Yusuf Gürsucu
Kapitalist sömürünün faşizm koşullarında yaşandığı İran’da insan, hayvan ve doğanın her bileşeni büyük bir baskı ve yağma altında. İran’da kadınlara yönelik baskılar dini gerekçelerle süslenirken, baskı sistematik biçimde sürüyor. Diğer yandan Kürt halkı üzerinde baskı çok boyutlu olarak uygulanıyor.
Mahsa Amini’nin katledilmesi sonrası İran’ın birçok kentinde halklar sokağa indi ve kadınların başını çektiği büyük bir isyan hareketi ortaya çıktı. Emek sömürüsü ise kölelik koşullarında yaşanırken, işçilerin üretimden gelen gücünün henüz ortaya çıkmamış olması sistemin kendisini koruyabileceğine işaret ediyor.
Diğer yandan sususluk ise sadece İran’da değil tüm Ortadoğu’da yıkıcı bir biçimde büyümeye devam ediyor. İran’da bir yandan ekonomik kriz halklar için hayatta kalma mücadelesine dönüşürken, susuzluğa bağlı halk ayaklanmaları ise gün geçtikçe artıyor. İran’da Urmiye başta olmak üzere Gavkhouni, Bakhtegan, Enzeli ve Hamun gibi göller yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
‘UNESCO Biyosfer Rezervleri’ içinde gösterilen Urmiye Gölü’nün yüzde 95’i kurumaya yüz tutmuş durumda. Urmiye Gölü’nün kuruması, Türkiye’nin İran’la sınır bölgelerinin iklimine ve ekosistemine olumsuz anlamda etki edecek kadar büyük sorunlara yol açabilecek olması, bu sürece daha yakından bakmamızı gerektiriyor.
Başta Huzistan ve Sistan Belucistan olmak üzere İran’da uzun zamandır susuzluk nedeniyle kitlesel ayaklanmalar yaşanıyor. İsfihan Eyaleti’nde Zayenderud Nehri’nin kuruyan yatağında aylarca çadır kuran ve susuzluğu protesto eden çiftçilere güvenlik güçlerinin saldısı sonrası binlerce çiftçinin katıldığı ve onbinlerce kişinin destek verdiği kitlesel bir isyan hareketi tüm bölgeye yayılmıştı.
İran susuzluk sorununa ülkenin tamamına yayılabilme ve topyekûn bir halk isyanına dönüşme potansiyeli olması bakımından ‘ulusal güvenlik’ meselesi olarak görüyor. Özellikle Huzistan ve Sistan Belucistan eyaletlerinde yaşanan susuzluk, hava kirliliği, ekonomik kriz, hayat pahalılığı gibi nedenlerle geniş halk ayaklanmalarının yaşanmış olması İran devletinin tüm ülkede susuzluk sorununa güvenlikçi politikaları ortaya çıkardı.
Araştırmalar göre İran su kaynakları tükenen, dünyadaki birkaç ülkeden biri. Birleşmiş Milletler verilerine göre, İran’ın 12 il coğrafyasında yeraltı su kaynakları 50 yıl içinde tamamen yok olacak. İran’da 6 su havzasında yağışlar yüzde 55 oranında azalırken, 500 şehrin içme suyu kaynağı barajlara bağlı ve ülkedeki barajlara su girişi ise geçen yıla kıyasla yüzde 60 azalmış durumda. İran’da 2021 yılı verilerine göre 300 şehir su sıkıntısı yaşarken, bu şehirlerden 101’i neredeyse tamamen susuz.
İran’ın hemen hemen tüm köyleri içilebilir nitelikte suya erişemezken, yaklaşık 8 bin 500 köye seyyar tankerlerle su taşınıyor. İran topraklarının sadece yüzde 15’i tarıma uygun olmasına karşın su kıtlığı çeken İran’ın tüm su varlığının yüzde 95’inin tarımda tüketiliyor olması dikkat çekici. İran’ın neredeyse tüm illerinde yüzde 85’lere varan yağış azalması yaşanıyor. İran’ın doğu, merkez ve Sistan Çölü bölgeleri ise kuraklığın en ağır yaşandığı bölgeler arasında öne çıkıyor.
İran’ın Huzistan bölgesi tüm ülke akarsularının yüzde 30’una sahip olmasına rağmen uzun yıllardır kuraklık ve susuzluk yaşamı derinden etkiliyor. İran nüfusunun yüzde 6’sını barındıran Huzistan’da su krizinin başlıca nedeni suların petrol üretimlerine bağlanmış olması. Petrol üretimleri yoğun bir kirliliğe yol açarken bölgenin iklim değişikliğinin etkili olduğu bölge olması krizi büyütüyor. Sistan Belucistan bölgesi ise tüm ülkede sağlıklı suya ve içme suyuna erişim oranının en düşük olduğu yer.
İran devletinin bölgede kişi başına belirlediği su payı ise günlük sadece 15 litre. Halk bu suyla yemek yapma, içme ve yıkanma ihtiyacını karşılamak zorunda. İran’da susuzluğun etkisi yaşamsal düzeyde büyürken, Türkiye’de ise durum İran’dan çok farklı değil.
Türkiye’de Kürt coğrafyasının bir bölümü hariç büyük bir su krizinin ayak sesleri uzun zamandır duyulmakta. Hakkari coğrafyası su varlığı açısından zengin sayılabilecek durumda. Ancak bölgenin madenlerle işgal edilme adımları büyürken, diğer yandan akarsularının üzerine kurulan HES ve barajlar bölgeyi hem ekolojik hem de su bağlamında tehdit ediyor.
Diğer yandan Kürt coğrafyasının tüm sularının toplandığı Fırat ve Dicle nehirlerinde her geçen gün su seviyesi azalıyor. Fırat ve Dicle üzerine kurulan devasa büyüklükteki barajlar nedeniyle bölge iklim değişimine uğrarken, kuraklık ise can yakıcı düzeyde gelişiyor. Bölgede bulunan barajların tarımsal sulamada kullanılmak üzere inşa edildiği iddia edilirken, Kürt çiftçisinin ve kırsal köylerin yeraltı suyuna mahkum edilmiş olması büyük bir sorun olarak büyüyor.
Urfa, Antep, Mardin, Diyarbakır ve Batman’da çiftçilere baraj sularının taşınması için kanalletleri tamamlamayan iktidar, çiftçiyi bölgede bulunan DEDAŞ enerji şirketinin soygunuyla yüz yüze bıraktı. Halkın su talebini karşılamak zorunda olan devlet, DEDAŞ şirketinin çıkarlarına destek veriyor. Halk ise hakkı olan suyu vermeyip enerji şirketlerinin çıkarına bağlayan devletle değil, DEDAŞ şirketiyle boğuşmak durumunda kalarak mücadelede hedef sapması yaşıyor.
Bölgede sayısı 50’yi aşan barajların enerji şirketlerinin çıkarına bağlanmasıyla bölge halkı sulardan yararlanamadığı gibi Suriyeli ve Iraklı halklar da barajlar nedeniyle büyük bir susuzluk yaşıyor. Türkiye coğrafyasında Van Gölü dahil büyük su çekilmeleri yaşanırken, birçok göl kurudu ya da kuruma sürecine girdi. Kurak geçen kışlarla tanışan Türkiye coğrafyası büyük bir su krizinin eşiğinde bulunuyor.
Sivas’ta içme suyu barajının kurumaya başlaması ve kesintili su teminine gidilecek olması su kıtlığının yaşandığını ortaya koyuyor. Devletin bir sermaye devleti olması su krizinin çözülemeyeceğini gösterirken, bir başka kurumaya yüz tutmuş Hafik’te bir barajdan Sivas’a 52 km boru döşenerek su taşınma çalışması çözüm olarak ortaya konabiliyor.
İran’da ya da Türkiye’de yaşanan ekolojik kriz ve buna bağlı gelişen susuzluk ve kuraklığın müsebbibi olanlardan su krizini çözmesini beklemek ham bir hayal. İran’da Mahsa Amini’nin katledilmesi sonrası ortaya çıkan isyan yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız su kriziyle birlikte Ortadoğu’nun tamamını ‘su kardeşliği’ bağlamında birleştirmesi mümkün.
Mevcut koşullarda milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalacağı Ortadoğu kapitalizmin yağmasından bir önce kurtulmak zorunda. Öte yandan göç edecek bölge bulmanın giderek zorlaştığı bir sürece doğru ilerliyoruz. Avrupa’da son 2 yıldır nehirlerin ve göllerin kurumaya başlaması ekolojik krizin dünyanın dört bir yanına hızla yaygınlaştığını gösterirken, kapitalizmi yerle bir edip yeni bir dünya kurmak dışında hiçbir yolumuzun kalmadığını ise hızla idrak etmek durumundayız.