İçişleri Bakanlığı, “düzensiz göç ile mücadele” kapsamında düzenli göçmen getirilmesine yönelik bir çalışma yapıyormuş. Ekonomim gazetesinin haberine göre, bu çalışmada sanayicilerin talepleri de göz önünde bulundurarak “işgücü ithalatı” yapılabilmesi için yasal altyapı hazırlanmaktaymış. Şirketlerin görüşleri doğrultusunda sektörler için gerekli işgücünün sayı ve niteliği belirlenerek çağrıya çıkılacak ve belirlenen kriterlere uygun yabancılara, Türkiye’de çalışma fırsatı(!) verilecekmiş. Halen düzensiz göçle gelenlerin kapsam dışında tutulacağı bu düzenlemeyle, Türkiye’de emek göçünün daha düzenli hale getirilmesi hedefleniyormuş.*
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: İnsanların ulus devlet sınırlarına hapsolmadığı bir dünyada herkes, dilediği ülkede çalışma ve yaşama hakkına sahip olabilmelidir! Sınır ötesi dolaşımı kısıtlayarak insanları sınırları içine hapseden ulus devlet yapılanması, kapitalizmin bir ürünüdür. Bu yapılanma içinde “dolaşımın sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği” egemen sınıfın yani sermayenin çıkarları gözetilerek belirlenir. Emekçiler arasındaki rekabeti arttırıp emek maliyetini düşürmenin aracı (yedek işçi ordusu) olarak görülen göçmen emeğinin dolaşımı kimi zaman -kısmen de olsa- serbestleştirilirken; kimi zaman da emekçilerin dolaşımını engellemek için yüksek duvarlar örülür.
İçişleri Bakanlığı’nın “düzensiz emek göçünün düzenli hale getirilmesi”ni hedefleyerek patronların ihtiyaçları çerçevesinde “işgücü ithalatı”nın yasal zeminini hazırlamak için yaptığı bu çalışma, AKP/Saray iktidarının emeğiyle geçinenlere (işçi sınıfına) bakış açısını ortaya koyduğu gibi; 22 yıldır uyguladığı -eğitim, istihdam vb- politikaların iflasını da gözler önüne sermektedir.
Bakanlığın yapmakta olduğu düzenleme için kullanılan “işgücü ithalatı” kavramı son derece çarpıcıdır. Malûm olduğu üzere, ihracat ve ithalat, “metaların uluslararası düzeydeki alım-satımını” ifade eder. İçişleri Bakanlığı ve dolayısıyla AKP/Saray iktidarı, kullandığı “işgücü ithalatı” kavramıyla işgücü ya da daha doğru ifadesiyle emek gücünü ve onun sahibi olan milyonlarca işçiyi, emekçiyi “meta/mal/eşya” olarak gördüğünü açıkça itiraf etmektedir.
Öte yandan unutmamak gerekir ki, patronların talepleri doğrultusunda yurtdışından “işgücü ithal edilmesi” planlanan Türkiye, çalışma çağı nüfusunun yarıdan fazlasının, (33 milyon 203 bin kişi) istihdam dışında olduğu, atıl işgücü yani geniş tanımlı işsiz sayısının 11 milyonu aştığı bir ülkedir (TÜİK, 2024 Ağustos istatistikleri). 22 yıllık iktidarı boyunca AKP, istihdamı arttırmak için birçok paket açıklamış, kalkınma planları ve orta vadeli programlarda hedefler ortaya koymuş, yüzlerce üniversite ve meslek lisesi açmıştır. Ancak bunların hiçbirinde başarılı olunamamış ve Türkiye, OECD ülkeleri içinde işgücüne ve istihdama katılımın en düşük olduğu ülkeler arasında olmaktan kurtulamamıştır.
Türkiye’de işgücüne katılımın ve istihdamın düşük, işsizliğin yüksek olmasının başlıca sebebi, istihdam yaratacak yatırımların yetersiz olmasının yanı sıra insanca çalışma ve yaşam koşullarını sağlayacak, yeterli düzeyde istihdam olanağı yaratıl(a)mamasıdır. Ortalama ücret haline gelen asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, iş ve sosyal güvencenin olmadığı, iş cinayetlerinin ve çalışan yoksulluğunun dünya ölçeğinde en fazla olduğu Türkiye, sendikal hak ihlallerinde de ilk 10 ülke arasındadır. Hal böyle olunca, kölelik koşullarında çalışmaya rıza göstermek yerine, istihdam dışında kalmak, tercih edilir hale gelmiştir.
AKP iktidarı, kölelik koşullarına rıza göstermeyen Türkiyeli emekçilerin direncini kırmak ve onların yerine ikame etmek amacıyla yıllardır “arka kapı göç politikası” izlemektedir. Bu bağlamda Ortadoğu’da -ama özellikle Suriye’de- yaşanan savaşlarla birlikte oluşan göç akını ve AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’yla bu göçmenlerin Avrupa’ya geçişlerinin engellenmesi, Türkiye’yi dünyada en fazla göç alan ülke haline getirmiştir. Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de yasal kalış hakkı bulunan göçmen sayısı 4.5 milyona ulaşmıştır; kayıtlı olmayanlarla birlikte bu sayı daha da artmaktadır. Siyasi iktidar, bu göçmenlerin çok büyük bir kısmına yasal statü vermeyerek kaçak/düzensiz konuma düşmelerine neden olmakta ve hiçbir hakka sahip olmayan göçmen emekçiler, sınır dışı edilme korkusuyla en kötü koşullarda çalışmaya boyun eğmek zorunda bırakılmaktadır.
İçişleri Bakanlığı’nın “işgücü ithalatı”na yasal zemin oluşturma çalışmasından anlaşılan o ki, -kimi ırkçı partilerin de kışkırtmasıyla- “düzensiz” göçmenlere yönelen kamuoyu tepkisinin azaltılmak istenmesi ve yatırıma teşvik edilmek istenen uluslararası sermayenin talep ettiği “ucuz ama kayıtdışı olmayan” istihdam talebini karşılamak durumunda kalınması, “ucuz ama düzenli” göçmenlerin istihdamını gerekli hale getirmiştir.
Türkiye’yi sermaye için cennet, emekçiler için cehenneme dönüştürmeyi hedefleyen anlayış, 1980’den bu yana farklı yüzlerle de olsa iktidardadır. Aradan geçen 44 yılın 22 yılında iktidarda oturan AKP, 24 Ocak 1980’de ortaya konan bu hedefe ulaşmada önemli bir yol kat etmiştir. Hiçbir çekince duymadan emekçileri, ithalatı yapılacak meta/mal/eşya olarak kabul ettiğini açıkça ifade etmesi ve buna karşı -en azından şimdilik- hiçbir sendikadan, meslek örgütünden ya da siyasi oluşumdan herhangi bir tepki gelmemesi, AKP’nin kat ettiği yolda ne kadar ilerlediğini göstermektedir.
Milliyeti, ırkı, dini, dili, cinsiyeti ne olursa olsun tüm emekçilerin ortak çıkarlara sahip bir sınıf olduğu bilinciyle hareket edilmediği sürece; onları bir eşya olarak gören anlayış, bir avuç sermayedara cennet yapmak uğruna ülkeyi ve dünyayı, emekçiler için cehenneme çevirmeye devam edecektir.
* https://www.ekonomim.com/gundem/isgucu-ithaline-altyapi-hazirligi-haberi-778210