Erdoğan nevi şahsına münhasır bir siyasetçi. Modern hayatın tabiriyle “fenomen.” Türkiye’ye hazırlanan tabutta herkese “röveşata” idmanı yaptırır gibi.
Devleti bizzat yönettiğinden şüphe etmekteyim. Ama partisini esaslı surette yönetiyor. Devletin derinlerinde kim olursa olsun, Türkiye’yi seçimsiz ve muhalefetsiz bir ülke haline getirme kararı verilmedikçe, herkesin AKP tabanına muhtaç olduğunu, derinlerdekinin ve dış güçlerin iyice sakilleşen muhalefete oynamayacağını biliyor. Birileri devlete hakim ise Erdoğan da seçmene hakim. Tabansızlarla tabanlıların dengesi yani. Erdoğan da “denge uzmanı.” Cemaatçi çekirdek ağır basarsa Cemaatçi, Ergenekon ağır basarsa Ergenekoncu. Hatta Kürtler ağır basınca “çözümcü”. Ne diyelim: Helal olsun sana bu yollar. Zaten o da bizi cevaplıyor: “Yola devam.”
Erdoğan’ın kendi başına devleti bizzat yönettiğinden şüphe ettiğim gibi, devleti yöneten dört kişiden ise söz edebilirim: İlk ikisi Fidan ve Kalın, diğer ikisi ise Şimşek ve Fırat. Yeni Savaş Bakanı emekli paşa hakkında şahsen fazla bilgim yok. Sanırım mevcudiyeti pek de önemli değil gibi. Belki ilk ikiliye yeni İçişleri Bakanı Yerlikaya’yı da siz ekleyebilirsiniz.
Görünüşe göre “Hamas babamın oğludur” havasında yaptığı konuşmayla Erdoğan devleti yönetenlerin işlerine çomak sokmuşa benziyor. Fidan ve Kalın medya haberlerine bakılırsa dış politikada U dönüşünün mimarları gibi duruyor. Bunlar züccaciye dükkanına beygiriyle dalan şaşkın kovboy gibi, Erdoğan’ın “Ey İsrail, Ey Amerika, Ey AB” diyerek kırıp döktüklerini tamir etmek için dünyayı fır dönüyor. “Hamas” işinden sonra “dönüyordu” da diyebiliriz. Onlara sizin eklediğiniz Yerlikaya da, Bahçeli’ye sırtını dayayan Soylu’nun, Erdoğan’a da “kazandıran” mafyacılığının tahribatını gidermeye çalışır gibi görünüyor. Elbette bir baron yakaladıysa, yüz HEDEP’liyi tutuklayarak. Diğer ikili ise ekonomik yangının alevlerini sermayeden uzaklaştırıp, fukaranın sazdan evine doğru üflüyor, böylece Batıya ve Suudilere, Emirliklere “görüyorsun yangın senin yatıracağın dolarları yakmayacak” teminatını veriyor.
Artık “veriyordu” da diyebiliriz.
Çünkü Erdoğan’ın aniden “garantörlükten” vazgeçip Hamas’a “garanti” vermesinden sonra her şey karmakarışık oldu. Hamas adını duyan tüm Batı, Hamas’ı terör örgütü diye yasaklayan Suudiler, Müslüman Kardeşler’e karşı darbe yapan Sisi, yani Katar dışında hemen herkes Erdoğan için “yine yaptı yapacağını” dedi.
Karışıklık devletin temellerinde de olabilir, görünüşten ibaret olarak da anlaşılabilir. Ya Erdoğan küçük esnaf gibi küçük bir Yerel Seçim menfaati adına devletin “ali menfaatine” kulak asmadı, bunu da zaten Hamas yanlısı fıtratının icabı olarak yaptı, böylece bilerek ya da bilmezden gelerek devletin U dönüşünde tekerine çomak soktu ya da iç-dış bilmediğimiz kuvvetler ne dış politikadaki vaatlere, ne “gri listeden çıkma” gayretlerinin ciddiyetine aldırmadı, hedef tutmadı; ekonomik alandaki çırpınışları ise içerideki mafyatokratik sermaye frenlemeyi becerdi, dış sermaye de buradan çıkma ihtimalini “satın almadı”, yani belki bu hedef de tutmadı, bu beş isimle simgelenen devlet de “ip inceldiği yerden kopsun” hesabı Erdoğan’ın önüne yeni bir “şantaj” promter metni koydu. Belki de aklımıza gelmeyen “işin içinde iş, oyun içinde oyun” var.
Bunları bilemeyiz. Fakat görünen o ki, İsrail-Hamas savaşı yayılma istidadı gösteriyor. Netanyahu hükümeti savaşı vahşete çevirdi. Sanki İsrail devleti, savaşın bölgeye iyice yayılması, İran’ın harekete geçmeye mecbur kalması, ABD, İngiltere ve NATO’nun savaşa doğrudan müdahale ederek, Rusya’yı, Çin’i ve İran’ı devreden çıkarması için planlı bir provokasyon yapıyor. Belki de Türk derin devleti Hamas’ı tam da aynı NATO’cu amaçla İsrail’in harekete geçmesi için teşvik etti. Belki de İran, İsrail’i savaşa çekmek için Hamas’ı cepheye sürdü, bunun sonunda Arap devletlerinin ve Türkiye’nin İsrail etrafında kümelenmesini dağıtayım, topunu kendi safıma çekeyim derken, ABD’nin, İngiltere’nin, AB’nin İsrail etrafında kenetlenmesiyle tuzağa düşürüldü. Hepsi olabilir. Akla gelmeyen ihtimallere de hazır olalım.
Net olan şudur: Umulmadık anda savaş Türkiye’yi gırtlağına kadar belanın içine sürükleyebilir. Bu ihtimali hesap eden devlet “aklı”, bela gelip çatmadan Kürtlük adına ne kadar “tehlike algısı” varsa hepsini seferber edebilir, Fidan’ın “alt ve üst yapısıyla tüm Rojava halkı meşru askeri hedefimizdir” dedikten sonra başlattığı ve muhtemelen ABD’nin uyarısıyla hızı biraz kesilen saldırısını topyekun savaşa çevirebilir. Bunu da ABD ve AB’nin İsrail soykırımına verdikleri destekten güç alarak yapabilir. Siz “Hamas terör örgütüdür diyerek İsrail’in soykırımına nasıl göz yumduysanız, sizin de terör örgütü dediğiniz PKK’ye ve “uzantılarına” karşı benim yapacağım soykırımı da görmezden gelin” diyebilir.
Yani tehlike büyüktür.
Ama Kürdistan Gazze misali küçük değildir. İsrail bombaları alt yapıları üst yapıları yok edebilir. Ama Kürdistan dağlarında ne alt yapı, ne üst yapı vardır. Yeni soykırım Kürt halkını yerin dibine batırmaz, Gazzeliler gibi çıkacakları Refah gibi bir kapı da yoktur, ama zorlarsanız dağlara tırmandırırsınız.
Tehlike, herkes için büyüktür yani.
Belki de o nedenle Erdoğan ümmeti “tabutta röveşata” idmanıyla geleceğe hazırlıyor. Kim bilir.