlarının varlığına da olanak tanıyor. Özetle krizin faturasının yoksul halka ve işçi sınıfına çıkarılacağı, sınıf hareketinde ciddi canlanmaların yaşanacağı beklenmektedir. Sosyalist hareket kendi dar sokaklarından çıkıp öteki mahalleye seslenme, kimlikler alanına sıkışan siyaset de gerçek sınıfsal karakteriyle buluşma olanaklarına kavuşabilecektir. Bu noktada gözünü öteki mahalleye çevirmeden önce kendi mahallesini toparlamak gerektiği unutulmamalıdır. Zira öteki mahalleye bile seslenebilmek için kendi mahallesinde sesinin duyulur hale gelmesi zorunluluktur.
Politik pratik, doğrudan politik bir angajmana bağlanmamış meşru eylemliliklerin kitlesel desteğe daha rahat ulaştığını göstermiştir. Bu durumun sebepleri üzerine yoğun tartışmalar yapılabilir ancak bu tespit bir durum analizidir ve bu durum görmezden gelinerek yürümek mümkün değildir. İlk elden OHAL dönemi yürütülen mücadele ve son seçim sürecinin yan yana getirdiği güçler açısından, kendilerini aşan, kitlelerin içerisinde özneleşebileceği ve daha geniş demokratik bir aidiyet kurabileceği ortak mücadele zeminini tartışmaya açmak ve inşasına girişmek daha ileri planlamalar için bir hareket noktası olacaktır. Böylesi bir zemin hegomanyanın yeniden inşası devrimci mücadelenin ayaklarını basacağı bir zeminin kurulması açısından da faydalı olacaktır. İşler daha kötüleşmeden harekete geçmek gerekiyor.