ABD’nin Minneapolis kentinde 46 yaşındaki George Floyd’un ‘nefessiz’ bırakılarak kameralar önünde öldürülmesinin yankıları büyüyerek devam ediyor. Elleri cebinde boğazına basarak keyfi bir cinayet işleyen polis Derek Chauvin şimdilik tutuklu ama yanındaki diğer 3 polisin akıbetine dair bir şey yok. Bu cinayet sonrası başlayan halk isyanı ise onlarca şehirde büyük eylemler olarak devam ediyor. Bu yazıyı yazarken (Pazar) ülkedeki 8 eyalette, destek için Ulusal Muhafız birlikleri göreve çağrılmış, 16 eyaletteki 25 şehirde de gece sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş durumda. İsyan dalgasının kendi sarayına yaklaştığını düşünen Trump, utangaç bir ses tonu ile ‘olmamalıydı’ dedi. Oysa bu konuda kendisinin faşist fantezilerini bilmeyen yok. Çünkü onun ırkçı destekçileri bu sözler söylenirken silahları ile sokağa inmiş, araçlarından çıkardıkları oklar ile halka saldırdıkları anların görüntüleri medyada dolanıyordu.
Sosyal medyaya inanılmaz görüntüler düşüyor. Bu görüntülerden anlaşıldığı üzere polis şiddeti tavan yapmış durumda ve bu durum önümüzdeki günlerde de daha çok konuşulacaktır. ABD’de tekrar güncel hale gelen bu ırkçılık konusu elbette yeni değil, son da olmayacak. Beyaz üstünlüğünün, ayrıcalığının verdiği imtiyazlar silsilesi çok kısa süre sonra yepyeni nefessiz görüntüler sunacaktır dünyaya.
Floyd şahsında, tesadüfen üç ay önce okuduğum bir kitabı tekrar açıp notlarıma bakma gereği duydum.
Ta Nehisi Coates, beyaz ırkçılığı en iyi anlatan siyahi yazar ve gazetecilerden. “Dünyayla Benim Aramda” (Monokl Yayın.) adlı kitabı oğluna yazdığı bir mektuptan oluşuyor ve içeriği son derece doyurucu, nettir. Coates ırk, ırkçılık, beyaz ve siyah insanın tanımını çok net ve sade yapıyor. Kitabın büyük yankı uyandırması da bundan olsa gerek! Diğer bir sebep, kendi çocukluğu döneminden alıp bugüne kadar getirmesi ve duygularına tarihsel momenti de somut olarak yerleştirmesi olabilir. En azından bu iki hat benim için önemliydi.
Peki Coates bu kitabında ne diyor? Aktüaliteye nasıl bir ışık tutuyor?
Aslında özetle son 300 yıllık kölelik kurumunun, doksan yıllık Jim Crow yasalarının, otuz beş yıllık ırkçı konut politikasının ve sözde eşit sayılan yıllarda derinleşen ırkçılığın hesaba katılmadan Amerika’nın asla Amerika olmayacağını söylüyor. Coates’e göre Amerikan tarihinin kendisi, beyazın tarihidir ve talan ile şiddet üzerine kuruludur. Bu şiddeti uygulayanlar asla ceza almaz.
Coates bu ırkçı imhacıların durumunu ve cezasızlık politikasını oğluna şöyle anlatıyor:
“İmhacılardan nadiren hesap sorulur, çoğunlukla emekli maaşı bağlanır onlara. Ve imha; üst araması, gözaltı, dayak ve aşağılama gibi imtiyazları bir egemenlik tarzının yalnızca en yüksek biçimidir. Bütün bunlar siyahiler içinse sıradandır. Ve bütün bunlar siyahiler için eskiden beri böyledir. Kimseden hesap sorulmaz.
Bu imhacılarda ya da bu anda hiç de eşsiz bir kötülük yok. İmhacılar yalnızca ülkemizin kaprislerini, mirasını ve terekesini, doğru bir şekilde yorumlayarak icra eden adamlardır. Bununla yüzleşmek zordur ama bütün ifadelerimiz-ırk ilişkileri, ırk uçurumu, ırksal adalet, ırk profilleme, beyaz ayrıcalığı ve beyaz üstünlüğü-ırkçılığın bağra inen bir deneyim olduğunun üstünü örtmeye yarar, beyinleri yerlerinden eden, hava yollarını tıkayan, kası yırtan, organları çıkaran, kemikleri çatlatan, dişleri kıran bir deneyim. Bunu asla gözden kaçırmamalısın. Sosyolojinin, tarihin, ekonominin, grafiklerin, gerilemelerin hepsinin, büyük bir şiddetle bedenin üstüne indiğini hep hatırlamalısın.”
Şimdi ırkçılığın tanımına gelebiliriz.
“Irkçılık, insanlara yüzeysel özellikler yükleyip sonra onları aşağılamak, indirgemek ve yok etmektir.
Irk, ırkçılığın evladıdır, babası değil. Halkı isimlendirme süreci ve daim soy bilimsel ve fizyonomik bir meseleden ziyade, hiyerarşik bir mesele olmuştur. Renk ve saç farklılığı eskiye dayanır ama renk ve saçın üstünlüğüne olan inanç, bir toplumu doğru biçimde organize edebileceği ve daha derin ve silinemez karakterlere işaret ettiği düşüncesi – bu, beyaz olduklarına umutsuzca, trajik bir şekilde ve sahtekârca inandırılarak yetişen o yeni insanların kalbindeki yeni düşüncedir. Bu yeni insanlar bizim gibi modern bir icattır.”
Beyaz adamın kalbindeki icat, değişmez düşünce siyahın kötülük, kölelik imgesidir.
“Oysa kölelik tanımlanamaz bir et yığını değildir. Kölelik kendine özgü olan, bireysel olan bir kadının köleliğidir; aklı seninki kadar aktif olan, duygu aralığı seninki kadar engin olan, ışığın korunun belli bir noktasına düşüşünü tercih eden, yakındaki bir derede suyun girdap yaptığı yerde balık tutmayı seven, annesini kendine özgü karmaşık yollarla seven, ablasının fazla yüksek sesle konuştuğunu düşünen, en sevdiği bir kuzeni, bir mevsimi olan, giysi dökmede eline su dökülemeyen ve kendisinin herkes kadar zeki becerikli olduğunu kendi içinde bilen bir kadının köleliğidir.”
Bu durumda siyahi birinin ilk bilince çıkarması gereken neden “aşağı” biri olduğudur. Çünkü bilme arayışı, özgürlük arayışıdır. Siyahi, gözle görülür tayfın dışında olandır, medeniyetin ötesinde olandır, bedeni batıyı inşa edenle aynı seviyede olamazdı. Ancak ‘medenileşirse’ ona bazı açılardan yaşam hakkı vardır.
“Bilmeni istediğim şey şu: Amerika’da siyahi bedeni imha etmek gelenekseldir -mirastır. İnsanın ülkesinin özündeki ‘aşağı’ olduğunu anlaması gerçekten korkunç bir şey. Sen ve ben, oğlum, o ‘aşağı’yız. Bu 1776’da doğruydu. Bugün de doğru. Sen olmazsan onlar olamaz ve seni kırma hakkı olmazsa dağdan düşmek, tanrısallıklarını kaybetmek ve Amerikan Rüyası’ndan çıkmak zorundadırlar. Ve bu durumda şehir dışındaki yerleşim yerlerini insan kemikleri dışında bir şeyin üzerine nasıl inşa edeceklerini, hapishanelerini insan ağılları yerine başka bir şeye nasıl çevireceklerini, yamyamlıktan bağımsız bir demokrasiyi nasıl kuracaklarını bulmak zorundadırlar…
“Polisle ilgili sorun onların faşist domuzlar olmaları değil; ülkemizin çoğunlukçu domuzlar tarafından yönetiliyor olmasıdır” hatırlatmasını yapan Coates; kısaca siyahiler, Amerikan makinesi için yakıta dönüştürülen insanlardır diyor. Siyahilerden ne kadar şey aldıklarını, bedenlerini nasıl şeker, tütün ve pamuğa dönüştürdüklerini unutmamak en temel görevdir. İnsanın böyle rüyada kaybolduğu bir ülkede siyahi bir bedenle nasıl yaşaması gerektiği sorusu, hayatımın sorusudur ve bu soru ile çıkılan bir arayış eninde sonunda kendi yanıtlarına varır.
Kitabın sonlarına doğru da şu öğüdü veriyor:
“Bilmeni istediğim şey şu: Amerika’da siyahi bedeni imha etmek bir gelenektir-mirastır. Kölelik sadece emeğin antiseptik bir şekilde ödünç alınması değildi -insanların kendi bedenlerini doğal çıkarlarına karşı gelecek şekilde size adamasını sağlamak o kadar da kolay değildir. Ve bu yüzden kölelik, sebepsiz gazap ve gelişigüzel yaralamalar, kafaların yarılması ve beden kaçmaya çalıştığı sırada nehre saçılan beyin parçaları anlamına gelmelidir. Endüstriyel olacak kadar düzenli bir tecavüz olmalıdır. Bunu yumuşatarak söylemenin bir yolu yok. Övgü marşların da eski zenci ilahilerin de yok. Ruh ve can, beden ve beyindir. Ve bunlar imha edilebilir – tam da bu yüzden o kadar kıymetlidirler ve can kaçmamıştır. Ruh incilin kanatlarında uzaklaşıp gitmemiştir. Can tütünü besleyen beden, ruh ise pamuğu sulayan kandı ve bunlar Amerikan bahçesinin ilk meyvelerini yarattı. Ve meyveler çocukların yakılacak odunla dövülmesi ile sıcak demirin deriyi mısır soyar gibi soyması ile elde edildi.”