PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İran’a ilişkin dikkat çekici değerlendirmeleri: İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir… İran halkları kapitalist moderniteye boyun eğmemekte kararlı görünmektedir
Jîna Mahsa Amini’nin İran’da ‘ahlak polisleri’ tarafından saçı görünüyor gerekçesi ile katledilmesinin üzerinden başta İran Kürdistan Eyaleti olmak üzere 80’in üzerinde kent ve kasabada halk isyanı yaşanıyor. İran baskıcı rejiminin uygulamaları ve son günlerde kadınlar öncülüğünde yaşanan halk isyanları gündemdeyken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İran üzerine yaptığı dikkat çekici değerlendirmeler bugün yaşananlara ışık tutar nitelikte.
Abdullah Öcalan’ın İran üzerine yaptığı değerlendirmeden bazı bölümler şöyle;
Ortadoğu kültürü Avrupa modernitesinin pozitivist ideolojisi ve bilimleriyle çözümlenemez. Çözümlendiği iddia edildiğinde ortaya çıkan sonuç oryantalizmdir. Son iki yüzyıldır uygulanan bu paradigmanın ortaya çıkardığı, görünür kıldığı şey, Ortadoğu toplumunun ne tarihsel gerçeklikleriyle ne de güncel somutluklarıyla bağdaşmaktadır. Aralarındaki fark tek kelimeyle uçurum boyutundadır. Oryantalizmin derin etkisi altında yeniden oluşan geleneksel yaklaşımların (başta İslâmcı akımlar olmak üzere her türlü kültüralist yaklaşımlar) hakikat algısı daha da gerçek dışı olup kuru bir edebiyattan öteye gidememektedir.
Kendini paradigmayla iç içe yapısallaştıran kapitalist modernitenin aldığı görünümler hem tarihle hem de güncel olarak yaşanan somutla daha da çelişmektedir. Mevcut farklılıklar ve çelişkilerden oluşan uçurum kendini vahşetten öteye eşine ender rastlanan savaş türleriyle ifade etmektedir. Bundan ne derin içgüdüler ne de kültürel gerilik sorumludur. Sorun kapitalist modernitenin uygulanış tarzıyla, bu modernitenin biçimlenişiyle ilgilidir. Binlerce yıldır iç içe yaşanan, yaşanmak için inşa edilmiş bir kültürü (maddi ve manevi kültür olarak) pergelle parçalayıp içine acentelerini (ulus-devletçi kapitalizm ve endüstriyalizmi) oturtmaya kalkışmanın sonucu yaşanan ve yaşanacak olan vahşetin gerçek nedenidir. Kaldı ki, yaşanmış yakın geçmiş vahşetten, soykırımdan pek farklı olmamıştır.
Ulus-devlet dayatması
(…) Ortadoğu kültürünü bıçakla paralar gibi paralayan ulus-devlet dayatması üzerinde ne kadar durulsa azdır. Çünkü yaşanan travmaların en onulmazı bu bıçakla açıldı. Hangi trajediye el atarsak atalım sonuç değişmiyor. Hindistan’ın içlerinden Sibirya’ya, Fas çöllerinden Arabistan çöllerine kadar yerleşik veya göçebe her kültür bu bıçak darbesinden payını almıştır. Yara halen sürekli kanamaktadır. Hindistan içinde her gün yaşanan Hindu-Müslüman çatışmasının, Keşmir, Çin’in Uygur bölgesi, Afganistan ve Pakistan’daki boğazlaşmaların, Rusya’da Çeçenler ve diğerlerinin kanlı kör dövüşünün, İsrail-Filistin, Lübnan ve tüm Arap ülkelerindeki kavgaların, Kürtlerin Türkler, Araplar ve Farslarla çatışmalarının, İran’ın mezhep savaşlarının, Balkanlardaki etnik boğazlaşmanın, Anadolu’da Ermeniler, Rumlar ve Süryanilerin tasfiyesi gibi saymakla bitmeyecek kadar bol olan, devam eden ve hiçbir kuralı bulunmayan bu çatışmalar ve savaşların kapitalist hegemonyacılığın ürünü olduğu inkâr edilebilir mi?
Kapalı bir ucube
Ulus-devletlerin birliği olan BM’nin (Birleşmiş Milletler) müdahaleleri sonuç vermediyse, İslâm ulus-devletleri birliği İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü) etkili olamıyorsa, her günkü sayısız ulus-devlet diplomatik turları bıktırıcı olmaktan öteye rol oynayamıyorsa, bunun nedeni yine ulus-devletin zihniyeti ve yapılanmasıyla bağlantılıdır. İlk ve ortaçağların dinselliklerinden bin kat daha tutucu ve kapalı inşa edilen bu ucube gerçeklik eğer sık sık karşımıza faşizmin kendisi ve her yerdeki uygulamaları biçiminde çıkıyorsa hiç şaşırmamak gerekir. Ulus-devlet inşasının kendisi hep savaşla olmuştur. Savaşla inşa edilmeyen tek bir ulus-devlet gösterilemez. Daha da vahimi, içte toplumla, dışta başka ulus-devletlerle sürekli savaş, çatışma ve gerginlik içinde olmayan bir ulus-devletten bahsedilebilir mi?
(…) Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar tarihsel uygarlıklardan ve son iki yüzyılın kapitalist modernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır.
Despotizmin
(…) İran toplumu hem etnik hem de dinsel açıdan çok kimlikli nitelikleri itibariyle zengin bir kültüre sahiptir. Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycu veya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmakta zorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu bir milliyetçilik biçimini uygulamaktadır. Öte yandan kapitalist moderniteyi uyguladığı halde, işine geldiğinde anti-modernist propagandaya başvurmaktan da geri durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişmeleri geleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaşmıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz konusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili, en gergin devlet ve toplumlarının başında gelmektedir. Petrol kaynakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da, İran ulus-devletçiliğinin varlığı dağılmaya en müsait konumda bulunmaktadır. Bunda kapitalist modernitenin baş aktörleri olan ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığı uyumsuzluklar da oldukça etkilidir.
Alttan alta Federal İran
İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen, alttan alta âdeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda, İran Demokratik Konfederasyonu projesi anlam kazanabilir ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve komünal geleneklerin de bu proje kapsamında önemli rolleri olacaktır. İran’ın aydınlık geleceği ve Ortadoğu’daki tarihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratik modernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapması sayesinde mümkündür. İran ulusal toplumunun potansiyeli bunun için yeterince güçlü olduğu gibi, İran demokratik ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir.
Ya köklü dönüşüm ya da…
(…) İran sadece Pers etnik geleneğine sahip değildir; aynı coğrafyada çok sayıda etnik gelenek vardır. Toplumsal yarılmalarda etnik ve dinsel özellikler iç içe gelişmiştir. Üst toplum ve iktidar olarak İran’ı ne sadece dinsel ne de etnik yanı ağır basan özelliklerle tanımlayabiliriz. Etnik ve dinsel özelliklerin iç içe geçip kaynaşmasının özgün bir biçimi olarak tanımlamak daha öğretici olabilir. Her iki yandan biri zaman zaman öne çıksa da, tarih boyunca aralarında radikal bir bölünme pek izlenmemektedir. Örneğin ne Araplar gibi klasik anlamda bir kavim toplumu, ne de Yahudiler gibi dinsel bir toplum olmuştur. Kendiliğini âdeta üçüncü bir model olarak geliştirme gereğini duymuştur. Çok sayıda etnisite ve dinsel inancın mevcudiyeti bunda önemli rol oynamıştır. Kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık etkisini bu gerçeklik temelinde karşılamıştır. Ne Avrupa ülkelerinde görülen türden bir milliyetçilik ve ulus-devlet deneyimini, ne de Arap ülkelerindekine benzer bir ulus-devletçiliği yaşamıştır. Tarihsel özelliklerini koruyarak, her iki modele karşılık kendi modelini sürdürmede ısrarlı olmuştur. Şahlık İran’ının tutunamamasının altında bu gerçeklik yatar. Fakat bu tarzdaki varoluşunu kapitalist moderniteye, küresel kapitalizme karşı çok fazla devam ettiremez. Ya köklü bir dönüşümü yaşayacaktır (İktidar ve devlet açısından bu çok zordur; liberal bir ulus-devlet olmak mevcut İslamî devlet modelinin çöküşü demektir), ya da parçalanıp alt tabakanın İslami geleneğinin sivil demokratik değerlerini esas alma ve güncel demokratik modernite değerlerini özümseme temelinde, Ortadoğu kaosundan çıkışta demokratik modernitenin önde gelen inşa güçlerinden biri olarak, bir kez daha geçmişine yaraşır biçimde tarihteki yerini alacaktır.
Atom bombası gibi…
(…) Afganistan ve Pakistan ulus-devletçiliğin bunalımını bütün dehşetiyle yaşamaktadır. Son yüzyıllık ulus-devlet savaşları bu halklar ve kültürlerin başına belki de atom bombasından daha ağır bir felaketi getirmiştir. Sözü edilen halklar tarihlerinin hiçbir çağında yaşamadıkları yıkımlar, suikastlar ve komplolara uğramaktadır. İran her an atom felaketiyle de karşılaşabilir. İran kültürü başından itibaren ulus-devletçilik başta olmak üzere kapitalist modernite ile kavgalıdır. Dayatılan tüm bu unsurlara karşı direnmektedir. Çok yerel ve tarihsel bir olguymuş gibi dayatılan Şiacılığın bile bir milliyetçilik olduğunu, kapitalist modernitenin bir türevini oluşturduğunu ve İran İslami Devrimi’nin bu maskeyle boşa çıkarıldığını İran halkları daha şimdiden kavramakta ve ayağa kalkmaktadır. Afganistan ve Pakistan’da da yaşananlar farklı değildir. Hizbullah, El Kaide ve Taliban cambazlıklarına rağmen gerçeklik örtbas edilememektedir. Unutmamak gerekir ki, her üç maskeli kuruluşu, yani Hizbullah, El Kaide ve Taliban’ı da uşak ulus-devletler kurmuş olup, şimdi de bunları ABD ve AB gibi hegemonik efendilerinden daha çok pay kapmak için şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Birlikte inşa ettikleri bu komplo, suikast ve katliam araçlarını birbirlerini terbiye etmek ve daha çok pay elde etmek için birbirlerine karşı kullanmaktadırlar. Belki de tarihte en iğrenç komplo oyunları için icat edilen araçlarla karşı karşıyayız. Bu komplocu oyun araçlarıyla âdeta çelik çomak oynar gibi oynanarak halklar ve kültürleri katledilmektedir. Açık ki bu araçlarla ne sistem Ortadoğu’da daha çok yer bulabilir, ne de işbirlikçileri olan ulus-devletler iflah olabilir.
Ortadoğu’nun yakın geleceği
Özellikle İran çok eski olan devlet geleneğini kullanarak sözüm ona kapitalist modernite ile baş edeceğini, daha doğrusu böylesi bir imaj yaratarak sistem tarafından kabul göreceğini sanmaktadır. Tarihi bu temelde kullanmak herhalde tükenmişliğin en gözükara biçimi olsa gerek. Moderniteyi bu kadar tarihsel gelenekle, geleneği bu kadar moderniteyle karıştırıp ulus-devletçiliğini kurtaracağını sanmak ancak ‘Acem kurnazlıkları’ ile izah edilebilir. Bu nedenlerle yakın geleceğin Ortadoğu’su belki de İran üzerinden şekillenecektir. İran gerçekten modernite tartışmalarının ana merkezi konumundadır. Şia milliyetçiliği ne kadar saptırsa da, modernite üzerindeki ideolojik ve politik tartışma büyüyerek devam edecektir. İran halkları kapitalist moderniteyi diğer halklardan daha fazla tanımaktadır ve ona boyun eğmemekte kararlı görünmektedir. Mevcut Şia milliyetçiliği ne kadar sahte anti-İsrailcilik, anti-Amerikancılık ve anti-Batıcılık yaparsa yapsın, uzun süreli olarak İran halklarının kendileri için uygun modernite arayışının önüne geçemez; hatta ABD ve İsrail’le uzlaşsa bile halkların bu arayışı karşısında maskeli duruşunu kurtaramaz.
İran kültüründe hakikat arayışı
İran kültüründe hâkikat arayışı güçlüdür. Ayrıca İran’da tarih kadar eski bir komünal yaşam geleneği vardır. Dolayısıyla İran’ın yakın geleceğinde gerçek anlamda bir modernite savaşına tanık olabiliriz. Aslında 1979’daki İslami Devrim de bir modernite savaşıydı, ama saptırıldı. İran halkları bu devrimden ve tarihlerinden çıkardıkları derslerle yakın gelecekte tüm Ortadoğu halkları için çığır açıcı olacak modernite savaşlarıyla tarihlerine, Ortadoğu tarihine layık gelişmelere yol açabilirler. Bu nedenle demokratik modernite tartışmaları ve pratik deneyimleri büyük önem arz etmekte ve yol gösterici olmaktadır.
(…) İran gibi her an parçalanmaya ve bölünmeye uygun potansiyele sahip bir ülke için ulus-devletçilik, dibine yerleştirilmiş atom bombası gibidir. Sürekli ulus-devletçiliği daha da katılaştıran Şia milliyetçiliği de, tüm modernite cambazlıklarına rağmen, İran’ın bölünmesini ve parçalanmasını durduramayacağı gibi daha da hızlandırır. Özellikle İran için demokratik ulus kuramı günlük olarak kullanılması gereken bir ilaç gibidir. Kapitalist moderniteye karşı oldukça direngen olan İran kültürünü ve halkını tarih boyunca peşinde koştuğu eşit, özgür ve demokratik bir dünyaya ancak demokratik ulus zihniyeti taşıyabilir. Önündeki çatıştırıcı ve savaştırıcı ulus-devletçi komplo ve suikastları boşa çıkartıp onurlu bir barışa kavuşturabilir.
(…) Toplumsal sorunlar zihnen çözümlenmedikçe yapısal olarak da çözüme kavuşamazlar. Demokratik ulus zihniyeti Orta Asya’dan Hindistan’a kadar çok büyük bir çeşitlilik gösteren kültürler ve halklar için en uygun bütünleştirici çerçeveyi oluşturmaktadır. Kaldı ki, bu mekânlardaki kültürler ve halklar tarih boyunca konfederal türden ortak siyasi çatılar, imparatorluklar altında yaşayarak, ideal olmasa da varlıklarını ve özgünlüklerini koruyabilmişlerdir. İster dincilik ister laik milliyetçilik tarzında olsun, ulus-devletçilik zihniyeti devam ettikçe, bu toplumların daha da çözülmeleri ve çatışmaları kaçınılmazdır. Çokça bağlı olduklarını iddia ettikleri İslâmiyet’i de bir terör ideolojisi olarak sunarak, bu geleneği de oldukça olumsuzlamaktadırlar. İran için olduğu gibi bu geniş coğrafyalar için de önce bölgesel, onunla iç içe olacak şekilde demokratik ulusal birlikleri Ortadoğu çapında geliştirmek gerekir. Özellikle Pakistan türü ulus-devletlerin daha şimdiden yaşadığı yoğun çözülüşün en uygun alternatifi Ortadoğu çapında geliştirilecek bir Demokratik Ulusal Birlik projesidir.
Kaynak: ANF