Tarihe bakmadıkça bugünü görmek ve gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak ve buna göre tutum geliştirme imkânı söz konusu değildir. İnsanın ortaya koyduğu her türlü başarı ya da başarısızlıkların, kazanımların ya da kaybedişlerin bir tarihi vardır. Bu bağlamda tarihe, tarih bilinciyle bakmak bize yaşadığımız zamana eleştirel bakma olanağı verir. Bu aynı zamanda özgürleşme, insanın insan olarak yaşama olanaklarının gerçekleştirilmesi yönünde politik bir yaklaşımı da içerir. Bu nokta da toplumsal bir varlık olarak insanın üretim ve tüketim ilişkileri çerçevesinde ortaya koyduğu birliktelikler, örgütlenmeler ve eylemler, tarihsel bir bakışla incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken önemli tarihsel-kültürel miras olarak anlaşılabilir.
Tarihsel ve kültürel miras ve geleneğinin önemli unsurlarından biri de işçi hareketleri tarihidir. Osmanlı’dan günümüze Türkiye’de işçi hareketinin tarihi de toplumsal serüvenimizde hatırlanması ve gündemde tutulması gereken önemli unsurlar içermektedir. Tarih bilinci ve toplumsal hafızası bakımından sorunlu bir toplumda, gerek felsefe, bilim ve sanat, gerekse toplumsal mücadeleler tarihi konusunda belirli tarihsel kavrayış ve anımsatmaya yönelik bilgi tazelemek önemli bir husus olmaktadır. Bu süreçte, işçi hareketinin tarihi seyrini araştırıp günümüzle bütünleştirmek de tarihi bir görevdir. O halde bu konuyla ilgili sorulacak birçok soru vardır ki ilk olarak sorulacak sorulardan biri, yüzyılı aşan bir geçmişi olan işçi hareketinde bir süreklilik olup olmadığıdır. İşçi hareketinin tarihi, ülkenin nereden nereye geldiğinin ve nereye gideceğinin de tarihidir.
Baskılar, yasaklamalar kadar bir başkaldırının, dayanışmanın ve direnişin de tarihidir. Fakat açığa çıkan sonuç şu oluyor, Söz konusu bu hareketin tarihi hem süreklilikler hem de kesintiler içerir. Çünkü süreklilik katii olsaydı bugün içinden geçtiğimiz böylesi bir süreçte İslami- muhafazakâr kesimin sözcülüğünü yapan Erdoğan “Biz OHAL ile grevleri kolaylıkla erteleyebiliyoruz” deme cüretini kendinde bulmaz, bir kez daha bu hareketin ya da direnişinin sekteye uğratılacağını açıktan ifade etmezdi. Fakat dile getirdiği yetmezmiş gibi son iki yıla baktığımızda aynı zamanda bunu pratiğe de koyduğunu görmekteyiz. Özcesi, kendi sömürge rejimi için işçi hareketini ve açığa çıkaracağı toplumsal hafızayı silmeyi öncelikli hedef edinmiştir.
İnsan ve toplum açısından geçmiş varlık sebebini oluşturur. Bir yerde insanın varlığının tartışmaya konulması demek bile o insanın yok sayıldığı anlamına gelir. Fakat bugün yaşadığımız koşullarda insanın varlığının yerini devletin bekası, varlığını devam ettirmesi için gerekli olan hak, adalet ve hukuk’ un yerini ise bireyin ya da tekellerin çıkarları almıştır. Öyle ki modern Dehaklar sadece kendi yaşamlarının devamı için binlerce can alıp, kendini yaşatır kılmaktadırlar. Yani insanın varlığı insan olduğu için önem arz etmek yerine, sağladığı kar oranında önemlidir. Varlığıyla değil neden var olması gerektiği bakış açısıyla ele alındığı için insan bir metadan fazla bir değer ifade etmemektedir.
Son açıklanan verilere göre Türkiye de Haziran ayında yaşamını kaybeden işçi sayısı 149; bunlardan 9’u kadın, 140’ı erkek, 2’si 14 yaşın altında olmak üzere 6’sı çocuktur. 2018’in son altı ayında ise yaşanan işçi ölümleri 907’dir. İşçi ölümleri Türkiyede her geçen gün artmakta ve bu ölümlerin içinde kadın ve çocuk sayısı ise azımsanmayacak bir yer tutmaktadır. İşçilik adıyla bir sektörün varlığı dahi o yerde emek sömürüsünün varlığının en büyük kanıtını oluşturmaktadır. Kapitalist sistemin modern dünyasında, fayda verecek şeyler ve faydalanacak kişiler perdeli bir sınıf anlayışıyla kendi ideolojisini kurgular ve de uygularlar. Bu ideoloji doğrultusunda yapılacak her şey mubahtır ve sonucunda yaşanan hiçbir şey (özellikle olumsuzluklar) tartıştırılamaz.
Tartıştırılmaması için de kılıfına bir güzel uyduruluyor. Bunu en somut örneği 3. Havalimanı şantiyesindeki uygulamalar nedeniyle işçilerin ayaklanmasına yaklaşımdır. Bu şantiyede yaşanan 400 işçi cinayetinden sonra, uygulamalara başkaldıran işçilerin nerdeyse hepsi gözaltına alınmış, bunlardan 41’i tutuklanmıştır. Fakat şu ana kadar bu ölümler için hesap verilmemiş hatta hiç dillendirilmemiştir. İşçilerin ayaklanması ise bir suç olarak ele alınmış ve bunlardan 24’ü tutuklanmıştır. Yapılan bu uygulama ile devlet işçilerin en doğal hakkı olan grev hakkına müdahale etmiş ve bu durumu dahi bir suç olarak değerlendirerek kılıfına uydurulmuş ve işçi hareketinin direngen yapısını sekteye uğratmaya çalışmıştır. Emeğin, emekçinin ve insan onurunun bunca horlandığı bir zamanda gerçek ortadadır, yaşanan bu cinayetlerin tek katili vardır o da; Erdoğan ve onun rejimidir. Bunu böyle ifade etmek, tarihe önemli bir anekdot düşmek olacak…