Türkiye’de iktidarın politikalarıyla, artık demokrasi ve hukuktan bahsetmek gerçeklik dışına çıkmak demek. Yeni kayyımlar atayarak halkın iradesine darbe vurmaktan çekinmeyen bir iktidar var. Bu kayyım atamalarının “Öcalan gelsin mecliste konuşsun” önerisinden sonra olması da tesadüf olmasa gerek. Aklımıza Seyit Rıza’nın sözleri geliyor. Ne demişti “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bana dert oldu, ben de sizin önünüzde boyun eğmedim, bu da size dert olsun.” Tarihte önemli bir kişilik ve Kürt insanı olan Cibranlı Halit Bey’in sözünü de hiçbir Kürt genci unutmamalıdır: “Şerefsizce yaşamaktansa hatt-ı meydanı faaliyetlerde şerefle ölmek gerekir.”
Dersim ve Ovacık’a kayyımların atanmasına işte bu sözleri unutmayan torunları karşı çıkıyor ve direnerek yapılması gerekeni yerine getiriyorlar. Dersim belediyesi önüne beton yığınlarıyla örülen duvar bir zamanlar utanç duvarı olarak anılan Berlin Duvarı’nı anımsattı. Böyle bir duvarın örülmesi halkın iradesine karşı olan bir durumun kanıtı olarak tarihe not edildi. Çağdaş olma yönünde adımlar atılmak isteniyorsa ilk önce demokrasi anlayışını ülkede geliştirmek gerekir. Lafla demokrasi olmaz. Adalet bakanının “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” demesini anlamakta zorlanıyoruz. Günlük olaylara baktığımızda hukukun ve insan haklarının nasıl çiğnendiğine şahit oluyoruz. Hani derler ya “lafla peynir gemisi yürümez” diye, işte tam da bunu yaşıyoruz. Ülkede bu kadar adaletsizliği yaşadığımız zaman, hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Kürtlere karşı ayrı bir negatif ayrımcılık var. Bunu her alanda Kürt insanı iliklerine kadar hissediyor. Milletvekillerini, siyasetçileri ve belediye başkanlarını cezaevlerine göndermek bunun bir kanıtı değil midir? Yalnız siyaset değil birçok alanda bu ayrımcılığa maruz kalmaktayız. Büyük bir seyirci kitlesi bulunan Amedspor evinde oynayacağı maçlarını başka şehirlerde oynuyor. Nedeni de saha zemininin bozuk olması. Yabancı sahadaki saldırılara rağmen Amedspor’un şampiyon olmasını halen içlerine sindiremediler. Sanat alanında da aynı şekilde olumsuzluklar devam ediyor. Kürt sanatçıların konserleri komik gerekçelerle iptal ediliyor. Eğitim alanı da bundan farklı değil. Bu ülkedeki Türk Sorunu çözülmediği müddetçe eşitlik ve adaletten bahsetmek mümkün değil. Burada en çok sorumluluk Türk siyasetçilere düşüyor. Vicdanlı ve insan haklarını benimseyen insanların yönetime gelmesiyle ülkede huzur sağlanabilir. Etrafımız ateş çemberi ile sarılı, içine düşmemek için neler yapılmasını ve gerekeni düşünmeliyiz.
MHP genel başkanı Semih Yalçın’ın ‘’Parlamento çatısı altında sözde siyaset yapan bir partiye DEM’e emperyalizmin taşeronu olmaktan vazgeçme çağrısıdır…’’ diye yaptığı açıklamayı bir Kürt olarak kabul etmem mümkün değil. Tehdit içeren bu açıklama siyaset dili olamaz. Yalçın’a şunu söylemek lazım. DEM Parti’nin milletvekili sayısına bak bir de MHP’nin, kimin sözde kimin özde parti olduğu ortaya çıkar. Ayrıca DEM’i emperyalizmin taşeronu olmakla suçluyor. MHP’nin tarihine bir baksa iyi olur. Ellili yıllarda kim kimle anlaştı? Bu ülkenin en büyük sorunu olan Ülkü Ocakları’nın eylemlerini çabuk unutuyorsunuz. Özel Harekâtçılar nerelerde yetişti? Böyle bir açıklama aynaya bakmadan her yere saldırmaktan başka nedir ki. Bahçeli’nin el uzatmasından sonra olanlar devam ediyor.
Kadına şiddete karşı kadınların protestosu şiddetle bastırıldı. İktidarın kadınlar konusundaki yaklaşımlarının ne kadar samimiyetsiz olduğuna her gün şahit olmaktayız. Her gün çocuk istismarı ve kadın cinayetleriyle güne başlıyoruz. Toplum büyük bir çürüme içinde ve çaresizlikten kaynaklanan bu cinayetler her geçen gün artmaktadır. Artık yönetemiyorsunuz ve suçlarınız da her geçen gün artmaktadır. Derdiniz iktidarda kalmak ama en önemlisi yargılanmak korkusu sizi korkutuyor. Onu da zamanı gelince yaşayacaksınız. Korkunun ecele faydası yok.