Bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü daha, demir kapılar arkasında karşılayan bizler, getirilen ağır iletişim engellerine rağmen, dışarıdaki büyük hazırlığın heyecanını yaşamaya başladık. Öyle anlaşılıyor ki kadınlar meydanları, direniş ve özgürlük sloganlarıyla inletmek, erkek egemen faşizan gidişata “dur” demek için seferber olmuşlar.
Sizlerin coşkusu ve mücadelesi, beton duvarları, tel örgüleri aşarak yüreğimizi ısıtıyor. Bu 8 Mart’ın, yeni bir sürecin başlangıcı olacağına inanıyor, başarılar diliyoruz. Bizler de “kadınlar korku duvarlarını aştı” diyerek yüreğimiz, bilincimiz ve direnişimizle sizlerle birlikte meydanlarda olacağız.
Bu haftaki yazıda, “İslami Feminizmler” isimli kitabı tanıtmaya çalışacağım.
Arap dünyasındaki, özellikle de Irak’taki kadın hareketleri üzerine çalışmaları olan Zehra Ali’nin derlediği “İslami Feminizmler” isimli kitap, kadın özgürlük mücadelesine açılmış farklı bir pencere gibi. Kitapta kendini İslami çerçeve içerisinde kadın haklarını savunmaya adamış farklı ülkelerden entelektüel, araştırmacı ve aktivist kadınların makaleleri yer alıyor.
Kitapta makalesi yer alan kadınların görüşlerinin, İslami feminizmin temelini oluşturduğunu belirten Zehra Ali, “Bu anlamda, bu kitap, İslami feminizme bir giriş ve kadınlar, feminizm ve İslam arasındaki bağlantıyı kurma konusunda yeni bir bakış açıları sunan, bir düşünme ve analiz etme dayanağı olarak görülebilir” diyor.
İslami feminizmin çift taraflı engelle karşılaştığını belirten yazar, feminizmi Batının örnek modernliğinin simgesi olarak gören, “özcülüğü” de, İslamı “doğmatik ve cinsiyetçi sabit bir gerçeklik” olarak gören zihniyeti de eleştiriyor.
Günümüzde Müslüman kadınların “statüsünü” ele alan İslami Feminist akımın çalışmalarının üç alanda yoğunlaştığını belirten yazar bunları şöyle özetliyor:
Birincisi, maskülen ve cinsiyetçi manaların ortaya çıkması için fıkıhın/İslami içtihatın yeniden gözden geçirilmesi.
İkincisi, İslami tarihin kadına bakış açısıyla ele alınması ve Müslüman kadınların tarihinin yeniden yazılması.
Üçüncüsü de kural olarak değil, yol olarak şeriatın derin anlamı üzerine düşünülerek; Müslüman düşüncenin ‘İslam-hukuk-kadın-hakları’ bağlamında yenilenmesi. Genel olarak kadınların tarihten dışlanmış olduğu gerçeğinin yanı sıra; inanç/ egemenlik ilişkisinin, tarih boyunca kadınlar aleyhine işleyen kum saati misali, ayrımcılık biriktirdiği düşünüldüğünde, kadın hakikatini ortaya çıkarması konusunda İslami Feminist akımına çok iş düştüğü anlaşılıyor.
Kahire Üniversitesi’nde çalışan Prof. Omaima Abou-Bakr, kitapta yer alan makalesinde “İslami Feminizm ve Bilginin Üretilmesi” konusuna odaklanıyor. Abou-Bakr, İslami feminizmin birincil amacının, İslam geleneğindeki ‘teolojik ataerkiyi’ ortadan kaldırarak, Müslüman kadınlara adil eşitlikçi bir diskurun geliştirilmesi için uygun bir ortam sağlamak olduğunu vurguluyor. “Müslüman kadınlar olarak metinleri yorumlama, şekillendirme ve geliştirme hakkından mahrum bırakıldık” diyen Abou- Bakr, kadınları eril zihniyete karşı bilgi üretmeye davet ediyor.
Faslı Asma Lamrabet ise, “Özcüğün Reddi ve Müslüman Düşüncenin Radikal Reformu” üzerine yazılmış bir makalesi ile kitapta yer alıyor. Cinsiyetçilik ile ırkçılığın sinsice iç içe geçtiğini belirten makalede, kadın haklarının evrensel bir mesele olduğuna dikkat çekilerek Batı hegemonyası eleştiriliyor. Müslüman ülkelerde ise ‘kültürel farklılığı koruma’ adı altında, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı destekleme yanlışına düşüldüğü vurgulanıyor. Her iki ucun, medeniyetler çatışması ve ötekinin reddi üzerinde buluştuğu belirtilen makalede; “Kadınlar açısından eleştirel düşünceye ve düşünsel uzlaşmaya öncelik veren, İslam’da kadın meselesinin karmaşıklığını, gerçekçi bir şekilde ele alan, alternatif bir yol düşünülmelidir” deniliyor.
Müslüman kadınları ‘inanç ve maneviyat’ ile ‘kurtuluş ve özgürlük’ arasında seçim yapmaya zorlayan yaklaşımların terk edilmesi gerektiğini ifade edilen makalede, neyin dinden, neyin gelenekten kaynaklandığının ayırt edilmesinin önemine de vurgu yapılıyor.
Zehra Ali’nin “Feminizmi Sömürgeden Kurtarmak ve Yenilemek” başlığı ile kaleme aldığı makalede ise Doğu’nun, sömürge halkların, Müslüman toplumların “gerici” olarak kodlanması; sömürgeciliğin “ilerici, modern ve eşitlikçi” gösterilmesi; emperyalist savaşları meşrulaştırmak için kullanılan argümanlarının da yer alması ve feminist hareketlerin bu sömürgeci/emperyal yaklaşımlara karşı tavrı sorgulanıyor.
Cinsiyet meseleleri ile toplumsal ve “ırksal” meselelerin ne kadar iç içe olduğunu bazı örnekler üzerinden anlatan yazar, farklı hakimiyet türlerinin, farklı feminist direnişlere yol açtığını belirtiyor. “Müslüman feministleri diğerlerinden ayıran farklılıklar, kadın hakları gibi temel mücadeleleri diğer feministlerle ortaklaşa vermelerinin önünde engel teşkil etmez, ancak diğerlerinin onları tanımaması her türlü ortaklığı engelleyebilir” diyen Zehra Ali, kadın hakları için mücadele etmenin birden fazla yöntemi olduğuna işaret ediyor.
Farklı egemenlik dayatmalarına karşı verilen mücadeleler arasında bir hiyerarşi olamaması gerektiğini belirten Zehra Ali, “Cinsiyetçilik ve ırkçılık karşıtlığının bir araya getirilmesi, bir tercih meselesi değil, çifte baskıya karşı geliştirilmiş bir duruştur” diyor. Feminizmin erkek egemenliğini eleştirirken, toplumsal ve ırksal meseleleri de ele alan ‘sınırları olmayan bir feminizme’ dönüşmesinin ivedi bir konu olduğunu vurguluyor. Farklı yöntemlerle mücadele eden kadınların işbirliği yapmasının önemine dikkat çeken Zehra Ali, ‘homojen olmayan bir feminizm birliğinin’ mümkün olduğunu savunuyor. Ve makalesini “ Feminizm, feminist olmanın birden fazla yolunun olduğunu ve farklı kaynaklarla kendini ifade eden ve şekillenen alternatif feminist diskurların meşruiyetini kabul ederek güçlenebilir” sözüyle bitiriyor.
Kadın iradesini kabul etmeme, tecavüz, evlilik içi şiddet, cinsel taciz, küçük yaşta evlilik, kadın cinayetleri, kadın emeğinin sömürülmesi, ev işçilerinin eşitsiz paylaşımı, kadın bedeninin ticarileştirilmesi, kadınların nasıl yaşayacağını belirleyen aşağılayıcı yaklaşımlar ve daha niceleri… Kadınların gündelik hayatını derinden etkileyen sorunlar saymakla bitmez. Kadın cinayetleri konusunda, erkek egemen yargının verdiği kararlar, siyasi iktidarın kadın özgürlük arayışını durdurmaya yönelik baskı ve tutuklamaları, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramına tahammülsüzlük, tehlike çanlarının biz kadınlar için çaldığını gösteriyor. Gözü savaş politikaları ile kararmış, milliyetçilik girdabından ırkçılık delhizine doğru yol alan kadın düşmanı gidişatın, Batı hegemonyacılığın bir benzeri olarak geleceğimizi çaldığı da gün gibi ortada. Bu sene 8 Mart’ı karşılarken bütün bu sorunlar karşısında dindar kadınların nerede durduğunu düşündüm. Acaba başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal geleceğini ciddi derecede tehdit eden ve erkek egemenliğinin en katmerli hali olan otoriter yönetim tarzına karşı, dindar kadınlar ne düşünüyor? Yıllardan beri İslami düşüncenin erkek egemen yorumlarına itiraz eden kadınların mücadelesini biliyoruz. Acaba bütün bu yaşadıklarımız dindar kadınlarda daha güçlü bir itirazın yükselmesine vesile olur mu?
Bu sorular eşliğinde kadın hareketinin, farklılıkları ile bir araya gelerek, demokratik güçlü bir itiraz sesi yükseltilmesinin yaratacağı sinerjiyi hayal ettim.