İlknur Birol*
Emeğin dünyasında eskilerin deyimiyle kırk yılın çarşambası bir araya geldi. Bir yandan son 30 yılda özelleştirmelerle başlayıp taşeron çalıştırmayla yaygınlaşan, pandemi döneminde yerleşik hale gelen güvencesiz çalışma rejiminin yarattığı yıkım. Diğer yandan da ekonomik krizin fatura ve harcamaların yükünü arttırdığı ücretleri erittiği koşullarda insanca yaşamaya yetecek ücret ve buna uygun ücret zammı talebi dalga dalga yayılan işçi direnişlerini başlatmış oldu. Trendyol, Migros Depo, Yemeksepeti, Hepsijet, Scotty, Alpin Çorap, Beks Çorap, Özak Tekstil, Uğur Tekstil, Farmplas, Kayı İnşaat… İsimlerin yanına her gün yenisi ekleniyor.
Son 10 günde İstanbul’dan Antep’e uzanan, 1 Aralık’ta 16 farklı kentte binlerce işçi, işyerinde direnişte. Direnişlerin hemen hemen hepsinin ortak talebi insanca koşullarda yaşamaya yetecek kadar ücret alabilmek. Bu talebin pandemi döneminde stratejik önemi ,artan ve “esnaf kurye” modeli ile belirginlik kazanan yeni tip güvencesiz çalışmanın yoğun yaşandığı perakende ve lojistik sektöründen yükselmesi elbette şaşırtıcı olmadı. Öte yandan direnişlerin yoğunlaştığı bir diğer sektör ise çorap fabrikalarının belirgin olarak öne çıktığı tekstil işkolu.
Pandemi son 30 yılda inşa edilen güvencesiz çalışma rejimine yeni bir nitelik kazandırdı. Uzaktan çalışma, evden çalışma gibi çalışma modelleri yaygınlık kazanırken perakende-lojistik, enerji, sağlık ve bakım gibi sektörler stratejik olarak önemli hale geldi. Güvencesiz çalışma dünyada da Türkiye’de de kadın emeği üzerinden yerleşik hale getirildi. Kayıtdışı çalışma başta olmak üzere düşük ücretlerle, iş güvencesinden yoksun çalışma toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikten güç alarak kadın emekçiler için erkek emekçilere nazaran daha yaygın. Çalışma düzeni de yaşamın her alanı gibi erkek egemen bir anlayışla ve toplumdaki her türlü eşitsizliği yeniden üreterek kuruluyor. Ve bu düzen de emeği daha değersiz olan kadınlar, göçmenler ve toplumdaki eşitsizlikten nasibini alan tüm kesimler oluyor. Emeğin daha değersiz olması demek biz kadınların daha düşük ücretlerle, daha ağır koşullarda çalışmak zorunda kalmamız demek.
Pandemide stratejik hale gelen sektörlerin çoğu da ucuz kadın emeği üzerine yükseliyor. Sağlık, bakım hizmetleri, perakende sektörünün satış ve satış sonrası hizmetleri, depo hizmetlerinin bir kısmı kadınların ağırlıkla istihdam edildiği alanlar. Çünkü bu sektörlerde ücret düzeyleri düşük, işler geçici veya parça başı olabiliyor.
Şu anda tüm ülkeye yayılan direnişlerden öne çıkan kargo kurye sektörü erkek işçi profilinin ağırlıkta olduğu sektörler olsa da onlarla bağlantılı işlerde çalışan yüzbinlerce kadın işçi var. Bu yazı kaleme alınırken halen süren Migros Depo direnişinde, 10 gün kadar önce Gebze Farmplas Fabrikası’nda gerçekleşen işyeri işgal eyleminde kadın işçilerin direnişin en ön safında olduğuna tanık olduk. Bu durum güvencesizlikle eşitsizliğin iç içe geçtiği çalışma koşullarının odağında olan kadınların bu düzene karşı isyan odağında olduğunu gösteriyor.
Bu sektörlerden daha farklı olan ve geleneksel bir işkolu olarak tanımlayabileceğimiz tekstil sektöründe de başta çorap fabrikaları olmak üzere çok sayıda işyerinde direniş var. Bu direnişlerin ana aktörünün kadın işçiler olduğunu görüyoruz. Ucuz işgücünün temel stratejik unsur olduğu tekstilde ağırlıkla kadınların çalışması şaşırtıcı değil. Tüm dünyada ve Türkiye’de güvencesizlik rejiminin en tipik örneklerinden birisi teksti sektörüdür. Kayıtdışı, parça başı çalıştırma, düşük ücretler bu sektörün adeta olağan şartları. Haliyle tekstil dünyası kadın, çocuk ve göçmen işçilerin emeği üzerine kurulu. Bu sektörde ücret düzeyleri o kadar düşük ki örneğin direnişin yapıldığı Alpin Çorap fabrikasında yüzde 60’lık zam talebi kabul edildiğinde bile alınan ücretler asgari ücretin biraz üzerine ancak çıkabiliyor. Hal böyle olunca tekstilde yükselen direniş dalgasının kadın işçilerin isyanı olduğuna inanıyorum. Alpin Çorap fabrikasından gelen fotoğraflarda birbiriyle yan yana duran, el ele tutuşan direnişçilerin neredeyse tamamının kadınlar olduğunu gördük. Üstelik birbirleri ile kurdukları dayanışma eylemlerinden birbirlerine olan fiziksel desteğe kadar her hal ve hareketlerine yansımıştı.
Bir yandan işyerlerinde emekçilerin yaktığı bu çoban ateşi bir yandan Türkiye’nin dört bir yanından yükselen faturalara karşı kitlesel halk yürüyüşleri dipten gelen bir dalganın habercileri olarak yorumlanabilir. Bu direniş biçimlerinin tümü yeni döneme ait izler de taşımaktadır. Sınıf mücadelelerinin bu döneme ait yüzü yavaş yavaş belirginleşmeye başlarken kadınların yoksullaştırma, emeklerinin güvencesizleştirilmesi -değersizleştirmesi ve kendilerine yönelen her tür şiddete karşı mücadeleleri de bu dalganın içinde büyüyor, büyüyecek.
Artık katlanılmaz hale gelen yaşamın bütün zorlukları kadın isyanı, direnişi, aklı ve örgütlenmesiyle mutlaka aşılacaktır. Birlikte değiştirme gücünü keşfeden kadınların “kendi zamanlarını” inşa edeceği bir çağın başındayız. Emeklerine, bedenlerine, topraklarına ve geleceklerine sahip çıkanların yürüyeceği bu yol umut dolu.
Tarihe sıra bizde diyen büyük bir sesin ilk tınılarına ses ve omuz verelim.
* HDP İstanbul İl Eşbaşkanı