Sinan Ateş davasıyla tekrardan gündeme gelen Ülkü Ocakları sorunları devam ediyor. Ülkü Ocakları’nı değerlendirirken geçmişteki eylemlerini, işledikleri suçların kimler tarafından organize edildiğini, devletin içindeki hangi birimler tarafından korunduğunu, KKTC’deki konumu, mafya ilişkileri, uyuşturucu trafiğindeki işlevi hepsi masaya yatırılmalıdır ki, ülkenin suç örgütü yapısı ortaya çıksın. Sarkık bıyıklı elinde devletin silahı olan memur tabakası (özel harekâtçılar, polisler, korucular, mafyalar, askerler ve bürokrasi ayağı) adeta astığım astık kestiğim kestik anlayışıyla görev yaparken kanunsuzlukları da üst seviyelere çıkmıştır. Hatta bu grup içinde olanlar cezaevlerinden özel kanun çıkartılarak serbest kalmışlardır. Bu coğrafyada etnik kökenli insanların yaşadığı katliam ve asimilasyonlarda bu grupların konumları ve yaptıkları çok önemlidir. 1915’lerden ve 1938’lerden başlayarak günümüze kadar olan olaylarla yüzleşilirse geleceğin önü açılmış olur. Dünya bizi “faili meçhuller” ülkesi olarak tanıyor. Bu cinayetler işlendikçe ünümüze ün katıyoruz maalesef. Sinan Ateş cinayetini işleyen kişi suç makinesi adeta ve yakalanmamış. Onun şoförlüğünü yapanlar özel harekât polisleri, koruyanlar milletvekili, evi de Ülkü Ocakları, bundan daha açık bir organize suç olur mu? Bugün bile bu cinayetle ilgili yapılan açıklamalar kan dondurucu. Bakalım Sinan Ateş davasında suçlular nasıl bir ceza alacaklar ve ne zaman cezaevinden çıkacaklar. Kendilerini üstün bir ırk olarak gören ve bu anlayışla ülkeyi yöneten insanlar suç işlemeye devam ettikçe ülkemizde ne adalet olur ne de huzur. Artık “demokratik bir ülkede MHP kapatılmalıdır” diyen insanlar, yazarlar var.
Bu ülkenin diğer bir gerçeği de inançların nasıl yaşandığı konusudur. Milyonlarca Alevi insanının olduğu, bir o kadar da gayrimüslimlerin yaşadığı bu topraklarda bu inanç sahibi insanların çekmediği kalmadı. En canlı örnek olarak Diril çiftinin başına gelenleri bilmek yeterli. Keldani bir aile olarak Beytüşşebap’a bağlı Kovankaya köyünde yaşarlar. Köy boşaltmalarında onlar da nasibini alırlar ve İstanbul’a taşınırlar. Yakın bir zamanda köylerine geri dönerler ama aile içindeki husumetten ve köydeki bazı kişilerin de içinde yer aldığı bir olay yaşanır. Esasında olayın nedeni, köye dönen aileye gözdağı vermek ve araziye el koymak. Şimoni Diril’in iki ay sonra cesedi bulunur. Hürmüz Diril’den halen haber alınamamıştır. Üç kişi de müebbet hapis cezasıyla yargılanırken, iki kişi hakkında beraat kararı verilir. Ayrıca akraba olan kişi de birçok defa tutuklanır ve serbest bırakılır. Şu anda Apro Diril cezaevinde, korucu Behçet Öztunç ve arkadaşı İsmail Yıldız serbest. Dava istinafta devam ediyor.
6-7 Eylül olaylarının arkasındaki planı üst düzey devlet yetkilisi övünerek anlatmıştı. O gün yaşanan vahşeti uygulayanlar halen hafızalarımızda. Neredeyse Rumların kökünü kazıdılar, mallarına mülklerine el koydular. Rum asıllı milli futbolcu Lefter, “Bir gün evvel omuzlardan inmiyordum ama şimdi yaşadıklarım utanç verici” diyordu. Burada yaşananlar hem ırka ve hem de inanca karşı olan bir saldırıydı. Irkçılığı ve inancı kendi çıkarları için kullanan kurum veya kişiler insanlığa karşı en ağır suçla yargılanmalıdırlar.
Bazı yetkililerin açıklamaları da hayret verici, “T.C. devleti demokratik, hukuk ve laik bir cumhuriyettir” diyorlar. Yahu ilk önce ülkede yaşananlara bir baksınlar. Demokrasi yok, hukuk yok, cumhuriyeti ortadan kaldırma teşebbüsü var ve laiklik düşmanlığı yapılıyor. Adalet Bakanı hukuka baksın ne halde, Milli Eğitim Bakanı müfredata baksın neler yapıldığı ortada. Konuşulanlarla icraatlar birbirine uymuyor. Okullarda her geçen gün seçmeli ders adı altında çoğalan din dersleri eğitim sistemine nasıl bir darbe indirildiğinin bir göstergesidir. Bu iktidarın niyeti açık ve bellidir. Bu sistemin yaygınlaşmasına neden olanlar da muhakkak yargılanacaklardır. Nasıl ki, suyun olmadığı yerde yaşam olmaz, ülkemizde de güven ortamı olamadığı müddetçe huzur ortamı olmaz.