Reyhan Hacıoğlu
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride son verilmesi talebiyle DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 8 Kasım 2018’de başlattığı eylem, kısa sürede hem içerde hem dışarda yoğun destek buldu. Aynı taleple 300’e yakın tutuklu daha süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlattı ve Öcalan’a uygulanan tecride son verilmeden eylemlerini sonlandırmayacaklarını açıkladı. Açlık grevlerinin sürdüğü cezaevlerinden biri de Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi. Tutuklu gazeteci Reyhan Hacıoğlu, bu cezaevinde 17 Aralık’tan bu yana süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi yapan tutuklulardan Belgin Kanat, Esma Başkale, Zozan Kutum ve Reyhan Çoşmuşlu ile eylemleri ve talepleri üzerine konuştu.
Süresiz-dönüşümsüz açlık grevindesiniz. Talebiniz nedir?
Reyhan Çoşmuşlu: Talebimiz nettir. Tecridin kaldırılması Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma olanaklarının geliştirilmesi, bunun dışında aile, avukat gibi görüşmelerin rahatlıkla yapılmasıdır. Nihai amacımız ise Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Belgin Kanat: Açlık grevine tek taleple başladık. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin, yani yirmi yıllık işkencenin sonlandırılmasıdır. Milyonlarca insan Sayın Öcalan’ı iradesi olarak kabul ediyor. Bu topraklarda barış umudunu yeniden yaratmak istiyorsak Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor.
Tecrit hem Kürt toplumu hem de Türkiye toplumu açısından neyi ifade ediyor? Tecridin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye siyasetinin nasıl bir yön alacağını düşünüyorsunuz?
Esma Başkale: Tecrit insanlık suçudur. İnsan doğasının katiyen kabul etmeyeceği faşizan bir uygulamadır. Sayın Öcalan şahsında uygulanan bu ağır tecrit tüm Kürt halkına ve sol sosyalist, demokrat tüm muhalif kesimlere de uygulanan bir tecrittir. Tecrit Kürt kentlerinde yaşamın her alanında uygulanmak istendi. Birçok yerde sokağa çıkma yasakları ilan edildi, çocuklar oyun alanlarından tecrit edildi. Yaşanan bu hak ihlalleri sadece Kürt halkına değil, Türkiye’de birçok kesime karşı uygulanıyor. Her kesimden insanın tutuklandığı bir ülkede özgür siyasetten bahsetmek çok da mümkün değil. Bu bağlamda bakıldığında bir kaos ortamının olduğu çok net görülüyor ve bu kaostan çıkış Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılmasıyla son bulacaktır.
Reyhan Çoşmuşlu: Tecrit umudun, huzurun olmadığı çocukların büyüyemediği anne-babaların yüzlerindeki tebessümün dahi olmadığı bir yaşamı ifade ediyor. Türkiye siyaseti açısından bakarsak zor bir süreç, değişimler ve gelişmeler olacak. Koşulları düzeltirlerse Türkiye’ye barış hakim olacak.
Uluslararası kurumların tecride karşı sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Belgin Kanat: CPT ve AİHM üzerinde uluslararası kurumların tecride karşı sessizliği, AKP iktidarını desteklediği anlamına gelmektedir. Yine AİHM’nin bir hak ihlali yok belirlemesinde bulunması kendi kuruluş etiği ve yasalarına aykırıdır. Sayın Öcalan, Kürt ve Ortadoğu halkları şahsında ezilen ve öz mücadelesini yürüten halkların iradi temsiliyetini yapmaktadır. Bu yüzden uygulanan bu anti-demokratik, ağırlaştırılmış tecrit milyonların iradesine uygulanmıştır. Bugün Sayın Öcalan’ın en temel insani haklarının dahi kullanamamasının bir hak ihlali olduğu aşikardır. Bu anlamda bu kurumlar kendi yasalarıyla çelişmemeli. AKP’nin uygulamalarına ortak olmamalıdır. Yine uluslararası kamuoyu da bu duruma karşı sessizliğini bozmalıdır.
Zozan Kutum: Tecrit sistemi uluslararası güçlerden bağımsız değildir. Sayın Öcalan’ın tutuklanması da bu güçlerle bağlantılıdır. Eğer CPT, AİHM gibi kurumlar gerçekten bağımsız olsaydı yirmi yıllık bir tecrit olmazdı ve yine Sayın Öcalan’ın daha hukuksal bir çerçevece yargılanması ve bir hükümlüye verilmesi gereken hakların verilmesi gerekirdi.
Leyla Güven öncülüğünde başlayan bu eylem bugün tüm cezaevleri, Hewler, Strasbourg ve Galler gibi sınırları aşan bir sürece ulaştı. Böyle bir sürece kadınların öncülük yapmasını nasıl okuyorsunuz?
Esma Başkale: Geçmişten günümüze en kritik süreçlerde hiçbir kaygı gütmeden mücadeleye öncülük eden kadınlar olmuştur. Bu yüzden bizlere bırakılan bir miras, gelenek mevcut. Her zorlu süreç kendi kahramanını yaratır. Bu direnişin öncülüğünü Leyla Güven arkadaşın yapması, eylemi daha da anlamlı kılmakta. Bu güç ve irade ile direniş dalga dalga Ortadoğu’yu aşıp halklar nezdinde birçok ülkede karşılık buldu. Kadınların öncülük yapmasının bir nedeni de tecridin kadın doğasına aykırı olmasıdır. Bu yüzden cesaretle mücadele yürüten kadınlar oluyor.
Zozan Kutum: Genel olarak süreç bir tıkanmaya gittiğinde bu durgunluğu hareketlendiren hep kadınlar olmuştur. Bu eyleme bakıldığında da bu şekilde geliştiği görülür. Leyla Güven’in inisiyatif alarak eyleme öncülük etmesi ve bu eylemin gelişmesi ile önemli bir direniş ağı örgütlenmiştir. Bu aynı zamanda bir coşku ve moral olup, kazanmanın umudunu yarattı.
Eyleminiz hangi koşullar sağlanırsa son bulacak?
Zozan Kutum: Tecrit tam anlamıyla kaldırılıp tüm kamuoyunun önünde bir güvence verilirse.
Kamuoyundaki dayanışmayı ve destek eylemlerini nasıl buluyorsunuz?
Belgin Kanat: Hem Leyla Güven öncülüğünde zindanlarda gelişen hem de sınırları aşan bu eylem sahiplenmeli ve dışarıdaki koşullar itibariyle çeşitlenebilmeli. Amed’de kadınlar öncülüğünde başlatılan destek eylemleri ve halkımızın desteği çok önemlidir. Biz talebimiz yerine gelene kadar eylemimizi sürdürme kararlığındayız. Bu anlamda tüm demokratik kesimlerin de bu eylemlere destek vermesi gerekiyor.
Zozan Kutum: Genel olarak belli bir hareketlenme olsa da yeterlidir diyemeyiz. Avrupa’da ciddi bir eylemlilik var ancak esas itibariyle hareketlenmesi gereken Türkiye’dir. Tabi bu sadece Kürtlerin değil Türkiye toplumu, sol sosyalist güçlerin, kadınların dahil olması gereken bir süreçtir. Bu anlamda bu sürece daha fazla sahip çıkılabilir.
Eylem süreciniz hem sizler hem de koğuştaki arkadaşlarınız açısından nasıl geçiyor?
Belgin Kanat: İlk günkü coşkumuz sürüyor. Arkadaşlarımız da aynı ruhu taşıyor. Bize karşı duyarlılık oldukça fazla. Öte yandan tüm arkadaşlar bu eylemde yer almak istediği için eylemde yer alamamanın burukluğunu taşıyorlar. Ortak mücadele ruhunun büyük yoldaşlık ruhuyla harmanlandığı bir direniş sürecidir bizim açımızdan ve inanıyorum ki başarıya ulaşacağız.
Esma Başkale: 80’lerden bu yana zindanlar hep direnişleri ile gündeme geldi. Hep bir kıvılcımla başlayan direniş yüzleri bulmuştur. Bugün de bu gelenek varlığını sürdürüyor. Dalga dalga büyüyen bir direniş var. Bizler açısından hiç unutulmayacak derin duygular yaşatıyor. Yanımızdaki arkadaşların hassasiyetlerinden, hiç tanımadığımız onlarca arkadaştan gelen mektuplarla güç, destek ve moral aldığımız bu sürecin direnişimizi daha da anlamlı kıldığını belirtebilirim.
Reyhan Çoşmuşlu: Eylemde birkaç kişi olmamıza rağmen tüm arkadaşların eyleme dahil olduğunu düşünüyorum. Hepimizde hakim olan duygu direniş, umut dolu bakan gözler ve büyük bir inanç. Yani aileler bakımından eylem başladıktan sonra yaklaşımlar daha da hassaslaştı. Sıcacık sarılmaları, duygu dolu bakışları ve anlam yüklü sözleri var. İnançların arttığını, umutların daha da yeşerdiğini gördüm. Sana biçtikleri rolün ağırlığını hissediyorsun. Bu da büyük bir güç ve kararlılık oluşturuyor. Ailelerdeki bu duygusal yaklaşımın daha güçlü bir düşünceye ve eyleme dönüşmesi gerekir.
Zozan Kutum: Grevde olan birkaç kişi olsak da direniş ruhu her bir arkadaşın gözlerinde ve bizlere yaklaşımlarında görülüyor. Her an bir ilgi, her an bir alaka hatta fazlaca alaka (gülüyor) bazen de özellikle yemek vakitlerinde köşe bucak kaçıyorlar, ya da unutup önce davet edip sonra fark edince hemen susuyorlar. Ciddi anlamda bir hediye de biriktirdik sağ olsunlar, arkadaşlar hediye verip duruyorlar. Yine bu eylem itibariyle çok fazla yeni arkadaşın olduğu bir süreç ve deneyimi olmayan arkadaşlar var. Hayliyle bir arkadaşın söylediğiyle bir diğer arkadaşla uyuşmayabiliyor. Örneğin bir arkadaş günde bir saat yürümelisin derken bir diğeri aman hareket etme diyor ya da ortak bir alanda otururken biri kaloriferin yanına geç diyor, tam oraya yönelirken bir diğeri burada cam var deyip başka yere yöneltiyor. Bu kez de başka bir arkadaş gelip niye oraya oturmadın diyor. Böyle şeyler yaşanıyor yani tabi bunlar zorluk değil, direnmenin güzel anıları.
Kamuoyuna bir mesajınız veya çağrınız var mı?
Belgin Kanat: Tecrit herkesin yaşamını ilgilendiren bir insanlık sorunudur. Bu soruna karşı herkesin üstüne düşen tarihi sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor. İçeride direniş ve mücadelemiz büyüdüğü gibi dışarıda da büyümeli ve artırılmalıdır. Topyekûn faşizme karşı topyekûn mücadele etmeliyiz.
Reyhan Çoşmuşlu: Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok canımız ve irademiz dışında. Onu da feda etmeye hazırız. Kürt halkı bugüne kadar çok şey yaşadı, toprağından edildi, vuruldu ve işkence gördü. Bu anlamda herkesin tek yürek olup hem tecride hem de yaşananlara dur demesi gerekir ve inanıyorum ki Kürt halkı başta olmak üzere halklarımız yaşananlara dur diyecektir.
Zozan Kutum: Biz sustukça karanlık daha da büyüyor. O halde herkesin kendi ışığıyla aydınlığı büyütmesi gerekir. Esma Başkale: İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir” diyor ama iktidarlar kaderimiz değildir. Bu güzel coğrafyanın kaderi adaleti, eşitliği ve kardeşliği barındırıyor. Ortak ve örgütlü bir mücadele ile bunu sağlayabiliriz.