Öncesi de var ancak son iki yüz yıldır Kürt varlığı ciddi anlamda tehlike altına girdi. İnişli-çıkışlı, umutla umutsuzluğun keskin çizgileri arasında gidip geldi. 40-50 yıl öncesinde toplumsal varlığı tartışmalı hale geldi. Genelde yaygın düşünce “Kürt yoktur, Türk’tür, Arap’tır, Fars’tır.” Bu düşünce Kürtler içinde de yaygınlık kazanmış; temel eğilim varlığını, özünü reddeden doğrultuya girmişti. Çünkü Kürt için biyolojik yaşamını sürdürmesi bile Kürtlüğünün reddi, yabancılaşmasıyla bağlantılı hale gelmişti.
1.Dünya savaşı Sonrası ülkesi dört parçaya bölünmüş, her parça üzerinde farklı bir ulus-devlet egemenliği inşa sürecine girmiş, “yoktur” denilen Kürt kimlik asimilasyona tabi tutulmuş, bunu reddeden Kürt’e de yer yer fiziksel soykırım düzeyine ulaşan katliamlar yapıldı.
Kültürkırım sonucu toplumsal bünye içten en ince ayrıntısına kadar bölünüp parçalandı. Toplum küçük parçalar halinde atomize edildi. Yine atomize edilmiş küçük parçalar karşılıklı düşman kılındı. Tam güçsüzleştirme umudun, toplum ve bireyin irade kırılmasının zeminini oluşturdu. Bu aynı zamanda da özgüç yitimi anlamına geliyordu.
Atomize hal, toplum olmaktan çıkışla birlikte bireyin içe büzülme, güçlü olanın karşısında savunmasız kalma sonucunda efendiye yanaşma, yalaka, her tür pis işlere koşturmaya götürdü. “Kuyruklu Kürt, mağara adamı gibi küçük düşürücü”, alaycı söz ve davranış kalıplarına sıkıştırılan Kürt imajı inşa edildi. Bu tip kendisini bu hale getiren efendisine de güven vermeyen bir tiptir. İşlerini iyi yapması için efendi bu tipin sırtını sıvazlama, bir iki güzel söz söyledi mi, onu heyecanlandırmaya yetiyordu.
1960’li, 70’li yıllarda bu tip ortalığı doldurmuştu. Günümüzde bu özelliklere sahip hala bazıları dolaşmaktadır. Ancak sayıları azalmış; Kürtlüğün doğrudan inkar aşaması geçildiğinde efendi onlara; “ben Kürt kökenliyim, ama diğer Kürtlerden değilim, onlara karşıyım” dedirtmeye ihtiyaç duyduğunda bunları tekrarlıyor. Bundan “gurur” duyuyor. Bu söylem “ekmek kapısı” olmuş. Ancak bu tipin zamanının nihayete ermesine fazla kalmadı. Aşılacak. Aslında varlıkları önemsemeye değmez fakat mide bulandırıcıdırlar. Özgür Kürt bunları da aşacak.
Bu özetten anlaşılması gereken, ulus-devlet rejimlerinin inşa süreci tam bir özel savaş inşa pratiğidir. Yani ulus-devlet karakterini belirleyen özel savaştır. Özel savaş en çok zihniyet inşası üzerinde operasyon yapar. Tek tek bireyin bedeni ve ruhu üzerinde kendisini inşa eder. Sosyal bünyedeki zaafları, yetersizlikleri kaşır, onları saptırır; doğruyla yanlış yer değiştirir. Yanlışı doğruya, doğru yanlışa evirtildi. Bu hedefe ulaşmak için insana dair hemen her şeyi kullanmaktan çekinmez. Ekonomiden kültüre, yaşamdan doğaya her şey özel savaşın hedefinde olur. Esasta yapılanda Kürt’ün ahlaki duruşunun tasfiyesidir.
Yine araçları başta basın-yayın olmak üzere eğitim, asker, polis, mafya, derin devlet denen mekanizma; devlet hukuku dışında normlarını kendisi oluşturan yapıları organize eder. En az yüz yıldır Kürt toplumu bir özel savaş rejimi altına alınmıştır.
Koşullar değiştikçe özel savaşta kendisini yenilemeye çalıştı. Kürtler bu özel yapılara karşı özgürlük direnişi veriyor. Günümüzde daha çok gelişkin savaş tekniğine dayalı yürütülmektedir. “Şok ve dehşet” uygulayarak zihnen parçalama, korkutma, “böyle özgürlük başarılamaz” duygusunu düşünceye yerleştirilmeye çalışıldı.
Son 5-6 yıldır yoğunca buna başvuruldu. Basın ve sanal medya ile de “başardık, bitirdik” propagandası derinlikli yapılıyor. Ancak özgür yaşam arzusunun Kürt’te içselleşmesi başarıldığından zamana dayandı, devlet dayanamadı; her gün daha fazla çürüyerek sona doğru yol alıyor. Son Peker itiraflarıyla çürüme artık içte gizlenemiyor, dışarıya taşıyor. Görünen aysbergin ucudur. Buzdağının altındaki esas çürümenin zamanla daha görünür olması kaçınılmazdır ve dağılışta berraklaşır. Hele “kuşların” havada dolaşmaya başlaması süreci daha da hızlandırır. “Işıkları söndü” diyenlerin ışıkları sönüyor!