Son bir yıl içinde kışlalarda, okullarda ve fabrikalarda görülen arda arda gelen toplu gıda zehirlenmeleri gıda sorunun giderek bir halk sağlığı sorunu olduğunu daha net biçimde göstermektedir. İstanbul’un Kartal ilçesinde Kalyon İnşaat tarafından yapımı üstlenilen Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin inşaatında çalışan yüzlerce işçi çalışma, beslenme ve barınma koşullarının düzeltilmesi için şantiye girişini kapatarak işverene bir hafta süre verdi. İşçilerin talepleri arasında olan beslenme koşulları bu sorunun aynı zamanda bir işçi sağlığı sorunu olduğunu da göstermektedir.
Yaşam ile ölüm arasındaki çizginin incelmesi, aslen önlenebilir olan kazaların iş cinayetlerine dönüşmesi İSİG sorununun en çok görünen yönüdür. İSİG Meclisi’nin “emekçiyi bütünsel bir insan olarak” gören anlayışından yola çıkarak iş kazaları/cinayetlerine gelmeden önce yapılması gereken başka şeyler olduğunu da bilince çıkarmamız gerekiyor. İşçinin işyerinde, işçinin ve yakınlarının yaşam alanında beslenmesinden yola çıkarak halk sağlığını ilgilendiren koruyucu sağlık hizmetleri ve onun önemli bir parçası olan sağlıklı beslenme sürecini bir örgütlenme süreci olarak ele almamız gerekmektedir.
Beslenme sermaye tarafından sadece işçinin verimliliğini arttırmak hedefi ile ele alınmaktadır. Sabah kahvaltı yapılmamasının yada yaşam alanında yeterli besin alınmamasının iş kazalarındaki yeri için araştırmalar yapılırken, neden kahvaltı yapılmadığı yada yetersiz ve dengesiz beslenildiği sorusu cevapsız bırakılmaktadır.
Ayrıca yeterli ve dengeli beslenme günümüzde, gün içinde alınan besinlerin kalori değerleri dışında endüstriyel tarım ile üretilen zehirli ve gdo’lu gıdalar ile de ilişkilidir. Emperyalist-kapitalist sistemin yapısal krizinden bağımsız düşünülemeyecek olan gıda krizi, besin üretim ve dağıtımını ellerinde bulunduran büyük gıda tekelleri ve onların çıkarlarını koruyan devletler ve Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi devletler arası örgütlerden kaynaklanmaktadır.
İşçi, emekçi hareketi neler yapabilir? Sendikalar toplu sözleşme süreçlerinde, işyeri hekimleri ya da sağlık örgütlerinin bilgilendirmeleri ile işçinin işyeri ve yaşam alanında daha sağlıklı beslenebilmesi için gerekli önlemleri toplu sözleşme metinlerine koyabilir, koyulan yerlerde somut adımlar atılması için mücadeleyi yükseltebilirler.
Bu bağlamda sınıf mücadelesinin ve işçi sınıfının örgütlenmesinin güçlü olduğu 60’lı ve 70’li yıllarda ortaya çıkan işçi tüketim kooperatifleri de yeniden ele alınmalı, bugün halen varlığını sürdüren işçi tüketim kooperatifleri geçmiş ve bugün karşılaştırılarak incelenmelidir.
İşçi tüketim kooperatiflerini hem iş yerlerinde hem de yaşam alanlarında kurma yönünde bir strateji geliştirerek üyelerinin, genel olarak da halkın yerel sağlıklı, ve adil gıdaya erişim hakkını pratik bir gerçeklik haline dönüştürebilirler.
İşyerlerinde kurulan yada kurulacak olan kooperatifler işyerinde bulunan bütün emekçileri kapsayacak biçimde olurken, yaşam alanlarında kurulacak olan kooperatifler de işçi-emekçi mahallerinde yaşayan herkesi kapsayabilir
Kırsal kesimde bulunan zehirsiz ve gdo’suz üretim yapan çiftçilerin içinde bulunduğu sendikalar, kooperatifler ile çalışılmaya başlanması kır emekçileri ile kent emekçileri arasında mütevazi bir ilişkinin kurulmasının önünü açacaktır.
Ancak böyle bir örgütlenme biçimi ile yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca kent emekçisinin kır emekçileri ile arasında doğrudan gelişecek ilişki biçimlerinden birisi somutlanabilir ve gıda krizine birlikte çözüm üretebilecek bir zemin yaratılabilir.
İSİG Meclisi
* Bu yazı toplu gıda zehirlenmeleri referans alınarak, <http://guvenlicalisma.org/19049-isci-sagligiis-guvenligi-isig-ve-isci-tuketim-kooperatifleri-cetin-durukanoglu> yazısından özetlenmiştir.