Kıbrıslı feminist hukukçu Aslı Murat, Türkiye’nin suç laboratuvarı olarak kullandığı Kuzey Kıbrıs’taki son gelişmeleri gazetemize değerlendirdi
Nevin Cerav
Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a müdahaleleri, karanlık ilişkileri ve suç teşkil eden birçok adımı gündemdeki yerini koruyor. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in ifşalarının önemli bir kısmını kapsayan Kıbrıs’ta, uyuşturucu-fuhuş-insan ticareti-kara para aklama-tarihi eser kaçakçılığı gibi birçok suç ortaya saçıldı. Yanı sıra gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesiyle ilgili işaret edilen isimler serbestçe gezmeye devam ederken, en son Kuzey Kıbrıs Başbakanı Ersan Saner’in ve DP Genel Başkan Yardımcısı Tözün Tunalı’nın cinsel içerikli görüntüleri sanal medyadan servis edildi…
Bütün bu gelişmeler ışığında yakın plana aldığımız Kıbrıs’ı orada yaşayan ve muhalefet kanadında yer alan kadınlardan dinlemeye devam ediyoruz. Kıbrıs’la ilgili söyleşimizin ikinci kısmında, feminist hukukçu Aslı Murat var. Ülkesindeki mafya-siyaset ilişkisine dikkat çeken Murat, Sedat Peker’in ifşalarından sonra yaşanan gelişmeleri, Türkiye’nin Kıbrıs’taki uygulamaları ile projelerini ve daha pek çok ayrıntıyı gazetemize anlattı.
Kıbrıs’ın hukuk sistemini bize biraz anlatabilir misiniz?
Öncelikle şunu söylemeliyim: İnsan hakları bakımından ceza yargılama sistemi Türkiye’ye göre daha demokratik. Türkiye’deki gibi uçsuz bucaksız gözaltı ya da tutukluluk sürelerinin olduğu bir sistem değil. Kişiler en fazla davaları başlayana kadar yani 3 ay süreyle tutuklu bekletilebiliyorlar cezaevinde. Ki bu da ender bir uygulama. En bariz fark, iddia makamı dediğimiz savcı, yargıcın yanında değil, savunma adına bulunan avukatın hizasında oturuyor. Bu güçlerin eşitliği anlamında önemli bir ayrıntı. Fakat tabii ki dünyadaki her devlet gibi KKTC devleti de erkek. Hem yasal düzenlemeler hem de uygulamalar açısından cinsiyetçi bir devlet olduğunu söyleyebilirim. Yine de özellikle 2014 yılından sonra yasal manada hak ihlallerini önleyici tadilatlar yapıldı. Mesela eşcinseller arası ilişki suç olmaktan çıkarıldı. Cinsel nitelikli suçlarda cezalar arttırıldı, çocuk istismarı maddeleri iyileştirildi. Aile yasasında da kadınlar kendi soyadlarını kullanma hakkını elde ettiler, yanı sıra çocuklarına da soyadlarını verebiliyorlar, boşanma süreçlerinde mal paylaşımında ev içi emek daha görünür kılındı. Feminist siyasetçilerin yasa yapıcı olması veya devletin belli kademelerinde yer almalarıyla bu kazanımlara ulaşıldı.
Sedat Peker’in Kıbrıs’la ilgili birçok ifşası oldu, herhangi bir adım atıldı mı?
Sedat Peker’in neler yaptığını, faaliyetlerini hepimiz biliyoruz. O anlattığı şeyleri de özellikle muhalif kesimler zaten yıllardır dile getiriyor. Sırrı Süreyya Önder’in bir benzetmesi vardı, ‘Türkiye’nin kalın bağırsağıdır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ diye. Çok da yanlış olduğunu söyleyemem. Çünkü burası tanınmamış bir ülke olduğu için çok fazla yasa dışı işin çok kolaylıkla yapılabileceği bir yer. Mafya dediğimiz yapılar veya bu işleri çeviren kişilerin ‘hayırsever iş insanları’ olarak anıldığı bir ülkeyiz de biz aynı zamanda. Kumarhaneler, gece kulüpleri, eğlence mekanları da dahil uyuşturucu ticareti, insan ticaretinin yapıldığı yerler. Garip olan Kıbrıs’ta Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili soruşturmanın hâlâ başlatılmaması. Düşünün isimler var, polisin yapabilecekleri var. Mehmet Ağar, Korkut Eken, Galip Mendi gibi isimler dolaşıyor bu cinayetle ilgili ama bizim polisimiz herhangi bir soruşturma açmadı. Bizim hukuk sistemimizde bu tip suçlarda zaman aşımı yok üstelik. Türkiye’de açılan soruşturmanın da meselenin soğuması için göstermelik olarak yapıldığını düşünüyorum. Mesela Mehmet Ağar ifadeye çağrıldı mı? Çağırılsa öğrenirdik herhalde.
Kutlu Adalı gibi faili meçhul cinayet çok var mı Kuzey Kıbrıs’ta?
90’ları siz de çok iyi biliyorsunuz, o dönem Türkiye’de yaşananların yansımalarını biz de burada yaşadık. O zaman sadece Kutlu Adalı öldürülmedi, aynı zamanda faili meçhul bombalı olaylar da gerçekleşti. Muhalif partilerin parti binalarına bombalar atıldı veya belli politikacıların evlerinin önünde TNT bombaları patlatıldı. Bunların hiçbiri açıklığa kavuşturulmadı. O saldırılarda kullanılan bombaların askerlerin kullandığı TNT bombaları olduğu Meclis Araştırma Komisyonu’nda ortaya çıkmıştı. Hatta o dönemde bir astsubayın arabasının arkasında bu bombalardan bulunmuştu. O bombaları patlatmadan bulunan o askerin bireysel davrandığı söylendi ve olay geçiştirildi. 90’larda askeriyenin, MİT’in içindeki yapılanmalar veya polisin içindeki yapılanmalar buraya da yansımış, burada da yasa dışı pek çok olay gerçekleşmişti. Saint Barnabas Kilisesi olayı da bunlardan biriydi. O dönemde PKK’nin Saint Barnabas Kilisesi’nin olduğu alana silah gömdüğü ve buna ilişkin bir tatbikat yapıldığı söylendi ama o yere baktığınızda aslında silahın saklanabileceği bir yer olmadığını çok net bir şekilde, o dönemki siyasetçilerin anlatımlarından da anlayabiliyoruz.
Kutlu Adalı’yı da PKK’li diye lanse ettiler…
Evet, aynen. Ama hiçbir tutar yanı yok. Yazdıklarını okuduğunuzda bile bunu anlayabiliyorsunuz. Memleketindeki karanlık işleri aydınlığa kavuşturmaya çalışan ve aslında daha yaşanabilir bir Kıbrıs için kalem oynatan araştırmacı bir gazeteciydi. Sedat Peker’in yaptığı açıklamalarda da var, kardeşi Atilla Peker’in verdiği ifadede de. Kutlu Adalı için ‘Bu kesin PKK’lıdır. PKK propagandası yapıyor Kıbrıs’ta. O yüzden de öldürülmesi gerekir’ denilmiş. Hatta Atilla Peker ifadesinde diyor ki: ‘İlk gittiğimizde kalabalıktı çevresi Kutlu Adalı’nın. Evinin önünde sürekli gençler vardı. Burada çok fazla insan var, sadece Kutlu Adalı değil.’ Bunun karşılığında azmettiriciler, ‘Önemli değil, onların hepsi PKK’lıdır. PKK’lının yanındaki de PKK’lıdır, Hepsi öldürülmeli’ demiş. Dediğim gibi pek çok faili meçhul olay gerçekleşiyor o dönemde. Burada yaşayan birçok Kürt aile vardı. O dönem bu Kürt ailelerin evleri de basılıyor. Aralarında bizim arkadaşlarımız da var, o zaman küçüklermiş, evlerinin basıldığını, sınır dışı edildiklerini anlatıyorlar. Bunlar tabii ki hâlâ sona ermiş şeyler de değil, bunu da söylemek isterim. Bu baskılar devam ediyor Kürtler üzerinde. Mesela bugün bile evinde “Yasaklı kitap bulundurdu” diye aleyhine dava getirilen insanlar var. KKTC polisi askere bağlı, o da TC askerine. Kısacası polis teşkilatı sivil idare tarafından yönetilmiyor. Bu noktada denetlenmesi de imkansız hale geliyor.
Şu anda neler yaşanıyor Kıbrıs’ta?
Yıllardır yapılan bu “yavru vatan” siyasetinin yanı sıra milliyetçilik de vardı ama şimdi buna bir de muhafazakârlık sosu eklendi. Rumların düşman olduğunu, onlarla bir araya gelinemeyeceğini, federal bir Kıbrıs’ın olamayacağına ilişkin yapılan politikalara bu ülkenin ‘Müslümanlaştırılması’ politikaları da eklendi. Mesela en son Kıbrıs’ta ilahiyat okullarının daha da yaygınlaştırılması için birtakım adımlar atıldı. Zaten İlahiyat Koleji vardı, fakülteleri de vardı ama daha da yoğunlaşsın istiyorlar. Ayrıca bir Anayasa Mahkemesi kararı verildi geçtiğimiz aylarda. O da şu: Din İşleri Dairesi’nin Eğitim Bakanlığı dışında Kuran kursu düzenleyemeyeceği ve bunun Anayasa’ya aykırı olduğu tespiti yapılmıştı. TC’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çok ciddi bir şekilde yargıya müdahale eden bir açıklama yaptı ve bunun düzeltilmesi gerektiğini söyledi. Ve Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen hiç kimse bunu dinlemiyor artık. İki rekat namaz kılan çocuklara da bisiklet hediye edileceğine ilişkin kampanyalar düzenleniyor mesela. Ayrıca Kıbrıs’a tarikat ziyaretine daha doğrusu dergah ziyaretine gelmek isteyen kişilere 1 yıllık oturma izni verilmesi yönünde çalışmalar var. Bu ne anlama geliyor, ne yapacak bu kişiler burada?
İrademiz ve kurumlarımız TC’nin iradesine devrediliyor. Yani aslında bizim cumhurbaşkanımız bir vali gibi davranıyor maalesef. Buna ek olarak KKTC Cumhurbaşkanlığı için bir külliye ve meclis sözü verildi Tayyip Erdoğan tarafından. Emin olun en son ihtiyacımız bile bunlar değil. Buradaki halk sadece güldü, hatta dalga geçti bu açıklamalardan sonra. İstifasını veren Başbakan Ersan Saner kendisi bir mimar. Külliye inşası için TC’li bir mimara vatandaşlık verildi. Bu sebeple Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Ersan Saner’in meslekten men edilmesi için imza kampanyası düzenledi. Kendi mesleğine, meslektaşlarına bile saygısı olmayan biri olduğunu söylüyorlar. Maalesef Ersan Saner başbakanlığı döneminde pek çok hukuk dışı icraat ve teslimiyetçi bir siyaset izlendi.
Kuzey Kıbrıs’taki seçimlere müdahale olduğuna dair birçok açıklama da yapıldı…
Kıbrıs seçimlerine ilk defa müdahale edilmedi, öncelikle bunu söylemek isterim. Çünkü biz yıllardır bu müdahaleleri yaşıyoruz. Ama eskiden bu işler daha gizli kapaklı yapılıyordu, el altından seçimden çekilmesi için tehdit edilen insanlar da oldu. İşte iş insanı diye geçiyor ama aslında mafya olan, para dağıtan insanlar da oldu. Fakat bu dönemde ciddi şekilde araziye çıkılıp Ersin Tatar’ın seçilmesi için çalışma yapıldı. Bu çalışmaları da Türkiye’den yetkililer yaptı. MHP’nin vekilleri de vardı bu çalışmalarda. Bu konuda hazırlanan bir rapor var. Gazetecilerin, hukukçuların ve araştırmacıların olduğu bir ekip seçimlere müdahale raporu hazırladı. O raporda tek tek söyleniyor neler yapıldığı; Mustafa Akıncı’nın tehdit edildiği, onunla birlikte çalışan kişilere ‘Daha fazla ileri gitmeyin’ denildiği yer alıyor. Aynı zamanda Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş, son zamanlarda bu müdahaleleri korkusuzca açığa çıkarmaya çalışıyor. O da seçimlere ilişkin tehditlerin ve müdahalelerin olduğunu söyledi. Ve dediğim gibi bunu artık Türkiye iktidarları çok açık şekilde yapıyorlar. Ersin Tatar çok fazla Kıbrıs sorunuyla ilgisi ve bilgisi olan bir kişi değil, çok fazla yönlendiriliyor. Sadece milliyetçi hamasetlerle açıklamalar yapıyor. Tatar’ın göreve gelmesinin ardından geçtiğimiz gün kurultayı gerçekleşen Ulusal Birlik Partisi’ne de müdahale edildiği iddiaları var. 1 sene önce kurultay gerçekleştiğinde en çok oy alan 2 aday (ki bir tanesi geçtiğimiz pazar yenilenen parti içi seçimde başkan seçildi) adaylıktan geri çekildi veya çektirildi ve Ersan Saner UBP başkanı ve başbakan yaptırıldı. Sonraki batık süreç böyle yaşanmaya başladı. Kıbrıs’ın kuzeyinde her şey yanında, ciddi bir demokrasi ve anayasa ihlali krizi yaşandığını söylemek mümkün.
Başbakan Ersan Saner’le ilgili bir video yayımlandı ve istifa etmek zorunda kaldı. Bunun Kıbrıs’taki yansımaları nasıl oldu?
Öncelikle şunu söylemeliyim: Kıbrıslı Türk siyaset arenası açısından ciddi bir kara leke. Bir kişinin özel hayatına dair bu denli pervasızca yapılan paylaşımlar ne hukuka ne de etiğe uygun. Esas önemli olan, bu gibi bir şantaj aracı vesilesi ile ne gibi icraatlar yapıldı, bu bağın kurulmasının arkasındaki esas güç nedir gibi soruları yanıtlamaktır. Çünkü Saner’in bu videodan haberi olduğu bilgimizde. Kendisinin son derece teslimiyetçi bir politika izlemesi nedeniyle pek çok soru işareti doğuyor ki bunların hiçbiri yanıtlanmıyor. Halil Falyalı’nın bu dönemde tutuklanıp cezaevine gönderilmesi de garip bir tesadüfü beraberinde getirdi. Aslında birbiri ile bağlantılı konular değil. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşturulan “mafya-siyaset” ilişkisinin yakın dönemde iyice ayyuka çıktığını söylemek mümkün. Bağımlılıktan kurtulmadığımız sürece, değil kendi ayaklarımızın üzerinde durmak bu memlekette kök salmamız mümkün olmayacak.
Kıbrıslı muhalifler bu suçların üzerine gidebiliyor mu?
Burada demokratlar ve barış isteyenler mücadele veriyor, evet. Ama Türkiye’de muhalefet partilerinin büyük bir kısmı (sadece HDP’nin farklı bir tutumunu görebildim) milliyetçi bir şekilde değerlendiriyorlar Kıbrıs’ı ve burada yürütülen mücadeleleri, barış isteğini görmezden geliyorlar. Tıpkı Tayyip Erdoğan gibi konuşuyorlar, hiçbir farkları yok Kıbrıs konusunda. O yüzden de orada mücadele eden muhalif seslerin bizim sesimizi yükseltmesine çok ihtiyacımız var.
Ekonomi de bağımlı Kıbrıs’ta ekonomi nasıl?
Buradaki iş ve ekonomik kriz çok kötü bir noktaya gidiyor artık. TL kazanıp dövizle iş yapmak durumunda kalıyoruz. Ev, araba gibi alımlar sterlin üzerinden gerçekleşiyor. Ticaret yapanlar da alımlarını dövize endeksli yapıyor. TL’nin değer kaybının Türkiye’deki etkisi 1 ise bize yansıması 10 oluyor. Ciddi anlamda kazanılmış haklarda kesintiler olmaya başladı. Ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlı bir ülkeyiz. Türkiye’nin burada 40 bini aşkın askeri var, aynı zamanda Kıbrıs üzerinde çok fazla hak iddiasında bulunuyor. Mesela doğalgaz da bunlardan biri. Buna ek olarak Geçitkale Havaalanı diye bir havaalanı var, genellikle askeri havaalanı olarak kullanılıyordu. Sonra bir ara boşaltıldı, sadece küçük uçaklar için kullanılıyordu. Ama şu anda bir süreç var, Türkiye SİHA’larını burada barındırıyor diye. Yani Geçitkale Havaalanı Türkiye’nin askeri üssü olacak. Meclis’teki iktidar sahipleri buna ilişkin bir bilgilerinin olmadığını, böyle bir anlaşmanın gerçekleşmediğini söylüyor ama biz Türkiye basınından her şeyi öğreniyoruz. Türk yetkililer çıkıp ‘SİHA’larımızı Kıbrıs’ın Geçitkale Havaalanı’nda konumlandıracak ve orayı kullanacağız’ diyor. Böyle öğreniyoruz.