Türkiye tarihinin en kritik, en hayati ve gelecek açısından kader tayin edici seçimlerine sayılı günler kaldı. Çetin bir yarış olacak. Türkiye’de yapılan seçimlerin hiçbiri eşit koşullarda ve şartlarda gerçekleşmedi ama bu seçim daha bir adaletsiz ve eşitsiz koşullarda yürütülüyor. Buna rağmen ibre muhalefetten yana, iktidar bloğu kurduğu bütün ittifaklara, devlet gücüyle yürüttüğü bütün çalışmalara rağmen tarihinin en büyük yenilgisine çok yakın.
Seçim süreci siyasi muhasebe süreçleridir, hesap günüdür. Her zaman objektif sonuçlar vermese de yanlışın ve doğrunun teraziye vurulduğu dönemlerdir. Toplumun çok büyük çoğunluğu değişim istiyor, mevcut şartların sürdürülemeyeceğinin herkes farkında. Bu seçimde yarışan kesimler ellerindeki her türlü kozu sahaya sürmüş durumda. Yürütülen kampanyalar bile kimin nerede durduğunu gösteriyor. Bir yandan değişim talebi öte yandan mevcut durumu sürdürmeye yönelik canhıraş didinme hali. Bir yandan umut dolu, güleç, neşeli seçim kampanyaları öte yandan öfkeli, elindekini korumaya yönelik hırslı bir siyasi söylem. Bir yandan barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük vaadi öte yandan “Asarız, keseriz, defterleri açarız.” tehditleri. Birileri ta depremden bu yana “Nerede bu devlet!” çığlıklarını susturmak için “Günü geldiğinde defterleri açarız.” tehditlerini sürdüredursun toplum tuttuğu defterleri çoktan açtı bile. Depremde yitip giden canları, enkaz altında bırakılan yaşamları, insanlar başını sokacak bir çadır ararken kurulan çadır pazarlarını, kan ticaretini kimse unutmadı. Savaş politikalarını ve bu politikalar sonucunda hayatını kaybeden binlerce genci kimse unutmadı. Halklara, kimliklere yapılan düşmanlıkları, işgal politikalarını, dayatılan onursuzluğu kimse unutmadı. Yandaşlar lüks ve şatafat içerisinde yaşarken, saraylar saltanatlar yükseltilirken öte yandan topluma reva görülen açlığı, yoksulluğu, ekonomik buhranı, işsizliği unutmak ne mümkün; toplum bunları her gün yeniden yaşıyor. Haliyle toplum bu defterleri açıp hesap sormaya yaklaştıkça yönetenlerin kimyası bozuluyor, gerçek yüzleri açığa çıkıyor. Sona doğru kurdukları şiddet dilinin dozajını daha da arttıracaklar. Sadece bununla da yetinmiyorlar, alttan alta toplumu tehdit edecek unsurları da sahaya sürmeye başladılar.
Daha önce Batman’da geçtiğimiz günlerde Silivri’de aynı tıynette insanlar çıkıp açık açık Kürtleri, muhalifleri yani iktidara destek vermeyen herkesi ölümle, toplumu kaosla tehdit ettiler. Kafa kesmekten tutun da insanların özel bilgilerini fişlediklerini ve seçimde istedikleri sonuçlar çıkmazsa kaos yaratacaklarını, iç savaş çıkartacaklarını ilan etmekten imtina etmiyorlar. Bunlara “meczup” diyenler oldu, hatta kendileri de zaman zaman “deli” ayağına yatıyorlar. Ama hiçbiri meczup değil aksine bir yerlerde pişirilen tehdit, kaos planlarının bilinçli uygulayıcılarıdır bu tipler. O yüzden gazetecilik yaptığı, twit attığı, barış istediği için insanları gece 5’te evinden alan yargı bunlara dokunmuyor o yüzden bu tipler korunuyor.
Referansları da basit bir şekilde IŞİD’tir, söylemleri IŞİD söylemleridir, yöntemleri IŞİD yöntemleridir. Aynı kaynaktan besleniyorlar. IŞİD’in vahşet yöntemlerinin yarattığı korkuyu gördüler ve şimdi Türkiye toplumunu bu yöntemlerle esir almaya çalışıyorlar. Bunu bugünde uygulamıyorlar, 2015 seçimlerinden beri aynı yöntemleri kullanıyorlar. Bazı dönemler başarılı da oldular. Hatta yer yer “Bu şiddet yaşanmasın, topluma bu kötülüğü yapmasınlar o yüzden istediklerini verelim, yakamızdan düşsünler.” diyerek tercihini değiştirenler bile oldu. Oysa bu dile ve yönteme teslim olmak bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüktü. Şiddetle, tehditle sonuç aldıklarını gördükçe bunu tek geçer yöntem haline getirdiler. Bu kesimler şiddetle, tehditle palazlandılar. Üstelik bu şiddetten, ölümden, tehditten beslenenler “vatansever, Müslüman” oluyor. Barış, özgürlük, eşitlik isteyenler bu kötü gidişata dur demek için mücadele edenler “terörist” oluyor öyle mi?
Bu gidişatı durdurmanın tek yolu cesaretle bu kötülüğün karşısına dikilmektir. IŞİD Kobanî’de yenilgiye uğratılana kadar sadece bölge halklarına değil bütün dünyaya kan kusturdu. Kobanî Zaferi sadece bir halkın zaferi değil aynı zamanda IŞİD vahşetinin sona ermesini başlangıcı oldu. Şimdi aynı tablo karşısında Türkiye toplumu tercih yapmak zorunda. Ya bu IŞİD zihniyetine boyun eğecek ya da bununla hesaplaşarak, bu zihniyeti yenerek bu şiddet ve tehdit sarmalından kurtulacak. Ve bence toplum bu konuda kararını vermiş durumda. Hiç kimse asla bu duruma rıza göstermeyecek. Değişim süreci başladı ve 14 Mayıs’ta bu zihniyet bir daha hiç kimseyi tehdit edemeyecek bir yenilgi yaşayacak.
Bu bayram buna vesilesi olsun ve 15 Mayıs’ta çifte bayramın başlangıcı olsun. Hepimizin herkesin bayramı kutlu olsun.