İstanbul İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi) 6 Eylül de ağustos ayı iş cinayetleri raporunu yayınladı. Bizim de üyesi olduğumuz İSİG Meclisi Raporu’na göre, en az 180 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Siyasi iktidarı biz işçilere ya karın tokluğuna çalışmayı ya da iş cinayetlerinde yitip gitmeyi reva görüyor. Bu cinayetler sanki kanıksanmış, her ay en az 180- 200 kardeşimiz aramızdan ayrılıyor, buna karşı çıkan, tepki gösteren üş,beş kurumdan başka ses çıkaran yok. 180 işçi arasında sadece 4 ü sendikalı, geri kalan 176 arkadaşımız güvencesiz ve savunmasız. Bu işçi katili düzende bırakın ekmeğimizi büyütmeyi, hayatta kalmak için bile sendikalı olmaktan, örgütlü olmaktan başka çare yok.
Her zaman söylüyoruz, yaşanan iş cinayetlerinin yüzde yüz hepsi önlenebilir nedenlerin sonucu yaşanıyor. Mevsimlik tarım işçileri traktör, kamyon kasalarında değil de, standartlara uygun servis araçları ile iş yerlerine gitse ağustos ayında en az 59 arkadaşımız bugün ailesi ile yan yana olacaktı. Yine inşaatlarda koruyucu tedbirler alınmış olsa, patronların üç kuruş karı için yaşamlarını yitirmeyeceklerdi. Bazı örnekler var ki insanın kanı donuyor. Maliyeti 7 lira olan bir halat olmadığı için gencecik bedenler yaşamını yitiriyor. 10 liralık baret olmadığı için ölüyor.
İş cinayetlerinin yaşandığı iş kollarının en büyük ortak özelliği güvencesiz olması
Sendikal örgütlenmelere baktığımızda büyük bir çoğunluğu ağır sanayi işletmeleri, uluslararası tekellere bağlı işletmeler ya da kamu işyerleri, belediyeler. Bu işletmelerde bile güvencesiz olan taşeron örgütlenmesi güçlükle gerçekleştirilmiş durumda. Ücret ve aidat geliri üzerine kurulu olan sendikal anlayış taşeronun yaygınlaşmaya başladığı 2000li yılların başında taşeron işçiyi üye bile yapmıyordu. Burada sayıları çok az olan onurlu ve mücadeleci sendikaları saymazsak tabi ki de.
İşçiler haklarını büyütmek, kazanımlarını geliştirmek için ilk önce adı sendika olan sözde işçi örgütlerine kendini kabul ettirmek zorunda kalıyordu. Hafızalarımızı zorladığımızda taşeron işçilerin sendika şubesi basması, sendikaları zorlaması örnekleri yaşanmıştı. Aynı işyerinde aynı işi yapan kadrolu işçinin sendikalı, taşeronun sendikasız olmasını bile dert etmeyen sendikal anlayış hal böyle iken güvencesizleri örgütlenme çabasına girmeyip destekt de vermiyor. Tabiri caizse seyrediyor. Kaba bi bakış oldu ama ne yazık ki gerçek böyle. Toplu sözleşme yapılamayacak iş koluna, aidat gelmeyecek işyerine bu anlayışlar çaba harcamıyor. Burada işçiler ölüyor, Ortaçağ karanlığında yaşıyor, çalışıyor umurunda olmuyor, yaşamını yitirenlerin can değil alt alta toplanan sayıdan ibaretmiş gibi anlaşıldığı görünüyor. Aynı mesele hükümet ile yapılan asgari ücret pazarlıklarında da karşımıza çıkıyor. Milyarlarca lira maaş alan sendika patronları açlık sınırının altında asgari ücrete ses çıkarmıyor. Burada da şunu görüyoruz, bunlar aslında isçilerin çıkarını koruyan sendikalar ve sendika yöneticileri değil. O koltukları işgal eden sermaye işbirlikçileri. Tabelasında işçi sendikası yazıyor diye işçi sendikası olmuyor. İşçinin çıkarına olmayan her kurum karşı tarafa, sermayeye hizmet ediyor. 15 milyona yakın sigortalı çalışanın sadece yüzde 10’unun sendika üyesi olmasına rağmen geri kalan milyonların esaret altında yaşamasına sebep olanlar ölümleri de seyrediyor.
Kendi ipimizi kendimiz kesecek, bu gidişi değiştireceğiz. Bu görece ayrıcalıklı iş yerlerinde, işkollarında değil, geride kalan güvencesiz çalışan milyonları örgütleyerek, onların işbirlikçiliğini de teşhir ederek bu düzeni değiştireceğiz. Bu sadece bizim gibi her işkolunda yer alan mücadeleci sendikaların yapacağı, kotaracağı bir iş değil maalesef. Diğer toplumsal dinamikler, siyasi çevrelerle buralarda yürüteceğimiz birlikte mücadele ile gerçekleşecek.
En fazla iş cinayetinin yaşandığı sektörler inşaat ve mevsimlik tarım işçileri başta olmak üzere güvencesiz çalışılan tüm sektörlerde devletin ve patronların. İşçileri daha rahat kontrol edebilmek, bölüp parçalamak için yaratılan taşeron cenderesinden kurtarılmalı. Buralara baktığımızda işçilerin büyük kısmının genellikle kendi içinden çıkan taşeronlarla, dayı başlarıyla bu çarkın dişlileri arasında sömürüldüğüne şahit oluyoruz. Biraz önce yukarıda saydığımız işbirlikçi sendikalar aracılığıyla nasıl işçi sınıfı esaret altına alınıyorsa buralarda da kendi içinden çıkan taşeronlar eliyle esaret altına alınıyor. Bu esaretin sonucu iş cinayetlerinde ölmeye devam ediyoruz. Ülkenin son 15- 20 yılında palazlanan şirketlerine büyüyen sermaye gruplarına bakalım, altından hep ölüm çıkıyor. İki tane yol var karşımıza çıkan; ya ölüm sırasının bize gelmesini bekleyeceğiz ya da bu gidişatı değiştirmek için örgütleneceğiz. Mücadele edeceğiz. Bizler ikinci yolu seçtik. Mücadele edecek,bu karanlığı yırtacağız. Yaşamı savunacağız…