Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen iç hukukun ya da altına imza atılan uluslararası sözleşmelerin hiçbir anlamının olmadığını bir kez daha ilan ettiler. Yani bu demektir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde hukuk geçerli değildir. Geçerli olan sadece uygulamalardır.
Yıllardır dile getirmek istediğimiz gerçeklikte bu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devleti olarak kurulmadı ve maalesef ki, bir hukuk devleti olmamak konusunda da son derece ısrarlı.
İnsan hakları savunucularının, kadın hareketinin, LGBTİ+ hareketinin, savaş karşıtlarının ve işçi sınıfının mücadeleleri sonucunda iç hukukta zaman zaman önemli düzenlemeler yapıldı.
Örneğin; kadına yönelik şiddet alanında, ifade özgürlüğü alanında, işkence konusunda ama bunların hangisi pratikte uygulanıyor derseniz hiçbiri uygulanmıyor. Evet bizler insan hakları savunucuları olarak, iç hukuk düzenlemelerini çok yetersiz buluyoruz. Ancak bir de uluslararası hukuk var; uluslararası sözleşmeler var. Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri, Avrupa Konseyi Sözleşmeleri ve birçok uluslararası sözleşme var. Ve bunların hepsinin altında Türkiye’nin de imzası var. Bu sözleşmelerle aslında kadına yönelik şiddet, LGBTİ+ lara yönelik ayrımcılık, ifade özgürlüğü gibi, işkence görmeme hakkı gibi birçok konuda bütün devletler bize göre çok yeterli olmasa da garantiler vermişler. Ve bu garantileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti de vermiş. Ancak uygulamıyor. İmzasına sürekli aykırı davranıyor.
Ve bu sözleşmelerin hepsinin denetim mekanizmaları var. Maalesef ki, Türkiye’nin imza ortağı olan diğer devletler bu denetim mekanizmalarını Türkiye’ye karşı işletmedikleri için, Türkiye’de işlenen insan hakları ihlallerine hem sessiz kalıyorlar hem de ortak oluyorlar.
Geçtiğimiz hafta cumartesi günü İstanbul’da Galatasaray Meydanı yine abluka altındaydı. Yakınlarını kaybedenlerin 1995 yılından beri İnsan Hakları Derneği çatısı altında sürdürdükleri Cumartesi Anneleri eylemi, bir kez daha yasaklandı ve 28 kişi gözaltında alındık.
Yüksek yargı olan Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına rağmen, polis her seferinde aldığı ve sadece tarihini değiştirdikleri kararlarla bu sivil itaatsizlik eylemini yasaklamaya devam ediyor. Hukuksuz olduğunu bile bile yasaklamaya devam ediyorlar. Kötü muamele uygulanıyor, birçoğu yaşlı ve hasta olan insanlara ters kelepçeler takılıyor, saatlerce havasız bir otobüste beklemek zorunda kalıyorlar.
Bu her cumartesi yaşadığımız bir gerçeklik. Son iki haftadır pazar günleri İstanbul tamamıyla abluka altındaydı. Çünkü bir hafta önce Trans Onur Yürüyüşü, bu geçtiğimiz pazarda LGBTİ+ Onur Yürüyüşü vardı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atmış bir devlet. Bu sözleşmenin 14. Maddesi ırk, cins, din ve dil olarak ayrımcılığı yasaklıyor. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu imzasına aykırı davranarak LGBTİ+ bireyleri ve örgütleri sürekli hedef gösteriyor.
Camilerden başlayarak toplumun bulunduğu çok çeşitli alanlarda LGBTİ+ bireylere ve mücadelesine karşı nefret örgütleniyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir kez daha altına imza attığı sözleşmelere aykırı davranıyor.
Bu yazının yazıldığı gün, 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma günü. Birleşmiş Milletler 1997 yılından bu yana 26 Haziran’ı İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak ilan etti. Tam 1 gün önce İstanbul’un ortasında çok sayıda kişiye işkence yapıldı. Biz yine bunu bir kez daha dile getirerek sokakta işkenceye karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi açıkladık.
İşkence bir insanlık suçu! Türkiye’nin iç hukukunda da yasak bir yöntem işkence. Yine altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de yasak. Savaş halleri de dahil olmak üzere hiçbir durumda işkence yapılamaz. Bütün devletler bu durumu garanti altına almışlardır. Ancak bazı devletler bu sözleşmelere Türkiye gibi aykırı davranır ve işkenceyi bir devlet politikası olarak uygulamaya devam eder.
Yaşadığımız coğrafyada işkence bir devlet politikasıdır. Sadece suçlu olana, işkenceyi uygulayan polis, asker ya da başka bir resmi görevli değildir. Aynı zamanda işkenceyi belgelemeyen, Adli Tıp hekimleri, işkenceye karşı soruşturma açmayan ya da dava açılsa bile beraat kararı veren hakimler, yine soruşturma açmayan savcılar hepsi bu sistematiğin parçaları. O nedenle bunun bir devlet politikası olduğunu bilerek işkenceye karşı mücadele etmek gerekiyor.
Bizim mücadelemiz hiçbir zaman bitmeyecek. Çünkü bunu çok iyi biliyoruz ki işkencesiz bir dünya mümkün!