İslam’ın siyasallaşması, iktidarı hedeflemesi ABD’nin desteği, teşviki ve bizzat örgütlemesiyle gerçekleşti
Dünya siyasetinin fay hatlarında ciddi bir değişiklik oluyor. İçinde umut var. Zorluklar büyük, bedeller ağır, ama güneş doğuyor, doğuşun sancıları yaşanıyor. Elbet pek de kolay değil. Hani 11 Eylül 2001 yılında Amerika’da İkiz Kuleler ve Pentagon uçaklarla vurulmuştu ya. İktidarcı İslam’ın kurucularından ayrılması ve doğrudan savaşa girmesinin bir zirvesiydi. Kendi yetiştirdiği birilerinin kapitalist sistemin çekirdeğini hedeflemesi dehşetengiz bir durumdu.
İntikam duygularıyla bilenen imparator, dünyanın yegane tek gücü olduğunu düşünen ABD bütün hışmıyla savaş kararı aldı. Ve bütün dünyaya ya bizdensiniz ya da terörden yana deyip herkesi de hizaya getirdi. Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da devre dışı bırakılmıştı. ABD, NATO ve kendileriyle koalisyon oluşturan güçler Afganistan’a büyük saldırı başlattılar.
Oysa ABD ve müttefiklerinin yok etmeye çalıştığı kendi çocuklarıydı. İslam’ın siyasallaşması, iktidarı hedeflemesi ABD’nin desteği, teşviki ve bizzat örgütlemesiyle gerçekleşmişti. Sovyetler’e karşı birçok cepheyi kaybeden kapitalist sistem İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Avrupa’yı da kaptırmış, sol ve sosyalist hareket ve iktidarın iç tartışmalarından ve sıkıntılarından kaynaklı olarak, son anda Yunanistan, İtalya, İspanya gibi Akdeniz ülkelerine ve oradan Afrika içlerine yayılmasını ancak önleyebilmişti. Devamında soğuk savaşı başlatarak kamplaşma yaratıp, safları sıklaştırmaya yönelmişti. Kıtaları, kentleri, büyük sayıda nüfusu ortadan kaldıracak balistik füzeler, nükleer silahlanma, casusluk, suikast ve gizli faaliyetler, uzay yarışları, teknoloji rekabeti ve propagandalar dünyayı bloke etmiş, korku dalgasını büyütmüştür.
İslam’ın kapitalizme yedeklenmesi
İki kutup arasında sıkışan İslam dünyası kendi içinde parçalanmış, gelenekselden moderniteye geçişi ve sosyolojik değişimi kavrayamıyor, entelektüel ve politik krizi aşamıyordu. Halk sefalet içinde, kırda daralan yaşam şartları, kentte sıkışan hayat ekonomik, kültürel, sosyal ve düşünsel bir daralmayı, bunalımı ve kapanmayı yaşamaktaydı.
Sol ve liberal hareketlere, milliyetçiliklere karşı alternatif üretme babında bir birikime sahip olmayan İslamcı aydınlar, siyasetçiler kapanmayı, muhafazakarlaşmayı ve dıştan gelen fikirlere savunmaya dayalı reaksiyon geliştirdiler. Örneğin sol eğilimi frenlemek isteyenler İslam’da sosyal adalete işaretle ilgili ayet ve hadisleri tetkik edip yeniden yorumladılar. Cihat fikrini güncelleştirerek şiddet kullanmayı tercih ettiler. Liberal dünyaya yakın olanlar da benzer reflekslerle hareket ettiler. Kapitalist devlet sistemini, finans, ticaret ve hizmetler mekanizmasını örnek aldılar. Haram sayılan aşırı zenginliği perdelemek için, sermaye sınıfının kutsal değerleri, dini unvanları, devlet yöneticiliği pozisyonlarını desteklediler.
Yeşil kuşak
Yaşanan bunalım ve çelişkileri değerlendirmek, İslam dünyasının potansiyelini müttefik yapmak iki kutbun aktörü Sovyetler’in ve Amerika’nın masasındaydı. Sovyetler Afganistan ve Pakistan üzerinden sıcak denizlere inerek hem İslam dünyasının bölgesine girme, hem yeni cepheler açmanın hesabıyla Afganistan’a yönelirken, ABD ve İngiltere yeşil kuşak projesiyle Sovyet’i sarmalama hamlesi başlattı. 1978’de Ziya Ülhak Pakistan’da, 1980’de Kenan Evren Türkiye’de, 1981’de Hüsnü Mübarek Mısır’da darbe veya askeri hiyerarşi yoluyla göreve gelirken, İran-Irak savaşıyla Saddam Hüseyin ABD ve Batı’nın doğal müttefikleri oldu. Ayrıca İran’da Humeyni’nin iktidara gelmesi ABD karşıtlığı üzerinden görülse de Sovyetler’e karşı da ciddi bir bariyerdi ki, molla rejimi en sert şiddeti sol hareket Tudeh’e ve Kürtlere gösterdi.
Askeri darbe ile iktidara gelen yönetimler İslamcı örgütlenmelere yol verdiler, hatta teşvik ettiler. Özellikle Pakistan’da Suudi Arabistan’ın finansı, ABD ve İngiltere’nin proje ve teşvikleri ile medreseler oluşturuldu, Kuran kursları açıldı, çocuklar Suudların belirlediği çerçeveye göre İslami eğitim gördüler. Hakeza dünyanın farklı ülkelerinde Müslümanlar arasında komünizme karşı propagandalar yaygınlaştırıldı, cihat söylemi ile militanlar toplandı. En nihayetinde küffara karşı cihada giden mücahitler Afganistan’da boy gösterdiler, ABD ve müttefiklerinin silah, askeri ve lojistik eğitimi sayesinde Sovyetler’e karşı bir direniş gerçekleştirdiler.
Cihatçıların mobilizasyonu
Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesiyle beraber cihatçılar bekleneceği üzere evlerine dönmedi. Savaşmayı öğrenmiş, din eksenli siyasi ve askeri örgütlenme yapabilen, lojistik olanakları kullanabilen, propaganda, taktik ve strateji konularını kavramış olarak daha farklı cephelere yönelmeyi tercih ettiler. Sınır ötesi cihat anlayışı enternasyonal bir hüviyete büründü.
El-Kaide
Sovyet kutbunu yok ettiğini düşünen neoliberal dünya, artık yeryüzünü en ince ayrıntısına kadar insan mühendisliği ayarlarıyla dizayn edebileceğine inandı. Yugoslavya’da başlayan iç savaşla benzer tarihlerde Irak’ın Kuveyt’i işgale teşviki ve Irak’a karşı müdahale süreci de başladı.
Bütün bu süreçler; savaş, kriz, kaos halkın mevcut sistemlere inancını düşürdü. Kendi çocuklarına sarılmaktan başka bir çare yoktu. Ancak çocuklarına öncülük edenler ise İslamiyetin radikal versiyonunu esas aldılar. Sivil, askeri, terör, legal, illegal bütün yol ve yöntemleri meşru saydılar. Bunlar arasında El-Kaide öne çıktı. El-Kaide’nin en büyük eylemi Amerika’da uçaklarla 11 Eylül 2001’deki saldırısıdır. Aslında dünya siyaset dengesi bir nevi değişti. Batı dünyasında İslami terör kavramı kullanıldı ki, bunların belirli bir bölgesi, hedefi yoktu. Bundan dolayı devletler güvenlikçi yasaları devreye soktular. ABD, NATO ve müttefikleri Afganistan’a büyük çıkarmalar yaparak tüm dünyaya adeta boy gösterisi yaptılar.
Yerel örgütlenme Taliban
Bu arada Sovyetler’e karşı desteklenen mücahit gruplardan biri de Taliban’dı. Ama ilk gruplar kadar belirgin değildi. Zamanla serpilip büyüdü. Taliban, Peştunlar başta olmak üzere Tacikler ve farklı etnik gruplar arasında örgütlenmiş, artık silahlı, iktidarı hedefleyen bir harekete başlamıştı. Örgütlenme anlayışı itibariyle yabancılara mesafeli yerel sert bir örgüttü. Yani farklı bölge ve uluslardan militanların oluşturduğu El-Kaide yapılanmasına göre tamamen yereldi. Bundan dolayı Afganistan’da hızla yayıldı ve etkili oldu.
DAİŞ-Nusra/HTŞ
El-Kaide’nin Irak ayağını Ebu Musa Al Zarkavi oluşturdu. Şiilere karşı çok sertti. Sünnilerin ve eski Baasçıların büyük desteğini aldı. Özellikle ABD’nin 2003’te Irak’a ikinci kez müdahalesi Saddam’ın iktidardan düşmesiyle beraber radikal İslamcıların El-Kaide’ye yönelmesine sebep oldu. Ebu Bakr al Bağdadi de bunlardan biriydi. Radikal Sünniler içinde en sağ, en şiddet yanlısı idi. Baasçı kanadın da desteğiyle yönetime geldi. El-Kaide’ye bağlı Suriye merkezli örgütlenen Nusra’ya katılması istendi ve bu reddedildi. Kendi inisiyatifini kullanarak hareket etti ve hızlı yükselişe geçti. Musul’u ele geçirdiğinde Bağdadi hutbeye çıktı, İslam devletini ilan etti, para bastı.
DAİŞ’in müttefikleri
DAİŞ’in hızla yükselmesinde Türkiye’nin büyük payı vardı. Dünyanın her tarafından militanlar Türkiye üzerinden katıldı. Bu Türkiye’nin desteğiyle oluşturulan bürolar ve birimler üzerinden yürütüldü. Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerden mali kaynaklar Türkiye üzerinden aktı. Silah ticareti Türkiye üzerinden organize edildi. Yine DAİŞ’in petrolü, yağma ettiği sanayi makineleri, araçlar, tarihi eserler vb. hepsi Türkiye’de piyasaya sunuldu ve paraya çevrildi. Hatta DAİŞ’in parası Türkiye’de basıldı. Türkiye’nin bu katkısı istihbarat raporlarında, STK’lerin çalışmalarında, farklı güçlerin itiraflarında vb. açığa çıktı.
DAİŞ’in stratejik hatası: Kürtler
Türkiye ile ilişkisi nedeniyle çatışmalarda öncelik tercihini de Türkiye’ye göre gerçekleştirdi. Hesaba göre bölgedeki zayıf halka Kürtlerdi, kolaylıkla bertaraf edilebilir, Türkiye ile sınırdaş olmak, lojistik, personel, askeri ekonomik finansal açıdan muazzam bir fırsat olurdu. Ayrıca coğrafi olarak da doğuda İran’la sınırdaş olup bu ülkeye karşı cihat ilan etmek hem Sünni Arap dünyasının, hem de Batılı ülkelerin desteğini alabilirdi. Aynı şekilde Nusayri Alevi Esad’ı da kolaylıkla devirebilir; Lübnan, Ürdün, Mısır, Kuzey Afrika’ya kadar uzanabilirdi.
Bu stratejinin oluşmasında büyük rol oynayan Türkiye ise kendi hesabına Rojava, Şengal ve Başur’daki Kürtlerin siyasi, sosyal, ekonomik varlığını bitirebilir, mültecileşerek darmadağın olmalarını sağlayabilir, bunun rüzgarıyla Bakur’da da Kürt iradesini kırabilirdi. Ancak iktidar güçleri için taktik stratejik meseleleri başkaları için hayat memat meselesi olunca bütün hesaplar değişebiliyor. YPG’nin Rojava’da örgütlenmesi, HPG’nin Başur ve Şengal’de yardıma koşması hesapları bozdu. İlk elde alanı DAİŞ’e bırakıp çekilen peşmerge, HPG ve YPG’nin Maxmur, Şengal, Kobani direnişlerinin verdiği moral ile direnişe geçti. Yine bu direnişler boyunca Bakur’da Kürt toplumunun duyarlılığı ve sınırda direnişe geçmesi, Türkiye’deki sol ve demokratik kesimlerin desteği savaşı dünya gündemine taşıdı. Bu sayede dünya medyası neredeyse direnişi naklen yayınladı. Artık insanlığın vicdan mücadelesine dönüşen Kobani ve Şengal direnişleri nedeniyle ABD ve Koalisyon güçlerinin sessiz kalmasına imkan tanımıyordu. Kobani direnişi ile birlikte bu güçler açık destek verdiler. Ve bu yüzden de bölge stratejileri hesapları tamamen değişti.
Kürtlerin Direnişi
Kürtlerin özelliği kendi özgücü, örgütlülüğe dayalı olmasıydı. Bunun yanı sıra siyasi ve ideolojik konseptinin varlığı stratejik bir karakter veriyordu. Bu sayede seküler, katılımcı, özsavunmasını esas alan fedai bir yapı mevcuttu. Kadının katılımının toplumsal yapıya etkisi de hem bölgesel hem global etkiler yarattı. Şimdiye kadar İslami güçlere mecbur olan, onların radikaline karşı ılımlısını arayan, örgütleyen ABD ilk kez farklı bir dinamizmin sahadaki gücü ile karşılaşmıştı. Bu işbirliği Kürtlere kazandırdığı gibi ABD’ye de hem prestij hem de bir savaşı kazanma fırsatı verdi.
Oysa ABD Afganistan’da, Irak’ta, Başur’da ardından ÖSO bağlamında Türkiye ile ortak eğit/donat projesi kapsamında askeri eğitim vermekte, siyasi organizasyonlar oluşturmakta, bürokratik, istihbari kadrolar yetiştirmekteydi. Ama bunların hiçbiri Irak ve Suriye’de DAİŞ ve radikal İslamcılar karşısında tutunamadı. Afganistan’daki sistem de Taliban karşısında tarumar oldu. Buna karşılık YPG’nin direnişi, HPG’nin sahaya inmesi, sonrasında Şiilerden müteşekkil Haşdi Şabi’nin inisiyatifi ele alması, Suriye’de İran’a bağlı milisler ve Hizbullah militanlarının direnişi belirleyici oldu.
ABD zaman zaman bu güçler ortak hareket etmek zorunda kaldı.
YPG ile başlayan süreç
Rojava direnişi ve DAİŞ’in burada bitirilmesinin etkisi ilk olarak ÖSO’nun bitirilmesiyle yansıdı. Türkiye ve ABD eliyle sürdürülen eğit/donat programının ABD ayağı iptal edildi. Türkiye sonradan Suriye Milli Ordusu-SMO’ya dönüştürerek kendi paramiliter gücüne dönüştürdü. Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Mısır Suriye rejimini İslamcılar eliyle yıkma projelerine desteklerini çekmeye başladılar. Akabinde ABD’nin Irak’tan çekilmesi gündeme geldi ve bunun için de inisiyatifi yerel güçlere bırakacak şekilde pozisyon aldı. Bu yüzden Irak’ta mezhep ve din merkezli örgütlenme yerine milliyet merkezli yapılanmaya destek vermeye başladı. Mısır ve Suudlar şimdilerde bu kimlik üzerinden şekillenmeleri destekliyor.
ABD’nin yeni taktikleri
Şimdilerde ABD bu yapılarla çalışmanın yollarını arıyor ve burada da kendi çıkarını gözetiyor. Bunun en iyi yolu da yönetim erkini ele geçirmektir. Eğer yapamıyorsa imha etme, atıl bırakma yoluna gitmeye çalışmaktadır. Ve bunu da ilk ve en etkili biçimiyle Kürtler üzerinde gerçekleştirmektedir. Örneğin Öcalan’a tecrit uygulanması, en çok ihtiyaç duyulan dönemde sesinin kesilmesi, Ortadoğu planlamalarına müdahalesinin engellenmesi, PKK yöneticileri için para ödülü konularak kriminalize edilmesi, Rojava ve Şengal’de PKK’lilerin çıkarılması iddiasıyla yönetim yapısına müdahale etmesi. Rojava’da ENKS’yi, Şengal’de YBŞ’nin dağıtılıp desteklediği Irak, Başur ve TC ortak anlaşmasını dayatması. Yine Rojava’da bazı bölgelerin işgal edilmesi ve Rojava, Şengal ve Maxmur’da suikastler, HPG alanlarının işgal edilmesi için de ABD’nin açık onayı görülmektedir. Çünkü TC’nin her uçağı kalktığı anda ABD eliyle bilinmekte ve görülmektedir. Saldırıları, zararları ve eylemlerinin bütün detayına hakimler. Dolayısıyla tüm saldırılar ABD onaylıdır diyebiliriz.
Özgürlük mümkün
ABD doğuda Taliban, Batı’da Arap milliyetçiliği ve Sünni radikalizmi ve NATO müttefiki Türkiye ve Avrupalı güçler eliyle ablukaya alınmış Başur eliyle İran’ı çevrelemek, bağımlı kılacak müzakerelere zorlamak için stratejik planlar yapmaktadır. İran’ın kontrol edilmesi aynı zamanda Haşdi Şabi, Hizbullah ve Hamas’ın da kontrolü anlamına gelmektedir. Bu imkanlar dahilinde planlama yapan ABD’nin hazmedemediği Kürt özgürlük hareketidir.
Özgürlük hareketinin bulunduğu alanlarda kurumsal yapılanma, toplumsal katılım, öz savunma bağlamında çok olumlu gelişmeler var iken, bunu görmezden gelen ve müdahale etmek isteyen ABD’li diplomatlar YNK’deki taht kavgasına aracılık ediyor, bölgesini idare etmekte aciz, maliye, peşmerge ve kurumsal yapıyı birleştirmeyi beceremeyen, ekonomik kriz içinde olan, toplumsal prestiji bitmiş yönetimi ayakta tutmak için özel çaba sarf etmektedir. Özgürlük hareketine karşı zorla ayakta tutmaya çalıştığı bu yapıya diplomatik, politik, askeri destek verilmektedir.
Oysa eğer özgürlük hareketinin dinamiklerini kabul ederse Suriye’de Kürtler, Sünni Araplar, Dürziler, Şiiler, Alevi/Nusayri Araplar arasında kantonal/federal bir yönetime geçerek ademi merkezi yapılar ile demokratik bir sisteme geçebilecektir. Benzer şekilde Irak’taki tartışmalı bölgeler, Şengal, Kerkük, Musul, Germiyan veya Federal bölge sınırlarında Halepçe, Soran ve Behdinan bölgeleri hakeza Sünni ve Şii bölgeleri de federal/kantonal yöntemlerle çözüme kavuşabilir, ABD’nin sözde çözümlerinden daha tutarlı, katılımcı ve uzlaşmacı yöntemdir. Hakeza demokratik katılımda, insanlar inançları ekseninde rahatlıkla örgütlenebilecekleri, bilgiye özgürce ulaşabilecekleri ve tartışacakları için mezhepsel yapılar, tarikatlar, cemaatler ve aşiretsel yapılar gereksizleşecek, uzatmalı olan bu kurumlar tarihe gömülecek, demokratik katılımcı bir toplum oluşacaktır. Elbet bu değişim dinamizmi bilinçli olarak engellenmektedir. Çünkü böylesi bir durumda gereksiz kalacak ABD ve Batılı müttefikleri, tabii ki halkın kendi dinamikleriyle oluşacak yapıya karşı koymakta özgürlük hareketinin insanlığa olumlu katkısını engellemektedirler. Bütün zorluklara rağmen eğer bir yarılma yaratılmış ve özgürlük namına birtakım değerler oluşturulmuş ise umut etmek, siyasal, sosyal, entelektüel bütün cephelerde ayakta durmak, mücadele etmek gerek. Çünkü özgürlüğün zaferi mümkün.