Baştan söyleyelim, başlığın attığı taş ana muhalefetin kafasınadır. Umarız kafası yarılır.
İnsanlığın, toplumsal yaşamın oluşabilmesinin temel unsurunun barış olduğunu ortaya koyması büyük çatışmaların ve savaşların yarattığı yıkımların tecrübesinde ortaya çıkmıştır.
Savaşın ve öz savunmanın, kavramsal olarak birbirinden farklı olduğunun altını çizelim.
Tarih boyunca savaş, tüm faşist iktidarların toplumları baskı altına alabilmenin bir zemini olarak kullanılmış ve yeniden üretilmiştir. Savaş çağrısı, başka halkların topraklarının zenginliğinden pay kapma, hegemonya kurarak halkları sömürmenin ekonomik imtiyazına sahip olma çıkarcılığıyla, ilk başta aldatıcı bir çekiciliğe sahiptir. Refahın ve mutluluğun, buradan geçtiğine yönelik faşizmin ajitasyonları, yakın tarihimizde insanlığa pahalıya mal olmuş ve iki dünya savaşında dünyanın önemli yaşam alanları yıkılmış, 150 milyona yakın insan hayatını kaybetmiş, yüz milyonları geçen insan yaralanmış, sakat kalmış ve tarifi mümkün olamayan ekolojik yıkım gerçekleşmiştir.
Savaş süreçleri, faşizmin elini güçlendiren süreçlerdir. Savaş süreçlerinde adalet, eşitlik, demokrasi taleplerinin tali olabildiğinin keşfinden bugüne, savaş; faşizmin oksijeni olmuştur. Varlığını ve iktidarını sürekli kılmak isteyen tekçi zihniyetin en temel ihtiyacı; bu taleplerin önünün kesilmesidir. Bu taleplerin önünün kesilebileceği politikanın adı; savaş politikasıdır.
Tam da bu yüzden bugün kaybetmenin uçurumunda bulunan iktidarın son kozu, savaş politikasıdır. Buraya kadar muhtemelen ana muhalefetten dahi bir itiraz duyamazsınız ama sorun buradan sonra başlıyor;
İktidar Afrin işgalinden bu yana barış talebinin bir suç unsuru olarak toplumsal algıya yerleşebilmesi için üstün bir çaba sarf etmiştir ve görülüyor ki bunda da başarılı olmuştur. Aslında iktidar zoru başarmıştır. Nedir zor olan; savaşı toplumsal algıda meşrulaştırma operasyonu. İktidar için bu iş zordu, çünkü barış; tarihsel olarak hukukun, adaletin ve eşitliğin temelini oluşturan bir insanlık kazanımıdır ve tüm dünyada en hakiki meşruiyet zeminidir. Fakat muhalefet iktidar için zor olanı kolaya çevirdi ve savaşı-işgali toplumun bir kesiminde meşrulaştırma operasyonuna destek verdi. Muhalefet kolay olandan kaçtı, zor olanı seçti.
İktidarın Afrin işgaline de muhalefet destek çıkmıştı. Yakın zamanda barış imzacısı olduğu için büyük baskılara maruz kalan akademisyenleri dahi savunamamışlardı. Bu kronolojinin toplumu getirdiği seviye “Rojava işgaline destek vermeyenin ihanetçi” olduğudur, çünkü bunun dünden bugüne örgütlenmesine en fazla destek olan bugünün Millet İttifakı bileşenleridir. Ve bugün kaybetme aşamasına gelen iktidarın, Rojava işgal girişimine destek olarak da “iktidarda kalması için elinden geleni yapan muhalefet” durumuna düşmüşlerdir.
Tablo bu kadar vahim ise her şey bitti mi? Tabi ki hayır zira Millet İttifakı’nın desteğine rağmen tüm savaş politikaları ve kanlı provokasyonları, hakikatlerin açığa çıkmasıyla meşruiyet balkonundan aşağı kafa üstü düşüyor. Kamuoyunun savaşın altındaki gerçekleri görmesiyle savaş yanlıları yalnızlaşıyor ve suçüstü yakalanıyorlar. Rüzgar barış isteyenlerden yana esmeye başlıyor.
Bir yandan adalet, yargı bağımsızlığı ve demokrasiden bahsedip öte yandan iktidarın otoriter rejimi kurumsallaştırmaya çalıştığı elindeki son araç olan savaş politikalarına destek vermenin çelişkisini daha fazla dillendirerek rüzgarın şiddetini artırmamız gerekiyor.
Barışa dair şu söylemleri burada yeniden ve yeniden yazma zorunluluğunun ızdırabında bir kez daha söyleyelim ki, barışın olmadığı bir toplum ne demokrasiden, ne adaletten, ne eşitlikten, ne de ekolojiden bahsedebilir. Bu taleplerin tamamı barış ortamının talepleri ve kavuşulabilir haklarıdır.
Hem savaşa evet diyerek hem de halklara “biz geldiğimizde demokrasi, adalet ve eşitlik gelecek” demek, büyük bir aldatmaca olduğu kadar aynı zamanda toplumu aşağılamadır da.
İktidarın savaş gerekçesi olarak sahnelediğine yönelik önemli iddiaları ve bulguları taşıyan Taksim saldırısı apaçık ortadayken dahi, Rojava işgal girişimine destek veren Millet İttifakı, bu topluma iktidarın vaad ettiğinin dışında hiçbir şey vaad etmemektedir. Vaad ettikleri her şeyin bir aldatmacadan ibaret olduğunun kanıtı; savaş yanlısı olmalarıdır.
Seçime ve geleceğe dair pusula netleşmiştir; barışı savunan ve Rojava işgal girişiminin karşısında olan, memleketin demokratik geleceğini temsil etmektedir. Savaştan yana olanları değil barıştan yana olanları tercih etmek; demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir toplum olasılığına açılan kapı olacaktır.