İşkence, hapis ve sürgün Kürtlerin üzerinde daimi kılınan uygulamalardır. Yaşamın her aşamasında Kürtler bu tür uygulamaları karşısında buluyor; çocuk yaşta, yaşlılıkta, gençken, hatta mezarda bile! Naaşları bile sürgüne ve işkenceye maruz kalıyor! Yakın dönem uygulamalarından örnekler: Öldürdükleri insanların naaşlarını Garzan Mezarlığı’ndan çıkarıp sağa sola attılar. Mezarları parçaladılar. Naaşları götürüp İstanbul’daki Kilyos Mezarlığı’nda lağım kanalizasyonunun geçtiği yere gömdüler ve üstüne asfalt döküp kaldırım yaptılar.
Yapılan uygulamanın kurumsal bir planlama ve kararın sonucu olduğu ortada. Kinlerini böyle sergiliyorlar. Kendilerini böyle ‘şereflendirmiş’ ve ‘ödüllendirmiş’ oluyorlar. Egemenlik hazzını böyle sergiliyorlar. Son dönemde diğer bir icatları ise; insan cenazesini bir eşya gibi postalamalarıdır. Agit İpek’in cenazesini postaya verip şehir şehir dolaştırdılar, sonra da annesine paket içinde verip; “Bu dosyanız, bu da kemikleriniz” dediler. Kürtler üzerinde insanlık dışı uygulamalarla hazlarını sürekli kılmak için arayışları devam ediyor. Son icraatları ise; insanları helikopterden atmak! 11 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinde 50 yaşındaki Osman Şiban ve 55 yaşındaki Servet Turgut’u gözaltına aldılar. Her ikisi de iki gün sonra Van Araştırma Hastanesi’nde bulundular. Helikopterden aşağı atıldıkları açığa çıktı. Van Valisi’nin durumu manipüle etmeye çalışmasıyla uygulamanın kurumsal bir uygulama, bir devlet uygulaması olduğu belli oldu. Servet Turgut maruz kaldığı vahşi işkencelerden dolayı 30 Eylül’de yaşamını yitirdi. Kendisini vahşi bir uygulamaya maruz bırakmakla ve ölümüne sebep olmakla da tatmin olmadılar; ailesinin taziyesine saldırarak kinlerini bir kez daha kustular, onunla da yetinmediler, haberi yapan Mezopotamya Ajansı’nın bürosunu basıp muhabirlerini gözaltına aldılar, yaptıkları açığa çıkarılıp yüzlerine vurulunca paniklenip saldırganlaşıyorlar.
Kürtlere karşı insanlık dışı uygulama yapan ister polis, asker, korucu olsun, isterse yargı ve bürokrasinin diğer birimleri olsun; yaptıkları muameleyi devletin Kürt kodları temelinde yapıyorlar. Bu kodlar; Kürtlerin yaşamını karartma, hak ve özgürlük arayışını darbeleme, sindirme, kolektif tahayyülünü ve toplumsal varlığını dağıtma üzerine kurulu kodlardır.
Kürt halkına, temsilcilerine ve siyasetçilerine yönelik diğer sistematik bir uygulama ise; hapisle cezalandırma uygulamasıdır. Özellikle 1980’den bu yana çok daha yoğun ve sistematik biçimde sürdürülmekte olan bu uygulama temelinde bu süre zarfında yüz binlerce insan hapse maruz kaldı. Siyasetçiler, siyasi partilerin üye ve çalışanları, sivil toplum örgütleri ile yasal demokratik dernek ve kurumlarda yer alanlar, gençler ve kadınlara kadar binlerce insan uzun yıllara varan hapis cezalarıyla cezalandırıldılar.
AKP iktidarı bu vahşi uygulamayı en yoğun, en sistemli uygulayan bir iktidar oldu. Kendisinden önceki iktidarları aşan sayıda insanı hapse koyan bir iktidardır. Halkın iradesiyle seçilmiş milletvekillerine, belediye başkanlarına, yasal demokratik kurum temsilcilerine yönelik yoğun ve sistematik saldırılarda bulundu. Kitlesel boyuttaki tutuklamalar, en sıradan bir muhalif sese ve duruşa karşı saldırı furyası artık Nazi iktidar uygulamalarını andırıyor.
AKP iktidarının Kürtlere karşı saldırısı sırf hapis uygulamalarıyla da sınırlı değil. Kürtlere yönelik saldırı uygulamalarına yeni boyutlar kattı: Bodrumlarda gençleri yakması, şehirleri tankla topla yıkıp yerle bir etmesi, yüzlerce belediyeye kayyum ataması, insanların beraat ettiği davalardan yeniden yargılama çıkarması saldırı, düşmanlık, kıyım çıtasını alabildiğine yükseltmiş bulunuyor.
İşkence, hapis, sürgün, öldürme devletin Kürt karşıtı konseptinin birer ayağıdır; uzun bir tarihsel geçmişi olan uygulamalardır. AKP iktidarı kendisinden önceki iktidarlardan daha fazla bu türden uygulamalara can havliyle sarılmış durumda ve artık yürürlükteki yasaları şeklen dahi olsa takmıyor.
Tüm despotik, otoriter, faşizan iktidarların temel algısı; ‘güç bende, ben her şeyi yapabilirim, ben herkesi dize getirebilirim, benim karşımda ancak biat edebilirler’ algısıdır. Bunu görmedikleri zaman krizleri derinleşiyor, krizlerini kontrol edemez duruma varıyorlar. Şiddet, baskı ve zulüm uygulamasından tatmin olmaları ancak çürüme, yozlaşma düzeyine varmayla mümkün oluyor. Şiddet, baskı, gasp uygulamaları otoritelerini, egemenliklerini sürdürmede hayati bir silah olurken aynı zamanda en zayıf noktalarını oluşturuyor. Evet, bu silahla toplumu, toplumsal değerleri, insani değerleri baskılar ve darbelerken, toplumu bunaltıp nefessiz bırakırken; kendilerini, iktidarlarını da yozlaştırırlar, çürütürler. Karşılarındaki direniş ve toplumsal itiraz devam ettikçe kaybetmeleri kaçınılmaz ve hızlı oluyor.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden bu yana Kürt sorunu bağlamında bu gerçeği rahatça görüyoruz. Kürt halkı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin vahşi uygulamalarına maruz kaldı. 1990’larda Çiller, Güreş, Ağar ekibinin vahşi uygulamalarını yaşadı. Bu güçlerin AKP iktidarından aşağı kalır tarafı yoktu. Ancak Kürt halkına yönelik vahşi uygulamaları kendilerinin sonu oldu. Kürt halkı, Kürt siyaseti bu güçlerin çok vahşi uygulamalarına maruz kalmasına rağmen, insanlık hafızasının kaldıramayacağı bir direniş sergileyerek despotik iktidarları hak ettiği yere göndermesini bildi. Şimdi büyük saldırı dönemi de bir çürüme, yozlaşma ve kaybetme aşamasına girmiştir.