“Kaza değil cinayet” . Son dönemlerde çok sık duyulan bir slogan. Slogan olmaktan çok öfkeli bir haykırış haline gelmiş durumda. Çünkü işçiler kaza süsü verilmiş cinayetlerde sürekli bir şekilde öldürülüyor. İşçiler ölmüyor, öldürülüyor. İnşaat şantiyelerinde, madenlerde, atölyelerde, tıka basa dolduruldukları işçi servislerinde işe yetişmeye çalışırken, yani çalıştıkları, yaşamlarını sürdürmeye çalıştıkları her yerde katlediliyorlar. Kaza süsü verilmiş işçi cinayetleri artarak devam ediyor ve bu sürek avı tüm cinayetlere rağmen yavaşlamadan sürüyor.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde kaza, “İstem dışı veya umulmayan bir olay dolayısıyla bir kimsenin, bir nesnenin veya bir aracın zarara uğraması” olarak tanımlanıyor. Resmi ve gayrı resmi raporlara göre yaşanan iş cinayetlerinin %98-99’u öngörülebilir ve önlenebilir sebeplerden kaynaklanıyor. Kaza adı verilen ölümler basit tedbirlerle engellenebilecek iken işçiler ölüyorsa bu durum, kaza olmaktan çıkıp kasten ve bilerek insan öldürme tanımına yani cinayete girer, zira bir şeyin kaza olabilmesi için öngörülemez ve önlenemez bir karakterinin olması lazım. Oysa yasal mevzuata göre, denetim sorumluluğu dâhil çalışma ortamının nasıl güvenli hale getirileceği yasalarla belirlenmiş durumda ve bu kurallara uyulsa işçi cinayetlerinin çok büyük bir kısmı engellenebilecek. Ortada duran çıplak gerçek gösteriyor ki işçiler bilerek ölümüne çalışmaya zorlanıyor ve bilerek öldürülüyor.
Dünyada her 3 dakikada bir iş kazası, her 4 saatte bir de ölümlü iş kazası meydana geliyor. İş kazalarının yüzde 98’lik kısmı işveren ve personel ihmalinden kaynaklanırken, yüzde 50’si çok kolay önlenebilir kazalardan oluşuyor. Türkiye ölümlü iş kazalarında El Salvador ve Cezayir’in ardından dünya üçüncüsü, Avrupa’da ise başı çekiyor. AKP döneminde işçi cinayetlerinde korkunç bir artışın yaşandığı görülüyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre her 100 bin işçiden 16,8’i işçi cinayetine kurban giderken, bu oran 2006 yılına geldiğinde devasa bir şekilde artarak 20,5 işçiye yükselmiş. 2012-2013-2014-2015-2016 ve 2017 yıllarında çalışan 100 bin işçiye karşı ölüm oranı 20,06 olarak gerçekleşmiş. 2002 yılında 878 işçi cinayeti sayısı 2018 Ekim ayında en az 177 yılın ilk on ayında ise en az 1640 olarak gerçekleşmiş. AKP’nin 16 yıllık iktidarında yaşamını yitiren işçi sayısı 20 bini aşmış durumda ve bu sayıya silikozis gibi meslek hastalıklarından dolayı hayatını kaybeden işçiler dâhil değildir. Patronlar için ülkeyi ucuz işgücü cennetine çeviren AKP, işçiler için tam bir cehennem yaratmış bulunuyor.
Durumun vahametinin anlaşılması açısından bir kıyaslama yapmak faydalı olacaktır. 1919 yılında Anadolu’da başlayan ve 3 cephede yürütülen kurtuluş savaşı boyunca bütün cepheler dâhil, muharebe meydanlarında 9167 asker hayatını kaybederken Irak’ta 9 yıl süren ABD işgalinde 4 bin 747 Amerikan askeri hayatını kaybetmiştir. Rakamlar işçi cinayetlerinin boyutunun görülmesi açısından vahimdir. İşçiler ekmek parası uğruna işe değil, savaşta cepheye gitseler bu kadar kayıp vermeyecekler.
Uzun süredir işçi cinayetlerinin sebepleri üzerine çalışmalar yapılıyor. Neo-liberal üretimin ve esnek çalışmanın sonuçları, taşeron ve güvencesizlik, yasal mevzuatın göstermelikten öte geçmemesi gibi pek çok sebep peş peşe sıralanabilir. En önemli sebeplerden birisini işçi cinayetlerinin cezasız kalmasının oluşturduğu vurgulanarak ülkede işçi kanının patronlar için sudan ucuz olduğu, patronların cinayetlerden kendileri için yemek parası bile olmayan kan parası vererek kurtulduğu, cinayetin sorumluluğunun formenlere, iş güvenlikçilere çıkarıldığı söylenebilir. İşçinin ölümüne çalışmak ile işsiz kalmak arasında sıkıştığı söylenebilir. Fakat tüm bunlar bile işçilerin neden bu kadar kolay ölümü kabullendiği olgusunu açıklamaya yetmez.
Ne yazık ki hem işçiler, hem sendikalar, hem de sosyalistler günde 4 işçinin hayatını kaybettiği bu cehennemde, sadece toplu veya medyaya yansıyan ölümlerde sesini çıkarmakta, bireysel ölümler sadece istatistikler için bir rakam olmaktan öteye geçememektedir. Tepki ise vicdanlara seslenen mağduriyet dilinin ötesine geçmemekte, kaba, cılız protestoculukla sınırlı kalmaktadır. AKP patronların partisidir ve tüm siyasal uygulamalarında olduğu gibi işçi cinayetlerinde de sınıfsal rolünü oynamakta, patronlardan yana tavır almaktadır. Patronlar işçi cinayetlerinde cinayetten, denetimle görevli kamu görevlileri yardım ve yataklıktan yargılanmadığı, esnek çalışma ve taşeron son bulmadığı sürece işçiler aynı hızla öldürülmeye devam edilecektir. Elbette bu cinayetlerin temel sorumlusu patronlar ve onların hükümetidir. Ancak kabul edilmelidir ki onlar patronlar ve patronların temsilcileridir. Onlardan işçilerin yararına bir şeyler beklemek safiyane bir tutum olacaktır. Sorulması ve cevaplanması gereken soru basittir. İşçiler neden bu kadar kolayca ölüme razı geliyor? Neden bilerek ölüme tepkisiz razı oluyor ve neden yer yerinden oynamıyor? Tabi ki bu soruya esas cevap vermesi gerekenler sendikalar ve sosyalist hareketlerdir. İşçi cinayetleri ancak işçi sınıfı sesini yükselttiğinde, tepkisini ortaya koyduğunda azalır, ancak sosyalizmle ortadan kalkar.