Boğucu bir sığlık, kan revan bir ucuzluk. Paydası, hissizlik ve soğukluk. Bedelsiz ve belleksiz. Gasp çıtasının yüksekliği, çıkar öngörüsünün genişliği. Geriye doğru acıya çıkamayan bir geçmişin, iyi bir geleceğe taşıyabildiği hesaplı yüzler. Geleneğin örttüğünü artık resimler de gizliyor, özlemi duyulan eski bir güçlülüğün ve büyüklüğün son izlerinden de kurtulmuş olmanın verdiği bir rahatlık. Neyse oydu insan, azının ya da daha fazlasının bir anlamı olmadığından belki de. Şimdi ne değilse o gibi görünüyor, açıları iyi ayarlanmış ışığın gölgesinde. Çehrenin en hesaplısı cesaretle kuşanıp güzelliklerle serpiliyor, saf iyiliğin ve çıkarsız bir dünyanın üstünde. Bilinir de bilmezlikten gelmek her kusurun ve her kötülüğün yararına. Hafif kokular sürülü naifliğin, nezaket rendeli duygululuğun, şefkat tartılı duyarlığın ele verdiği hırs ve yağma tutkusu ve onu aklayan birleştirici utku. Teşhircilik, sürükleyici kuvvet. Yüzün fethi gerçekleşsin, zafer tescillensin de mağlup ruh ve döküntü benlik açıkta kalmış ne gam!
Hırsla kıvılcımlanan atılganlıklardan, kuvvet vurgulu “ben” cümleli seslerden sakınmak evlaydı da tüm geçitler, ortalığı selden önce alan bu yüzlerle tıkalı. Hayran olunası bir dalgınlık ama eksiğine bir düşünceliliğin. Sahteliğin hiçbir şekilde sinmeye cüret edemediği, üzücü bir düşünceyle içinin paralandığı belli olan bir zamanların şu gerçek resimlerinden taşan yüzlerden nasıl da farklı. Orada iyilik de kötülük de ışık da gölge de yalan da gerçek de olduğu gibi. Fazlasıyla hevessiz her ayrıntı, ötekinin yerini almaya. Yalan ve teşhircilikten uzak. Resim hayatla uyumlu ve anın gerçeğine sadık. Sanki yüzyıllar öncesine ait resimler hepsi de. Bir mahkeme salonundan, bir kır gezintisinden, bir direniş cephesinden, bir idam sehpasından, bir mutluluk anından, bir ihanet tezgahından…
Söyleyip yazdıkları değil, bir başına resimleri kefil hayatlarına. Tarih, bu bakımdan yalanların üst üste sıkıştırıldığı dağ yüksekliğinde çürük kâğıt yığınlarından ibaret. Resimlere gelince, onlar berrak birer su akıntısı. Yürekteki kötülüğü, yüze kondurulmuş bir çizginin gizlemesine imkan yok daha. Şehirlerin karanlık dehlizlerinde koşturan tüccarların, entrikanın birbirine bağladığı meclis odalarında hileye eğilen politikacıların dövüşçü kılığında, birer dürüstlük taşkınlığında resmedilmeye henüz tenezzül etmediği zamanlara ait tablolar. Görünüş ile gerçeğin uyumundan henüz utanç duymayanların yaşadığı bir çağdan kalma. Tüccarı tüccar gibi, politikacısı politikacı gibi, savaşçısı da savaşçı gibi.
İşte hüküm anından bir kesit. Dingin bir yüz. Sükunet ve inanç dolu. Büyük felaketlerin güzel ruhlara verdiği gururlu bir sessizlik hali. Öyle görüneyim diye bir çabadan yoksun. Bir daha kalkmamak üzere düşülen haksız alçalışlardan daha derin üzüntü olamayacağının solgunluğu. Sağlam ruhu ve dostunun suçsuzluğuna inancı olmasa ayakta kalması bile olanaksız. Hikayesi bu acının da altından kalkabildiği, karakterinin kuvvet ve büyülüğüne denk bir hayatı gerektiği gibi sonlandırdığına dair kanıtlarla destekli. Gücünü boş yere harcamamak için kendini bırakmış, uğradığı üzüntü ile çarpışmamak yolunu tutmuş. Hemen yanına iliştirdiğimiz şimdiki zamana ait bir başka resim. Az kuşkulu bir kafa, sahici bir keder ile sahtesini, gerçek cesaret ile gösterişli korkaklığı bir çırpıda ayırabilir.
Bir anlama çıkmayan fiyakalı laflar, sığlığını gizleyemeyen derinlik sayıklamaları. Sahtelik, gösteriş ve ucuzluk çağından pazarlanabilir hüzün ve cesaret sahneleri. Küçük kişisel çıkarları iş edinip düşünmeye alışan ruhların, hazır onlar farkına varamamışken gerçek karakterine ilgisiz hayranlarını bağlama çabaları. Kıdemli memur bakışlarında ne olduğu bilinmeyen o anlaşılmaz, o dediğini muhakkak yaptırma isteği. Görünüşte de olsa hayranlarını etkisi altına almak için kılıktan kılığa girme hünerleri. Hâlbuki görünüşle gerçeğin özdeş olduğu resimler o kadar nadir ki, bugün onlara ancak uzak adaların mahzenlerinde, sahteliğin iş göremediği yalçın dağların doruklarında rastlanabilir. Boşluk bir tek orada derinliğe, çünkü derinlik de yalnızca orada boşluğa benzemez.