Örneklerle sabittir, AKP Başkanı Erdoğan işinin düştüğü insanları Ankara’ya davet eder, onları büyük bir şatafatla karşılar, sarılmalar, el ele oturmalar, iltifatlar birbirini izler.
ABD başkanı, Rusya başkanı, Avrupalı bazı devlet başkanlarıyla olan görüntüler henüz hafızalardadır. Ama en ilginç örnek Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la olanıdır.
Esad Ankara’ya ailesiyle geldi, ailece karşılandı. Birbirine yaklaştırılmış koltuklarda el ele oturdular. ‘Kardeşim Esad, kardeşim Recep’ söylemleri havada uçuştu. Ardından birlikte tatiller yapıldı, eşleri birlikte gezmelere çıktı.
Tatil bitti, Esad ailesi Şam’a gitti, aradan biraz zaman geçti, ‘Kardeşim Esad’ yerini ‘ulan Esed sen kimsin’ benzeri sözlere, hakaretlere bıraktı. Anlaşılan; AKP başkanı, kardeşinden istediği tavizleri alamamıştı. ‘Allah’ın izniyle Cuma namazını Şam’da, Emevi Camii’nde kılacağız’ cümlesiyle Suriye’ye savaş ilan etti, Şam’ın işgalinden bahseder oldu…
Geçen hafta, bu kez Irak Başbakanı Mustafa El Kazımi AKP başkanının misafiri olarak Ankara’daydı…
Bu karşılama da bayağı görkemliydi. Heyetler görüşmelerini bitirdikten sonra sarayda vur patlasın, çal oynasın faslına geçildi. ‘Kuru ekmek bulduysa aç olmayan halkın temsilcileri’ ile Irak heyeti, kuş sütünün eksik olmadığı sofrada, müzisyenler eşliğinde yemeklerini yediler ve ailece kaynaştılar.
Gerek İran, gerek Irak’taki önemli bir bölümü İran yanlısı olan Şiilerin ve gerekse de hegemonik güçlerin etkisiyle bu iki görüşmenin, detaylar hariç, son tahlilde aynı sonla biteceği kanaatinde olduğumu söyleyerek son görüşmenin perde gerisini, AKP liderinin, yapılan açıklamalara yansıtılmayan gerçek beklentilerini biraz açayım…
**
Yapılan resmi açıklamalara göre; Su sorunu (Bilindiği üzere Dicle Nehri Kuzey’de başlayıp Irak’ta sonlanıyor ve akışı herhangi bir gerekçeyle yavaşladığında burada ciddi sorunlara yol açıyor) konuşulmuş. Ardından da iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin hacminin genişletilmesi ve şirketlerin karşılıklı olarak iki ülkede de varlığını artırması değerlendirilmiş.
İki ülke heyet ve yöneticileri bir araya geldiğinde elbette ki bu ve benzer sorunlar da konuşulur. Ancak bölgede bunca hayati mesele varken sadece bunların konuşulduğuna inanmamız mümkün değil. Ana başlığın ne, ayrıntıların ne olduğunu biliyoruz.
Bazen bilemesek de bazı ‘arkadaşlar’ sağ olsunlar baklayı ağızlarından çıkarmakta gecikmezler ve kamuoyu ne olup bittiğini çarçabuk öğrenir.
Irak heyeti içinde iki KDP’li Kürt yönetici de vardı. Bunlardan biri Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin. Bir önceki hükümette maliye bakanıydı kendisi, Kürt ve Arap basınında hakkında olumsuz anlamda epeyce haber yapılmış, bazı suçlamalarla karşı karşıya kalmıştı. Bu yeni hükümette bu kez Dışişleri bakanı oldu.
Diğer yetkili konuk ise Duhok Valisi Ali Tatar’dı. Ali bey Türkiye’den döner dönmez ayağının tozuyla beklediğimiz açıklamayı yaptı sağ olsun: “Ankara’da, PKK’nin Irak topraklarından çıkarılmasını konuştuk.”
İşte ana konuşma ve davetin ana başlığı buydu.
Yoksa, AKP başkanı sadece su sorununu, zaten Irak ve Kürdistan’da, yetmedi, Mersin ve İstanbul’da ağzına kadar dolu olan şirketler için sarayında parti düzenlemezdi…
Şimdi Duhok’un sayın valisinin söylediklerinin ne anlama geldiğini, AKP-MHP koalisyonunun Irak başbakanından neler istediğini, sayın Kazımi’nin bunlardan hangilerini ‘Su ve şirketlerin para kazanması için’ yapabileceğini biraz açalım.
Sanıyorum ki dört şey istemiştir koalisyon hükümeti…
İlki; Mazlum Êzidî halkının yaşadığı Şengal kasabası operasyonunun hızlandırılması, Şengal’in özsavunma güçlerinin ve meclisinin tasfiye edilmesi.
İkincisi; Kuzey’de evleri köyleri yakılıp yıkılan, hayvanları öldürülüp ekin tarlaları yakılarak göçe zorlanan, Türk metropolleri yerine kendi yurtlarının bir diğer parçasına göç etmek zorunda kalan, burada da KDP tarafından her türlü zulme (Öldürülmek dahil) maruz kalarak yedinci kamplarını sözde BM güvencesinde kuran ama bu güvenceden hep yoksun kalan Mahmur Kampı’na ‘Bir çare bulunması.’ (Yani tasfiyesi)
Üçüncüsü; Güney Kürdistan’da yaşayan bazı sivillerin (Gazeteci, TV çalışanı, sivil siyasetçi vs.) Türkiye’ye teslim edilmesi ya da bir biçimde tasfiyesi.
Dördüncüsü ve en önemlisi; Irak sınırları içinde sayılan bölgelerdeki gerilla alanlarına dair Irak’ın bizzat müdahil olması, asker sevkiyatı yapması ve savaşta taraf olması…
**
AKP-MHP koalisyonu, bütün bu başlıklar için kendine bir ay zaman tanımış gibi görünüyor, kendi yapamadıklarını ve bir başına kaldığında asla yapamayacağını bildiği şeyler için destek arıyor.
Irak ise, gerek İran ve birçok Arap ülkesi, gerekse de ABD ile belli bağlantıları olan bir ülke.
Neleri yapıp neleri yapamayacağını zaman gösterecek. Şengal başlığında bazı adımları mümkün olduğunca yavaş yavaş atıp, o da işi zamana yayıyor.
Gerilla alanlarına saldırmak gibi kendine çok ciddi sıkıntı yaratacak bir işe girişebileceği ihtimali çok zayıf. On beş bin insanın yaşadığı Mahmur Kampı’na ve çevresiyle birlikte dört yüz, beş yüz bin nüfuslu Êzidî halkına saldırmak, topyekün yönelmek ise muhtemelen tek başına karar vermeyeceği bir konu…
Gözlem ve tahminlerimiz bu yönde, bekleyeceğiz ve çok geç olmayan bir vadede göreceğiz olup biteni…