Seçim süreçlerinde Türkiye’de milliyetçiliğin, ırkçılığın yanında etnik, dini farklar kaşınarak toplum kutuplaştırılır. Bunu defalarca yaşayarak tecrübe edindik.
Ümit Özdağ’ın HDP’ye oy vereceğini söyleyen genç bir kadına, “hiç de katile benzemiyorsunuz” sözlerinden sonra ırkçılık yeniden tartışılmaya başlandı.
Meseleyi sadece Ümit Özdağ’ın son zamanlardaki ırkçı ve faşist sözlerinde aramamak gerekir. Irkçılık tıpkı faşizm gibi bir düşünce ve bu düşünce günümüzde olmak üzere Türkiye’de yüz yıldır iktidarda.
Türkiye’de Kürtlere karşı geliştirilen her ırkçı saldırı sonrasında sosyal medyada Malcolm X’in “Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır” sözleri dolaşıma sokularak yanlış bir okuma yapılır.
Durum böyle okunduğunda yaşananların üstü örtülür ve olay yumuşatılır. Ne de olsa hasta insan, yaptığı bir şeyden sorumlu tutulamaz. Sonuçta hastadır o. Halbuki gerçek bu değil. Mesele ne psikolojik bir hastalıktır ne de sadece bir kişi ile ifade edilebilir.
Irkçıları birer ruh hastası olarak nitelendirmek, ırkçılığı hafife almak, hatta yapılanları kaçınılmaz bir sonuç olarak görmek anlamı taşır. Sormak lazım, Almanlar Hitler’i psikolojik bir hasta olarak mı değerlendiriyorlar? Tabii ki hayır.
Malcolm X’in aksine, Irkçılık psikolojik bir hastalık değil, Türkiye’de Kürtlere karşı sistematik olarak geliştirilen en tehlikeli ve barbar bir ideolojinin belli zamanlarda bazı kişilerde açığa çıkma halidir.
Irkçılığın ontolojik kökenlerinden bahsetmeyeceğim. Herkes bilir ki ulus devlet anlayışı farklılıkları zenginlik olarak görmek yerine, kendi varlığı için bir tehdit sayar.
Bu anlayışın bir yansıması olarak Türk devleti yüz yıldır Kürtler başta olmak üzere “ötekileri” içinde bulunduğu tüm olumsuzlukların sebebi olarak nitelendirdi. Kürtlere karşı sürekli bir nefret örgütledi.
Türkiye’de ırkçılığın nasıl alan bulduğunu anlamak için Cumhur İttifakı sözcülerinin kullandıkları dile bakmak yeterli. Kürt halkına ve değerlerine karşı hakaret etmedikleri tek bir gün yok neredeyse. Onlar için Kürde vurmak günlük sıradan bir olaya dönüştü.
Neden ırkçılığa tıpkı Malcolm X gibi psikolojik bir hastalık demememiz gerektiğine gelecek olursak;
Irkçılığa hastalık dediğimizde; Kürtlere karşı geliştirilen katliamların esas nedenini ve yüz yıldır inşa edilen Kürt düşmanlığını göremeyiz.
Irkçılığa hastalık dediğimizde; yapılanları devletin bilinçli bir politika olarak inşa ettiği bir ideoloji olarak göremeyiz.
Irkçılığa hastalık dediğimizde; meselenin ciddiyetini törpüler ve ırkçılığı hafife alırız.
Unutmamak gerekir ki hiç kimse ırkçı olarak dünyaya gelmez. Bir genetik aktarım söz konusu değil. Biyolojik bir kökeni yok, haliyle babadan oğula kalıtsal olarak da geçmez. Irkçılık, “psikolojik bir hastalık” ya da “doğal, doğuştan var olan” bir özellik değildir.
İşte bu yüzden ırkçılığa psikolojik bir hastalık demek yanlış bir okuma olur. Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı bir devlet politikasıdır.
Irkını, kültürünü, dinini, toplumunu ötekinden üstün görme ve ötekine yaşam alanı tanımama üzerine kurulu bu bakış açısını “tedavi edilecek bir hastalık” olarak görmek doğru değil. Kürtlere karşı geliştirilen bilinçli ırkçı söylem, kişilerin hastalıklı bir bünyeye sahip olmasından dolayı açığa çıkmıyor.
Yani Ümit Özdağ gibilerinin sözlerinde açığa çıkan ırkçı, faşist eğilimlerin kökenleri ulus devlet sisteminde yatıyor. Ve bu sistem iktidarlar değişse de yüz yıldır Türkiye’de Kürtlere karşı sistematik bir biçimde örgütlendiriliyor.