İlham Bakır
Plaza de Mayo Anneleri’ni ve verdikleri mücadeleyi dünyanın en ücra köşesinde bile olsa birazcık direniş kültürü ile tanışmış olan herkes bilir. Bu annelerin direnişi, dünyada pek çok benzer direnişin gelişmesinde ilham kaynağı olmuştur. Türkiye’de de “Cumartesi Anneleri” olarak bilinen ve çocukları devlet menşeli örgütlü kötülük tarafından öldürülen, kaçırılan, gözaltında kaybedilen annelerin direnişi buradan ilham almıştır. Geçtiğimiz hafta sonu, Cumartesi Anneleri, “Kızı Ines ve Arjantin’de tüm zorla kaybedilenler için hakikat ve adalet mücadelesinden vazgeçmeyen Carmen Cobo’nun kararlı mücadelesi mirasımızdır” diye bir mesaj yayınladı. Plaza de Mayo Anneleri’nin Carmen Cobo’yu, tarihin gördüğü en haklı ve en meşru direniş ve hak arama mücadelelerinden birisinin öncüsünü yitirdik. Kırk beş yıl boyunca tek bir saniye bile içinde direniş ve hesap sorma olmadan soluk alınmayan bir yaşam öyküsünün adıdır Carmen Cobo. Öyle bir direniş geleneği yarattı ki bu kadınlar, çocukları ve torunları bu mücadeleyi sürdürmeye, hesap sormaya devam ediyorlar. Yaptıkları şey yaşadıkları acıyı dindirmek, geçmişte işlenen suçlar adına bir intikam alma arayışı değil, bu acıların bir daha kimseye yaşatılmadığı bir geleceği kurmak adına bir adalet arayışı, toplumu büyük bir sağaltma çabasıdır.
Yeni Yaşam gazetesi yazarlarından Metin Yeğin’in de bir tanıklığından bahsettiği gibi kimliğini tespit ettikleri işkenceciyi evinin önünde toplanarak teşhir ediyorlar, işkencecilerin takındıkları iyi aile babası, saygın kişi, mahallenin yaşlı amcası maskelerini düşürerek bu kişileri toplumun yargılaması ile karşı karşıya bırakıyorlar. Toplumu, bağrında taşıdığı utançla yüzleşmeye yönlendiriyorlar. Bu o kadar güçlü bir yönlendirme ki babalarının, dedelerinin işkenceci olduğunu, katil olduğunu bir şekilde öğrenen çocuklar, torunlar babalarına, dedelerine dair suç hikayelerini paylaşarak, onları bizzat kendileri teşhir ederek toplumun güçlü bir yüzleşme ve arınma yaşamasını sağlıyorlar.
Benim bütün hayatımca en çok merak ettiğim şey bir işkencecinin, bir infazcının nasıl bir aile hayatı yaşadığı ile ilgilidir. Mesela suçlu, vatan haini, bozguncu, terörist saydığı birisine akşama kadar her türlü vahşi işkenceyi yaptıktan sonra evine gittiğinde ne yapar? Mesela eşi ona kapıyı açar ve “Hoş geldin kocacığım” mı der. O da eşini ve koşturarak kapıya gelen çocuğunu öptükten sonra banyoya geçip ellerini yıkadıktan sonra sofraya mı geçer? İşkence yapan elleriyle, eşine dokunur mu? O elleriyle çocuğunun başını okşar mı? Eşi ona, “Bugün işler nasıl gitti, neler yaptın?” diye sorar mı? Bunu sorduğunda ona ne cevap verir? Yaptığı bütün işi bütün çıplaklığıyla eşine anlatır mı? Eğer bütün çıplaklığıyla anlatıyorsa, kadın böyle bir adamla yaşamaya devam eder mi, edebilir mi? Yoksa bu işkenceci evinde de eşine ve çocuklarına da mı işkence ediyordur? Bir vatan hainine hak ettiği bir muameleyi yapmış olduğuna, görevini yerine getirmiş olduğuna dair kendini ikna etmiş olmanın, işini iyi yapmış olmanın verdiği huzurla evine gidip evinde müşfik bir eşe, sevecen bir babaya dönüşebilir mi? Böyle bir şey mümkün mü?
Sokakta, mahallemizde, apartmanımızda, yan dairemizde kaç işkenceci, infazcı normal insanlar gibi aramızda yaşıyordur? Kaç işkenceci ile aynı restoranda yemek yiyoruz? Çocuklarımız aynı okula gidiyor, aynı sınıfı yahut sırayı paylaşıyor? Ama hepsinden önemlisi bunların gerçekten işkenceci ve infazcı olduğunu, insanlığa karşı suç işlemiş birileri olarak içimizde normal insanlar gibi dolaşıyor olduğunu öğrendiğinde toplumun ne kadarı bunu dert edinir. Bu ülkede kaç kişi muhalif olana, dinsel, cinsel, etnik, kültürel, dünya görüşü olarak kendisinden farklı olana, devletin potansiyel suçlu olarak gördüğü insanlara karşı işkencenin bir ıslah, bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmasını onaylamaz, bundan ahlaken ve vicdanen rahatsız olmaz. Asıl mesele budur. Yoksa dünyanın bütün devletleri, iktidar ve erkeklikle malul örgütleri, örgütlü yapıları işkenceyi muhaliflerini etkisizleştirmenin bir yöntemi olarak kullanırlar. İhtiyaç durumlarına göre bunu bazen gizlerler, bazen aleni bir şekilde yaparlar. Bütün mesele işkenceden haberdar olduğunda ve işkenceciyi tanıdığında toplumun buna ahlaki ve vicdani olarak nasıl bir tepki verdiğidir. Plaza de Mayo Anneleri’nin verdiği mücadelenin toplum üzerindeki bu anlamdaki değiştirici, dönüştürücü gücü son derece önemlidir. Çalanların çırpanların, hırsızların takdir gördüğü; açlık ve yoksulluk içinde kıvrananların salak ya da suçlu görüldüğü ve iktidarın bunun üzerinde ebedi ve meşru kılındığı bir iklimin, ancak işkenceyi mübah gören bir vicdani çürüme içerisinde yaratılması mümkündür.