Her ne olursa olsun İran ve iktidardaki rejimi artık Jîna Emînî’nin katledilmesi öncesi gibi olmayacaktır. Esneme göstererek değişimi seçerse halklar tedricen haklarına kavuşacak ancak rejiminin tüm ayrıcalıkları kaybetmesiyle sonuçlanacak
Abdulmelik Ş. Bekir
İran’da Jîna Emînî’nin katledilmesiyle birlikte başlayan halk ayaklanması ikinci ayına yaklaştı. Rejimin saldırıları sonucu şimdiye kadar yüzlerce insan katledildi, binlercesi tutuklandı. Ayaklanma sırasında büyük maddi kayıplar da mevcut. Daha önce de halk ayaklanmaları olmuş ancak bir iki haftanın sonunda sönümlenerek rejimi değiştirecek bir sonuca muvaffak olmamıştı. Halk hareketlerinin diyalektiği gereği sistemlerin yapısal sorunlarına karşı başlayan hareketler zaman zaman sönümlenir. Yapısal sorunlara karşı rahatsızlık kümülatif olduğundan her sönümlenme sonrası daha şiddetli geri döner. Geçen zaman zarfında rejimler ve sistemler hem kendini revize hem de restore etme şansı bulur. Bu şansı revizyon yönünde kullanan rejimler daha uzun süre ayakta kalma olanağı elde eder. Ancak ekseriyetle ulus devletçi, dinci ulus devletleri bu şansı kendini restore, yani aynı anlayışla tahkim etmek için kullanır.
İran rejiminde de 2000’li yılların başından beri yaşanan bu. Aslında 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nin bir devrim olmadığı, eskinin kötü bir tekrarı olduğu ilk yirmi yıl içinde ziyadesiyle anlaşıldı. Yirmi yılı aşkın süredir de halkın bu sistemden kurtulma çabasına tanıklık ediliyor. Rejim halk ayaklanmalarının farklı neden ve faktörlerle sönümlenmesi sonrasındaki süreçleri yapısal sorunlarını çözmek yerine despotik yapısını tahkim etmek ve daha fazla baskı kurumlarını kullanmak yönünde kullandı. Birkaç yıl arayla tekrarlanan isyan provalarının her biri bir öncekini katlayacak şekilde vuku buldu. Son olarak Jîna Emînî’nin katledilmesiyle birlikte başlayan süreç ikinci ayına yaklaşıyor.
Kimi bölgelerde birkaç gün ivme kaybı yaşasa da küçük bir kıvılcımla tekrar ilk günkü ivmesine kavuşabiliyor. Bu halk ayaklanmasının öncekilerden farklı olarak yaşadığı nitel değişimi gösteriyor. Dolayısıyla ayaklanma sönümlenme evre ve ihtimallerini yüksek bir ivmeyle geçti. İstikrarlı bir halk hareketi düzeyine kavuştu. Süre geçtikçe daha örgütlü bir yapı halini alması kaçınılmazdır. Bölgeden gelen haber ve bilgilere bakıldığında giderek otonom mekanizmalar ortaya çıkıyor. Devrimin niteliği ve istikrar kazanmasının altında yatan neden de bu otonom mekanizmalar ve sürükleyici öncülüğün şekillenmesidir. Halkın örgütlü otonom yapılara dahiliyetinin artmasıyla birlikte ayaklanma tam olarak dönülmez yola girmiş olacaktır.
Ayaklanmaya katılım sağlayan kitlelerin sınıfsal karakteri, dini, etnik ve kültürel yapısı, ülke sathındaki yaygınlığı, kitleselliği ve mobilizasyonu, talep, söylem ve motivasyon düzeyi halk hareketinin rejimi devirmeye muktedir olduğunu gösterdiği gibi, aynı zamanda bir yol ayrımına geldiğinin de işareti. Rejim şimdiye kadar daha önceki ayaklanmalar gibi sönümlenmesini umut ederek şiddeti belli bir düzeyde tuttu. Ancak çok gaddarca yöntemler kullanmasına ve yüzlerce insanı katletmesine rağmen isyan sönümlenmedi. Ayaklanma sistemi işlemez hale getirdiği için böyle devam etmesi dahi rejim için çöküş demektir. Bu noktada rejim ya uzlaşma yolunu seçerek değişime gidecek ya da şiddetin dozajını arttırarak baskılamayı tercih edecektir.
Despotik rejimler diyalog ve değişimi taviz olarak gördüğünden çok tercih ettikleri bir yöntem değil. Rejimin yetkilileri ve Devrim Muhafızları gibi rejimin sübabı kurumlardan son bir haftada yapılan açıklamalara bakıldığında rejimin ikinci yolu tercih edeceğini gösteriyor. Bu da şiddet dozunun arttırılması ve katliamlara girişmesidir. Bu yaygınlık, nicelik ve niteliğe kavuşan halk ayaklanmasının şiddet karşısında kısa sürede sönümlenmesi çok mümkün değil. Haliyle kavuştuğu otonom yapılar ve bundan sonra açığa çıkaracağı yeni yapılarla karşı şiddetin gelişmesi kaçınılmazdır. Elbette içte ve dışta devlet dışı örgütlü yapılar ve küresel güçler de devreye girecektir. Bu hem siyasetin ve daha fazlası da Ortadoğu’nun diyalektiğidir.
Ayaklanmanın önümüzdeki dönemde geçireceği nitel değişimin birçok özelliği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Kadın özgürlüğü ayaklanmanın harcı görevini görürken, etnik, dini ve kültürel yapılar da giderek daha fazla kendi talepleriyle halk hareketinin bir parçası haline geliyor. Rejimin kendini tahkim etmede araç olarak kullandığı farklılıklar bu defa ayaklanmanın bir parçası olarak zuhur ediyor. Rejim yetkilileri isyanın başında, “dış güçler”, “din düşmanları”, “ülke düşmanları, karıştırıcılar” gibi hamasi söylemlerle ayaklanmaya katılan güçleri ayrıştırma ve parçalamayı denese de amacına ulaşamadı. Şimdiye kadar kullanılan şiddet de istenilen neticeyi vermeyince rejim belirtilen iki seçenekle karşı karşıya kaldı.
İran’da hem demografik hem de kültürel olarak varlığını koruyan çok sayıda halk var. Kürtler, Azeriler, Beluclar, Araplar, Gilekler, Mazderanlar ciddi nüfusa sahip olan etnik kesimler. Bunların içinde Kürtler ve Beluclar sürekli bir ulusal mücadele hattı üzerinden yürümüş ve kayda değer bir askeri ve siyasi örgütlülüğü ve buna bağlı toplumsal konsolidasyonu mevcut. Kürtlerin, Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) gibi ciddi bir siyasi ve toplumsal desteği, belli bir askeri gücü olan irili ufaklı birçok partisi var. Belucların benzer şekilde askeri otonom yapıların yanı sıra Cudhullah gibi askeri gücü olan örgütler var. Rejmin askeri kapasitesiyle kıyaslanınca nicel ve nitel olarak olanakları sınırlı olsa da askeri ve örgütleme deneyimlerinin halk ayaklanmasıyla bütünleşmesi oyun değiştirici bir düzey kazanma ihtimalleri yüksektir.
Ülke nüfusunda önemli bir yer tutan Azerilerin kimlik talepleri hep süre geldi. İkinci Dünya Savaşı sonrası bugünkü İran sınırları içinde Azerbaycan ve Kürdistan cumhuriyetlerinin kuruluşları sırasında iki halk ve iki cumhuriyet arasında önemli bir ortaklık sağlanmıştır. Azerilerin İran’la Şia mezhebi üzerinden inanç bağları güçlü olsa da bu ulusal taleplerini ortadan kaldırmıyor. İran’ın komşuları arasında en fazla tedirgin olduğu ülke de bu nedenle Azerbaycan’dır. İran-İsrail gerilimi sıkıştığı kesişme noktalarından ve tetiklenmeye müsait alanların başında geliyor. Diğer komşular Türkiye, Irak, Afganistan ve Pakistan, Kürtler ve Beluclar nedeniyle aynı korkulara sahip olmaları Tahran’ı rahatlatan bir husus. Ancak yine de denklem çok bilinmeyenli olunca rahatlığın gaflete dönebileceği Suriye-Türkiye örneğinde görüldü.
Ayaklanmanın yaygınlık ve süreklilik kazanması haliyle dış güçlerin de daha fazla müdahil olması ve destek vermesi ihtimalini arttırabilir. Ayaklanma ilerici dünya kamuoyundan zaten yeterince destek alıyor. İsyanın kadın ve ezilenler yönü destek verme eğiliminde olan her gücü gerekli meşruiyeti yeterince sağlıyor. İran’ın elindeki “dış güçler” kozunun da halkta karşılık görmemesi, şimdiye kadar bu kaygıyla davranan ABD ve Avrupa ülkelerinin kimi politik ve ekonomik kararlar almasına sevk etme ihtimali var. Son dönemlerde göstericilere karşı işlenen katliam ve suçlara yönelik tepkileri önümüzdeki günlerde söylem ve eylemlerine level atlatabilir. Zaten yaptırım altında olan İran’a ekonomik olarak darbe indirecek yeni kararların gelmesi şaşırtıcı olmaz.
Küresel güçler sistemin yüzü suyu hürmetine İran gibi bir ülkenin parçalanmasını çok fazla tercih etmez. Ancak halkların direnişi ve mücadelesi sonucunda değişim ve parçalanma kaçınılmaz hale gelince de kazanan tarafın mümkünse hamisi değilse ortağı veya müttefiki olmaktan geri durmazlar. Bu yönüyle İran rejiminin halk ayaklanması karşısında yumuşayarak esnemeyi mi yoksa sertleşerek kırılmayı mı tercih edeceği önemlidir. Emareler sertleşerek kırılmaya işaret ediyor. İran’ın bin yıllara dayanan politik kültürü yumuşama yönünde gerçekleşmesi de bir olasılık olarak yabana atılamaz. Bu seçeneğin önündeki en önemli engel rejimin geçen 40 yılda devlet yapılanmasındaki muhalif kesimlerin tamamını tasfiye etmesidir.
Her ne olursa olsun İran ve iktidardaki rejimi artık Jîna Emînî’nin katledilmesi öncesi gibi olmayacaktır. Esneme göstererek değişimi seçerse halklar tedricen haklarına kavuşacak ancak en nihayetinde rejimin iktidar ve sağladığı tüm ayrıcalıkları kaybetmekle sonuçlanacak. Şiddet dozajını arttırsa da misliyle karşı şiddetle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Büyük katliamlara girişerek halk ayaklanmasını bastırsa da, kısa süre sonra ülkeyi yerle yeksan edecek bir sosyal patlamadan kurtulmayacaktır. İşte o zaman Kürdistan, Belucistan, Azerbaycan, Hozistan gibi yeni yapıların doğması kaçınılmaz olur.
*gazetekarınca’dan alınmıştır